29 Kasım 2015 Pazar

Od’a Yandı...


Hüzünle nakşedip,
Prangalardan zincirlere vurarak,
Yüreğime gömdüğüm resmin yandı.
Geriye bir tek o sürmeli gözlerin kaldı...

Binbir cefa, zahmet, emek vererek,
Anahtarını Sevgili’ye teslim ettiğim
Gönlümdeki sermayem yandı
Biricik “hazinem” yandı….

Söz bitti, kalem tükendi
El yandı, tutuştu yürek yandı.
İnledim, ses verdim duyan olmadı.
Feryadım göklere dayandı...

Gönül denizindeki
Sevgi kelimelerimi yüklediğim,
Beyaz kâğıttan gemilerim yandı.
İçerisinde "Yâr" da vardı. O da yandı,
Od'a yandı...

Memdoğlu...

28 Kasım 2015 Cumartesi

Barışa “Elçi” Olmak da Yetmedi!...

Tarihi dört ayaklı minare önünde basın açıklaması yapıldığı esnada,  bir araç içerisinden  uzun namlulu silahlarla güvenlik güçlerine ateş açılmış, çıkan çatışmada Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi hayatını kaybetmiş, bir polis memuru şehit olmuş, ikisi polis; bir gazeteci de yaralanmıştır.  Saldırıda hayatını kaybeden Elçi ve şehit polisimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağılığı diliyor, yaralı polisler ve gazetecinin bir an önce sağlığına kavuşmasını temenni ediyorum.

Bu saldırı Türkiye’nin birliği ve beraberliğine yapılmış, provokasyon amaçlı bir eylemdir. Saldırı bir an önce tüm boyutlarıyla -adli ve idari- en kısa zamanda sonuçlandırılmadır. Otopsi sonrası yapılan ilk açıklamada Elçi’ye isabet eden tek kurşunun ensesinden girip, sol gözünden çıktığı belirtildi.

Tahir Elçi, 14 Ekim 2015 tarihinde katıldığı bir televizyon programında “PKK terör örgütü değildir” diyerek, gündeme gelmişti.  Bu açıklamasına bakılarak Elçi’nin PKK yandaşı olduğunu iddia etmek doğru değildir. Bugüne kadar bölgeye barışın gelmesi için gayret eden Elçi, saldırıdan dakikalar önce yaptığı açıklamada, “Bu bölgede silah sesleri istemiyoruz” demişti. Elçi, geçtiğimiz hafta içerisinde, “Devlet operasyonu esnetsin, yasadışı silahlı gruplar ilçeden ayrılsın, hendekler kapatılsın” çağrısı yapmıştı ve bu çağrı ile PKK’nın “yasadışı” silahlı gruplar olduğuna dikkat çekmişti. Elçi’nin, bu açıklamadan sonra öldürülmesi oldukça dikkat çekicidir.

Diyarbakır Baro Başkanlığını yürüten Tahir Elçi, Türkiye’ye barışın gelmesi için her zaman halkı itidalli olmaya davet etmiş iyi bir hukukçuydu. Elçi’nin öldürülmesi kime ne kazandırır veya  ne kaybettirir? Bunun cevabını bulabilmek için yakın tarihe bir göz atmak yeterli olacaktır. 5 Temmuz 1991’de evinden kaçırılan ve 7 Temmuz 1991’de Maden yakınlarında cesedi bulunan dönemin Diyarbakır HEP İl Başkanı Vedat Aydın ve 20 Eylül 1992’de Diyarbakır Seyrantepe’de uğradığı silahlı saldırı sonrasında hayatını kaybeden Musa Anter. Vedat Aydın ve Musa Anter cinayetleri, PKK için bir dönüm noktasıydı ve bu cinayetler PKK’nın bölgedeki etkinliği açısından bir milat olmuştu. Her iki cinayette de devletin damarlarına girmiş derin yapıların izlerine rastlanılmasına rağmen, failler bulunamamış; cinayetler faili meşhul kalmıştı. Bu cinayetler üzerinden bölgede etkin bir propaganda faaliyetine koyulan PKK, binlerce elemana kavuşmuş, bölgenin devlet ile bağlarını koparmasının tohumlarını atmıştı.

Yeniden bugüne dönecek olursak, bölgede yaşananlar PKK’nın “hendek” stratejisinin eseridir(!) Hendek stratejisiyle çatışmaları şehir merkezlerine ingirgeyemeyen ve gün geçtikçe halk nezdindeki desteğini kaybeden PKK’ya,  Elçi cinayeti üzerinden nemalanma imkânı verilmemelidir.  Bu saldırının “Çözün Süreci”ni de sonlandıran PKK içerisindeki “derin PKK” tarafından gerçekleştirilmiş olması muhtemeldir.

PKK, “Elçi’yi devlet katletti” propagandası üzerinden protesto yürüyüşleri düzenletmek isteyebilir. Nitekim, PKK yandaşları tarafından yurt dışında bu maksatlı protesto eylemleri düzenlenmektedir. Dolayısıyla, cinayetinin tüm yönleriyle aydınlatılarak kamuoyuna açıklanması elzemdir.

Vedat Aydın ve Musa Anter’in öldürülmeleri, kime-kimlere fayda sağlamışsa, Tahir Elçi'nin öldürülmesi de aynı kan emici odaklara fayda sağlama amaçlıdır. Hedef, bu ülkenin birlik ve beraberliğine halel getirmektir. Siyasi parti temsilcileri başta olmak üzere, herkesin sorumlu davranarak, dikkati ve sağduyu elden bırakmaması gerekmektedir. 

25 Kasım 2015 Çarşamba

PKK’nın Hendek Stratejisi ve Yeni Türkiye!...

PKK-KCK liderleri, son on yılın hemen her yaz veya kışı için, “mücadelemizin finali olacak” beyanatları verirler (merak edenler, örgüt liderlerinin son on yıldaki açıklamalarına bakabilirler). Bu ve benzeri açıklamalar, hem PKK’nın dağ kadrosunu yeni eylemler için, hem de örgütünün cephe faaliyetlerini yürüten milis güçlerinin moral ve motivasyonunu yükseltme amaçlıdır.

Geçtiğimiz hafta içerisinde PKK liderlerinden Duran Kalkan ve Murat Karayılan bu minvalde açıklamalar yaptılar. PKK’nın yayın organlarından Med Nuçe Televizyonu’na konuşan Duran Kalkan, "Gerçekten de final düzeyinde bir büyük mücadele yaşanıyor. Önümüzdeki kış dönemi böyle büyük bir mücadeleye sahne olacak. AKP kendisine verilen görev ve faşist kültürel soykırım siyaseti çerçevesinde bizi halk olarak, hareket olarak imha ve tasfiye etmek için her türlü saldırısını yürütecek" dedi. Duran Kalkan benzer bir açıklamayı 2011 yılı Mart ayında, “Kürt halkının kaderini seçim değil, yürüttüğü mücadele, ayaklanma, isyanı, serhıldanı, devrimi belirleyecek” diyerek dile getirmişti.

Duran Kalkan’ın açıklamalarının en dikkat çekici noktası, mahalle ve sokak aralarında sürdürdükleri hendek savaşlarını Türkiye metropollerine taşımak istemesidir. Duran Kalkan, "Türkiye metropollerindeki devrimci demokratik güçler destek vermeli; Adana'da, Mersin'de, Antep'te, Çukurova'da, İstanbul'da bu destekler büyümeli” ifadeleriyle de hendek savaşını Türkiye metropollerine yayma talimatı vermiştir. Duran Kalkan’ın bu talimatının ardından, Adana merkez Seyhan ilçesindeki Şehit Özer Özkaya Polis Merkezi’ne bomba yüklü araçla saldırı düzenlenmesi oldukça manidardır.  

Murat Karayılan ise Bu kış bizim için önemli bir kış dönemi olacak. Böyle görünüyor. Çünkü düşmanımız AKP, kış imkânlarından yararlanıp saldıracaktır, saldırıyor. Kuşkusuz buna karşı devrimsel hamlemizi geliştireceğiz” diyerek, benzer nitelikte açıklamalar yaptı.

PKK liderlerinin bu manadaki açıklamaları, kendilerinin beslendiği kaynağı kurutmamak adına zavallı gençlerin kanları üzerinden beslenmek, masum annelerin ocaklarına ateş düşürmek istemelerindendir.

Suriye’de devam eden iç savaş nedeniyle oluşan otorite boşluğundan faydalanan KCK’nın Suriye yapılanması olan PYD’nin kendi kontrolü altında özerk bölgeler ilan etmesi, (7 Haziran seçiminde oluşan siyasi tablo ile birlikte ki bu tablo 1 Kasım seçimiyle bozulmuş oldu) Kandil’in gözlerini kararttı. Kandil, Suriye’deki kanton oluşumları Türkiye’de de oluşturabileceklerini düşündü. Acı olan sözüm ona sivil siyaset üretmesi gereken HDP ve yöneticileri de Kandil’in kuyruğuna takıldılar. Oysaki Türkiye, Suriye değildi. 2015 yılı içerisinde Türkiye’de güçlü bir hükümet olmasa da yıllardır terörle mücadelede tecrübeli bir devlet geleneği hâkimdir.

PKK “özerklik” hedefine ulaşmak için, çözüm sürecini sonlandırdı ve kırsal alandaki silahlı faaliyetlerini sokak aralarına indirgeyerek hendek savaşlarından medet umdu. Kendi iradesini PKK’ya teslim ederek “özyönetim” sarmalına kapılan HDP’ ise çatırdamaya başladı. Kurulduğu andan itibaren iskelesiz (!) bir çatı hüviyetine bürünen HDP içerisindeki sosyalist kesim ile muhafazakâr kesim arasındaki doku uyuşmazlığı gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu uyuşmazlık HDP milletvekillerinin Başkanlık sistemi hakkındaki açıklamalarına yansımaktadır.

1 Kasım sonrası yeni Bakanlar Kurulu açıklandı, hayırlı ve uğurlu olsun. Ancak yeni Bakanlar Kurulu’nun hazırlanmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirleyici olduğu gözlemlenmektedir. Bakanlar Kurulu’nun Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması; fiili olarak devam eden Başkanlık sisteminin resmileşmesi anlamı taşıyor.

Bir sistem ve yönetim karışıklığına düşmemek adına,  ilk icraat olarak 12 Eylül askeri cuntasının ürünü olan 82 Anayasası’nın ivedilikle sivil, katılımcı ve özgürlükçü bir formata kavuşturularak, Türkiye’nin anayasal çehresinin temizlenmesi gerekmektedir.


12 Kasım 2015 Perşembe

G-20 Zirvesi ve Türkiye...

2015 G-20 zirvesi Türkiye’nin ev sahipliğinde 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da düzenlenecek. Bugüne değin düzenlenen G-20 zirvelerinde Başbakan düzeyinde temsil edilen Türkiye’yi ev sahibi sıfatıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan temsil edecek.

G-20 toplantılarına ABD Başkanı Barack Obama, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping, İngiltere Başbakanı David Cameron, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın de yer alacağı üst seviyede bir katılımın olması bekleniyor.

Türkiye karşıtı uluslararası derin odaklar ve Türkiye’deki uzantıları, Türkiye’nin toplantıların güvenliğini sağlamakta yetersiz kalacağını ileri sürerek toplantıları sabote etmek istedi fakat Türkiye’nin kararlı tutumu ve diplomatik çabaları bu yönlü çabaları boşa çıkardı.

G-20’nin dönem başkanı olan Türkiye’nin, toplantılara Azerbaycan’ı davet etmesi, toplantılara ayrı bir önem ve anlam kazandırmaktadır. Toplantıları 1600’ü yurt dışından olmak üzere 2500 civarında basın mensubu takip edecektir.

Antalya’da düzenlenecek toplantıların ana gündemini Türkiye belirleyecektir. Önceki dönemlerde gerçekleştirilen G-20 toplantılarının gündemi ekonomi ve siyasi istikrar olurken; Türkiye, ekonomi ve siyasi gelişmelerin yanı sıra, “terör, Suriye’deki gelişmeler ve mülteci” sorunlarını ana gündem maddeleri olarak masaya getirecektir.

Suriye’ye yönelik bir kara harekâtının konuşulduğu bu günlerde, Türkiye’nin ABD ile muhtemel ortak bir kara harekâtına katılması, Türkiye’yi Suriye bataklığına gömecektir. Suriye’ye girmek demek tabir yerinde ise emperyalizmin kucağına düşmek demektir. Dünyanın iki süper gücünün (ABD ve Rusya) Suriye’de kendi menfaatleri çerçevesinde birbiriyle uyumlu hareket etmesi ne anlama geliyor? Rusya’nın Suriye’deki savaşa müdahil olmasından sonra Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsetmek imkânsız hâle gelmiştir. Rusya Suriye’ye Esed iktidarına destek olmaktan öte Akdeniz’e çıkış kapısı olan Lazkiye’deki varlığını devam ettirmek için girmiştir ve bu varlığını devam ettirmek için her türlü riski göze alacaktır. Rusya’nın “Esed’li geçiş” için hazırladığı ve altı aylık süreceği öngören planı, bu tezimizi doğrulamaktadır.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Fırat’ın batısına PYD geçmeyecek, geçtiği anda da vururuz” açıklamasından sonra, Türkiye’nin PYD hedeflerini vurmasının ardından, ABD’nin YPG’ye silah ve mühimmat vermeyeceğini açıklaması, ABD’nin Türkiye’yi Suriye’deki kara harekâtına dâhil etme girişimi midir?

Geçmiş yıllarda Türkiye’ye yönelik hazırlanan Irak tuzağına -ABD’nin ısrarlı politikalarına rağmen- müdahil olmayan Türkiye, bugün de Suriye bataklığına müdahil olmamalıdır. Türkiye hâlihazırda ABD ile birlikte Suriye’deki DAİŞ hedeflerine yönelik hava harekâtlarına zaten katılmaktadır. Türkiye’nin önceliği, Suriye topraklarından kendisine yönelecek olan terörist faaliyetler olmalıdır.

Toplantılarda Türkiye’nin elini güçlendirecek en önemli argüman, şüphesiz mülteci sorunu olacaktır. AB ülkelerinin 60-70 bin mülteciyi barındırmakta aciz kalırken, Türkiye dört yıldır milyonlarca mülteciye kucak açarak, kendi topraklarında barındırmaktadır. Türkiye, G-20 toplantılarında mülteci dramını dünyanın gündemine getirmelidir.

Küresel güçler, Suriye başta olmak üzere, Orta Doğu için bir kez daha satranç tahtasının başına geçiyorlar. Orta Doğu’nun yeniden şekillendiriliyor olması elbette ki Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor. Konjonktürel gelişmeler, Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere, Orta Doğu’ya yönelik politikaları revize etmesini zorunlu kılıyor.

Antalya’da düzenlenecek olan G-20 toplantılarında herhangi bir güvenlik ihmalinin yaşanmaması, Türkiye’nin uluslararası itibarı açısından önemli bir husustur. Özellikle dikkat edilmelidir!

6 Kasım 2015 Cuma

Yanlış Hesap Halktan Döner...

Türkiye, 2 Kasım sabahına, derin bir “oh” çekerek uyandı. Bunun en büyük nedeni ise dört yıl daha devam edecek olan “siyasi istikrar”dır.

Değerli okuyucular! Kamuoyunda 1 Kasım seçim sonuçlarına ilişkin geniş değerlendirmeler yapıldı ve yapılacaktır da.  Biz de bu yazımızda, 1 Kasım seçim sonuçlarının “İmralı, Kürtler, HDP ve PKK-Kandil” yansımalarını analiz etmeye çalıştık.

HDP’nin geldiği gelenekteki siyasi partiler, geçmiş yıllarda yapılan seçimlerde halktan ancak  % 3-7 oranında oy alabilmişlerdi. Ve bu sonuçlar PKK şiddeti ve çatışmaların yoğun olduğu dönemlere aitti. PKK her seçim dönemi yaklaştığında şiddeti tırmandırmış, silah gölgesinde bu sonuçlar elde edilmişti.

“Çözüm Süreci”nin olgunlaştığı bir döneme denk gelen 7 Haziran seçiminde HDP, % 13,5 oy aldı. HDP’nin bu başarıyı silahların sustuğu ve çatışmasızlık döneminin devam ettiği bir ortamda elde etmiş olmasına dikkatinizi çekeriz. Yani, ilk defa; silahların olmadığı bir ortamda HDP seçmenden hatırı sayılır oranda bir oy aldı. Bundan: “PKK, Türkiye’ye karşı silahlı eylemlerine son verdiğini ve sınır dışına çıktığını açıklayarak sivil siyasetin önünü açmalı” sonucu çıkarılmalıyken: PKK-Kandil, Öcalan’ın 1992 yılında “hataydı” dediği cephe savaşını, şehir merkezlerine indirgemeye çalıştı. Kandil, muhtemelen şöyle bir hesap yaparak: “çatışmasız bir ortamda % 13,5 oranında bir oy alınabiliyorsa, silah ile birlikte bunu %15-16 oranlarına yükseltebiliriz” dedi ve böyle bir stratejinin yanlışlığını 1 Kasım’daki seçimde görmüş oldu. HDP’nin bölgedeki oy kaybının şehir merkezlerinde olduğunu hatırlatalım. Yani daha açık bir ifadeyle, PKK’nın “hendek” stratejisi halktan destek bulmamış, iflas etmiştir.

Geçmiş yazılarımızda defaatle dile getirdiğimiz; “Öcalan, Orta Doğu’nun kaygan ve kaypak zemininde siyaset üretebilen ender şahsiyetlerdendir” tespitini bir kez daha hatırlatmakta fayda mülahaza ediyoruz.  Öcalan 2013 Nevruzu’nda yaptığı eylemsizlik çağrısını 2015 yılında yapmış olmasına rağmen, KCK; Öcalan’ı da by-pass ederek “Çözüm Süreci”nin buzdolabına kaldırılmasına neden olan silahlı eylemlere yöneldi. Oysa PKK, bugüne kadar hayatiyetini devam ettiriyorsa, bu Öcalan’ın hem Türkiye, hem de dünya siyasetini doğru okumasının bir neticesidir. Çatışmaların başlamasından sonra İmralı ile görüşmelerin yapılmadığı dikkatinizden kaçmamıştır. Aslında Öcalan, PKK’nın yeniden silahlı mücadeleye başlaması ile kendisinin devre dışı bırakılmak istendiği gördü ve bu süreçte sessiz kalmayı tercih etti. Çatışmaların olduğu bir ortamda sürece müdahil olmak büyük bir riskti. Öcalan bu riski göze almayıp 1 Kasım seçim sonuçlarını bekledi. 1 Kasım’dan sonra nasıl bir strateji izleyeceğini her birlikte göreceğiz.

Okuyucularımız hatırlayacaklardır. 28 Temmuz 2015 tarihli “HDP Bir Tercih Yapmak Zorunda” (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/07/hdp-bir-tercih-yapmak-zorunda.html) başlıklı yazımızda HDP için,  “Ya kendi iradeleri doğrultusunda sivil siyaset,  ya da eli silahlı Kandil’in gölgesinde siyaset. Yok, eğer silahın gölgesinde siyaset yapmayı tercih ederlerse, Türkiyelileşemeyecekleri gibi; siyaseten de kendi sonlarını hazırlamış olacaklardır” değerlendirmesinde bulunmuştuk. 1 Eylül 2015 tarihli “Kürtler Bir Tercih Yapmak Zorunda” (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/09/kurtler-bir-tercih-yapmak-zorunda.html) başlıklı yazımız da ise Kürtler için: “Bölge halkı karar vermek zorunda: Ya barış, ya da kan ve gözyaşının hâkim olacağı savaş ortamı. STK’lar başta olmak üzere, bölge halkı, PKK’nın silahlı faaliyetlerine, sivilleri de hedef alan silahlı eylemlerine ‘hayır’ diyebilmelidir. Huzurlu ve güvenli bir gelecek için bunu yapmak zorundadırlar.” demiştik.

KCK-Kandil, 1 Kasım seçimi öncesi ilan ettiği tek taraflı ateşkesi (!) sonlandırdığını açıklayarak, yanlış yapmaya devam ediyor. Türkiye olarak, HDP’nin doğru bir tercih yapmadığını gördük. Kürtlerin ise 1 Kasım seçiminde doğru bir tercih yaptıklarına şahit olduk. Bölge halkı kendi zihin dünyasında bir mahkeme kurdu ve gayrı meşru (silahlı) yöntemlerle, meşru hedeflere gidilemeyeceğinin dersini vermiş oldu.

Sonuç mu?

-PKK, Türkiye’ye karşı silahlı eylemlerine son verdiğini ilan etmeli ve sınır dışına çıkmalıdır.

-HDP, kendi iradeleri doğrultusunda tüm Türkiye’yi kucaklayacak bir siyaset izlemelidir.

-Kürtler, silaha “hayır” diyerek, silahın varlığına son vermelidir.

Yılmaz Adam…

Ne dünyaya gözlerini açarken öksüz kalışın,
Ne doyasıya yaşayamadığın o tertemiz çocukluğun,
Ne çektiğin yokluk ve yaşadığın acılar,
Ve ne de gerçekleştiremediğin o güzel hayallerin
Yıldırmadı, yıldıramadı…

Ne kısa bir yolculuk olan yaşamın,
Ne bu yolda yürürken önüne çıkan engeller,
Ne şahsına reva görülen haksızlıklar
Ve ne de, başındaki ağır imtihan,
Yıldırmadı, yıldıramadı…

Ne Ağustos ayının kavurucu sıcağı,
Ne kış mevsiminin dondurucu soğuğu,
Ne sokakların karışıklığı,
Ne de toplumdaki kargaşa ortamı
Yıldırmadı, yıldıramadı…

Her zaman Hak’ı kendine pusula eyledin.
Etmedin kimseye haksızlık.  “Üzülmesin sevdiklerim”
Diyerek, gökyüzü andıran mavi gözlerinden
Yüreğine akıttığın gözyaşların bile;
Yıldırmadı, yıldıramadı…

Hani, birlikte hazırladığımız,
Çeyiz sandıklarımız vardı ya!
İçerisindekilerle birlikte yetim bıraktın.
Artık ne çeyiz, ne de çeyizlik dediğimiz tespihler,
Sen olmadan zevk vermiyor Yılmaz'ım.

Zalime, zulme boyun eğmedin,
Sabredip, “O neylerse güzel eyler” dedin; hep şükrettin.
Ve rahmetinin kâinatı sardığı bir cuma akşamı,
Usulca O’na teslim oldun.
Unutma!
Seni “sevom” ha kardeş!
İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn...

3 Kasım 2015 Salı

Bitmesin!...


Bitmesin!...

İlahi senfoni eşliğinde
Gökyüzünde ahenkle raks eden
Yıldızların semahı hiç bitmesin.
Hayalinle huzur bulduğum geceler bitmesin….

Sevgilinin silüeti
Gece karanlığında, ay ve yıldızlarla yol alsın.
Zulmetin ardına saklanan hakikat,
Oluk oluk insin kor gönüllere…

Çocuk cıvıltılarındaki ibrahimi gülüşler bitmesin.
Surette görünen dünya,
Ab-ı hayat ağacının koynuna sığınsın,
Saklı âlem keşfedilsin sirette…

Vuslata erdiğimiz geceler hiç bitmesin
Aşk nidalarıyla inleyen pervane coşsun…
Çember daraldıkça ateşe dokunsun…
Pervanenin şem’e olan hasreti sona ersin
Rüzgâr ile harlanıp ruhu diriltsin...

Memdoğlu...

2 Kasım 2015 Pazartesi

Perdenin Ardındaki Hakikat...

       Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. 1 Kasım seçimi, sonuçları itibarıyla Türkiye demokrasi tarihinin en önemli seçimine sahne olmuştur. 7 Haziran seçiminden beş ay sonra gerçekleştirilen 1 Kasım seçim sonuçlarının, 7 Haziran’a göre çok farklı olması; ülkedeki siyaset bilimciler ve sosyologlar için yeni araştırma sahası açmıştır.

         7 Haziran seçiminden sonra ülkenin hükümetsiz kalmama adına, bir koalisyon hükümetinin kurulabileceğini, erken bir seçimin Türkiye için “lüks” olduğunu dile getirenlerdendim. 1 Kasım seçim sonucu, bizim de bu konuda yanıldığımızı kanıtladı.

AK Parti’nin  1 Kasım’daki seçim zaferindeki en büyük pay, her şeye rağmen büyük bir risk alarak AK Parti’yi seçime ikna eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aittir. 1 Kasım, Erdoğan’ın siyasi öngörüsünün bir sonucudur.

1 Kasım seçim sonucu değerlendirildiğinde:

-Seçime katılım beklentilerin üzerinde (%86.2) gerçekleşmiştir. Ki bu beş ay içerisinde seçime giden bir ülke için yüksek bir orandır.

-1 Kasım, bir genel seçimden ziyade, bir “referandum” niteliği taşıyordu, ve seçmen buna göre oy kullanmıştır.

-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim meydanlarına inmeyerek ön plana çıkmamış olması, seçimi müspet yönde etkilemiştir.

-Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 1 Kasım seçim zaferi ve başarısı, AK Parti’deki lider tartışmalarına son noktayı koymuştur.

-7 Haziran’da seçmenden aldığı mesajı iyi değerlendiren AK Parti -tabir yerindeyse- şapkasını önüne kaymuş, 7 Haziran’dan gerekli dersleri çıkartarak aday listelerinde büyük bir değişikliğe (% 40 oranında) gitmiş olması, sandığa olumlu yönde yansımıştır.

-7 Haziran’da AK Parti’den uzaklaşan inançlı Kürtlerin büyük bir kesimi, 1 Kasım’da yeniden AK Parti’ye oy vermiştir.

-Geçmiş seçimlerde vaatleriyle seçmenden oy alan AK Parti’nin 1 Kasım seçim beyannamesinin de, seçmenin tercihinde olumlu katkıda bulunmuştur.

-Etnik siyaseti (MHP-HDP) tercih eden siyaset dili kaybetmiştir. Türkiye tercihini bir kez daha “istikrar”dan yana kullanmıştır.

-Silahlı eylemlerine başlamasıyla birlikte, sırtını  PKK’ya dayadığını açıklayan HDP, seçimin en büyük kaybedeni olmuştur. Bu sonuçlara göre HDP özeleştirisini Kandil’e değil, halka vermek zorundadır.

-Her şeye “hayır” –hayır’a da hayır- diyerek, siyaset literatürüne “hayır”ı armağan ederek, hayırlı bir genel başkan olduğunu kanıtlayan  sayın Devlet Bahçeli kaybetmiştir.

-Mevcut sonuçlara göre, muhalefetin önünün açılması için; muhalefet parti liderlerinin vakit kaybetmeden istifa etmeleri gerekir.

-Seçim sonuçlarının en önemli sonucu: Millet bölünmeye karşı durarak, yedi düvele "biz bu ülkeyi böldürtmeyeceğiz" haykırışıdır.

-1 Kasım seçim sonucu, buzdolabında bekletilen “Çözüm Süreci”nin, bekletildiği yerden çıkartılarak, kaldığı yerden devam etmesi gerektiğini gösteriyor.

-1 Kasım seçim sonucu, yeni bir anayasanın yapılmasını zorunlu hale getirmiştir.

-Seçim sonucunu yüzde yüz oranında doğru olarak, seçim anketleri değil; "evet" mührünün bulunduğu “perde arkası” vermiştir.

Allah devletimize, milletimize zeval vermesin, Türkiye'mize hayırlı ve uğurlu olsun.