16 Haziran 2015 Salı

Çözüm Bekleyen, Çözüm Süreci!...

Seçimin üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen, TBMM’de temsil hakkı elde eden siyasi partilerin yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda, halkın tercihlerinin doğru okunmadığına şahit oluyoruz. Millet, siyasi partilere “egolarınızın tatmini için birbirinizle horoz dövüşü yapın” demedi, “her şeye rağmen bu ülkeyi hükümetsiz bırakmayın” dedi.

Ana muhalefet partisi CHP, seçimin tartışmasız galibiymiş gibi yüksek perdeden uçmaya devam ederken,  temel stratejilerinde hiçbir zaman iktidar olmayı hedef almamış ama her dönem “devlet” ile var olmayı hedeflemiş MHP’nin Sayın Genel Başkanı Devlet Bahçeli, şimdiden AK Parti’ye tüm kapıları kapatmış görünüyor. Seçim gecesi kendisine yönelen “emanet oylar”ın bilinci ile hareket eden, sonrasında Kandil’den yediği şamarın etkisiyle bu söyleminden vazgeçen ve seçimin en büyük kazananı olan HDP ise ne yapacağını bilemez (İmralı-Kandil ve ABD arasında sıkıştığından) bir vaziyette ülkem insanına şirin görünme gayretine devam etmekte.

AK Parti cenahından seçim sonuçlarına ilişkin en çarpıcı değerlendirmeyi parti sözcüsü Beşir Atalay yaptı. Atalay katıldığı bir televizyon programında, “Çözüm sürecinde seçim nedeniyle frene basılması, Doğu ve Güneydoğu’daki oy kaybında bir faktör olabilir mi?” sorusuna, “Bunu ben bir faktör olarak görüyorum. Bu, hükümetimizin bir politikasıdır, bunu bir yana bırakıyorum. Bunu bir parti sözcüsü olarak değil de şahsi bir görüş olarak söylüyorum. Doğrusu her şey planlanmış ve giderken, artık neredeyse silah bırakmayla ilgili son adımlara doğru gelinirken, seçim öncesi o sürecin bir anlamda seçim sonrasına erteleniyor gibi bir hava verilmesi ya da durdurulması burada faktörlerden biri olmuştur” diyerek, doğru bir tespitte bulundu.

29 Nisan 2015 tarihli, “Askıdaki Çözüm Süreci” başlıklı yazımızda, sürecin askıya alınmasının kaybedeninin AK Parti olacağını: “AK Parti iktidarı, kendisinin başlatmış olduğu ‘Kürt Sorunu’nu çözme gayretini nihayete erdirmez/erdiremezse, özellikle bölgede illerinde yaşanacak bir hayal kırıklığının da müsebbibi olacaktır. Öteden beri ‘AK Parti Kürtleri oyalıyor’ tezi bir nevi doğrulanmış ve karşılık bulmuş olacaktır. Bu bahane üzerinden yaşanılacak muhtemel olaylar, sadece olayları başlatanlar ile sınırlı kalmayacak, bu süreci selametle sonuçlandıramayan AK Parti’yi de olumsuz yönde etkileyecektir.” ifadeleriyle dile getirmeye çalışmıştık. Yine defaatle “sürecin uzamasının Kandil’in lehine sonuçlar doğuracağı” ikazında da bulunmuştuk. Sürecin askıya alınmasından sonra, devlet cenahından Öcalan ile bir görüşmenin olup olmadığı meçhulümüzdür.

“HDP'nin barajı geçeceğini ben düşünmüyorum, şu anda yüzde 7 civarlarında görünüyorlar. Bunu ittirme, şantajlarla ya tutarsa diye oynuyorlar ama bu çok sağlıklı bir anlayış değil" diyen ve HDP’nin yüzde 13 oy almasıyla siyasi bir fiyaskoya imza atan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan; "HDP, PKK'ya silah bırakma çağrısı yapsın" diyerek “Çözüm Süreci”nden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak, ikinci bir fiyaskonun mimarı olmuştur. Bir siyasetçi, siyaseten rakibi olan partiye ilişkin yüzde yüz yanılacak bir öngörüde bulunabiliyorsa, ülke ve millet için neler öngörmez ki. Sayın Akdoğan, HDP’nin PKK’ya silah bıraktıracak güç ve iradesinin olamayacağını bilmiyor mu? HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise "Silahlar konusunda çağrı yapacak olan Öcalan’dır ve o da İmralı’da bekliyor" açıklamasıyla Akdoğan’a nispet yaparcasına bir cevap veriyordu. Sayın Demirtaş! Öcalan, 21 Mart Nevruzu’nda PKK'ya silahsızlanma kongresi çağrıyı yapmamış mıydı?

HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın çağrısından sonra eline sazı alan KCK, "Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun çözümünü isteyen çok farklı kesimler ve bireyler HDP içinde yer almaktadır. Dolayısıyla böyle bir çağrıyı HDP yapamayacağı gibi, mevcut İmralı koşullarında bulunan Önder Apo’nun da böyle bir çağrıyı yapması mümkün değildir" diyerek bir taş ile iki kuş vurmayı hedeflemiştir. Çözüm konusundaki en büyük otoritenin İmralı olduğu söyleyen Demirtaş hizaya sokulmuş,  silah bırakma şartı olarak Öcalan’ın serbest bırakılması dillendirilmiş, bununla da HDP tabanına “iddia edildiğinin aksine biz başkanlığa bağlıyız, onun özgürlüğü olmadan silah bırakmayız” (mevcut şartlarda serbest kalması mümkün görünmüyor) denilerek, tabandaki kafa karışıklığı giderilmek istenmiştir. Oysa arka planda,  sürecin en önemli aktörlerinden olan Öcalan, usulca devre dışı bırakılmaya çalışılmıştır.

Batı’nın (özellikle de ABD’nin) Orta Doğu’daki yeni stratejik ortağı olan PKK, bölgedeki etkinliğini arttırmaya devam ediyor. ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin hava operasyonları desteğiyle Suriye’nin Tel Abyad kentinin de IŞİD’den temizlendiği iddia edilmekte. Tel Abyad’ın PKK’nın Suriye yapılanması YPG’nin kontrolüne geçmesiyle Suriye’nin batısındaki Cizre kantonuyla, doğusundaki Kobani kantonu coğrafi olarak birbirine bağlanacak, sonuç olarak; ABD’nin bölgedeki ikinci bir Kürt Devleti kurma projesi hayat bulmuş olacaktır.

Son dönemlerdeki politikalarıyla Barzani’yi ikinci plana iten ABD, bu planıyla Türkiye üzerinden dünyaya dağıtılan Kürt petrolünün Akdeniz’e indirecek alternatif yeni güzergâhlar açmaya çalışmaktadır.

Bu kadar önemli gelişmelerin yaşandığı bir coğrafyada bulunan Türkiye’nin, iç politikadaki kısır çekişmeleri bir kenara itip, ülke ve millet menfaati için gerekli adımları atması elzemdir. Başta ABD’in olmak üzere, bölgesel aktörlerin her türlü müdahalesini boşa çıkartmak adına, devlet aklının Türkiye için hayati önem taşıyan Çözüm Sürecini bir an önce hedefine ulaştırılması gerekmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder