13 Aralık 2017 Çarşamba

Yetmedi mi?!...

Ey benim derd-i derunum!...
Bilmez miydi, bilirdi de?!...
“Kim bilir?” dedi o gülzâr-ı lâl!…
O derunî bakışlar, o sükutlar arkası!...
Ahh û feryad-ü fîzar!...
Yetmedi mi?!...

Ey benim gül-i efruzum…!
Lâl olmuş yüreğe hayat veren,
Lâl olan yürekte, “lâl-ü ebkem” olan kalptir…
Sevda “sessizlik”ti belki,
Ömür; “lâl” olan o yürekti…

Ey benim gül-i ruhsarım?!...
“Kalem kimi yazar!?” dersin?!…
Kalem sözü yazar, gülü yazar, gönlü yazar.
Yazar, yazar, yazar…!
Hele bir de o “sev”dası var ya!...
İşte! En güzel de onu yazar…

Ey benim ârâm-ı dilim
Bir yanın mavi, bir yanın kızıl…
Bir yanın cenup, bir yanın şimal…
Kâh, deniz gibi kabarıp coştun…
Kâh, bad-ı hazan olup, hüznüme hüzün kattın…
Yetmedi mi?!...

Ey benim derd-i derunum!...
Sinen de sakladıkların yetmedi mi?...
“Ruh-i revan”ım deyip,…
Giydirdin ateşten gömleği!...
Ne kor edip erittin, ne su olup söndürdün?!...
Yetmedi mi?!...


M. Memdoğlu…

29 Kasım 2017 Çarşamba

Kim Bilir?!...

Şair dostları olmalı insanın, hâl'den anlayabilen!...
Şiir gibi dostları olmalı, insanı; kâl ile değil,
Hâl ile anlatabilen!...
Kim Bilir?!...

Bazen sözün kısa oluşu, çok şey saklar özünde!..
"Söz" bu kadar şey saklıyorsa?!...
Sine neler saklamaz ki can özünde?!...
Kim bilir?!...

Şiir yazdım, gözlerin ve yüreğine!..
Âlem’i gezdiriyor, gözlerin gözlerime…
Yüreğin ses verecek mi, “lâl” olan yüreğime?!..
Kim bilir?!...

Gözler, âlem'e açılan pencere,
Yürek, içerde ki kazandır!...
Ağlayan gözler değil, ağlatan o yürektir...
Kim bilir?...

Baktım! Âleme bakan gözlerine!...
Bir tek hazineyi değil, âlemi saklayan gözlerine!...
Dilimden değil bu sözler!...
Yürekten süzülüyor, âlemi saklayan o gözlerine!...
Kim Bilir!?...

Öyle bir âlem ki!?..
Bakıp da gör(e)mediklerini hapseden o gözler!...
Öyle bir fırtına ki
Beden ile birlikte, ruhu da esir eden o bakışlar!...
Kim Bilir?...

Ne kelâm, ne de kalem!...
Anlat(a)madı hâlimi, anlat(a)mazdı ah-valimi!...
Ne söz, ne de sükut!?...
Bir tek "lâl" halim!...
Anlattı hâlimi, haykırdı ah-valimi!...
Kim Bilir!?...

Kimi yar arar, kimi âğ-yar!
Kimi de yâr arar durur bu âlem de!...
Yar da!; "Yâr" da!...
Ne yerdedir, ne gökte!?...
Bulmak isterse insan?!...
Arâf'tadır, âraf da...
Kim Bilir!?...

M. Memdoğlu...

5 Ekim 2017 Perşembe

Derdim!...

Ah derdim! 
Ahh, derdim!
Kim derdi ki gül'e derdin?
Yarama tuz basmayın!
Derdim(i) bir tek, Yâr'a derdim...


Her insanın var bir derdi...
Kiminin gam, kiminin gam-sız derdi.
Yüreğimin ne dağlara, ne de okyanuslara derdi...
Derdini, sadece kelimelere yüklerdi...


Gül derdim!
Hiç olmazsa gül, derdim!...
Derdimin dermanı, gül derdim...
Yâr bana: "Gül bahçesinde, gül" derdi...
"Gül bahçesine girince,
Sadece gülü der", derdi...
Yârim: “Derdin nedir?” derdi…
Ama derdimi de bilirdi!..
Ve “gül, derdini söyle(ye)mez ki” derdi?...
Çünkü "gülün bülbüle, bülbülün güle” derdi…

Peki derdi olan neylesin, derdim?
"Dert ne kadar büyük olursa olsun,
O derdi verenden büyük değildir” derdi…
Meğerse “dertsiz aşk”, “aşksız dert”,  olmazmış…
Ben derdimi seviyorum...
O da bizi sever mi? 
Derdim…

Memdoğlu…

21 Eylül 2017 Perşembe

Masumiyet!...


Hayallerimiz vardı çocukken…
Ne kadar masum, ne kadar da merhamet doluydu
Kavga, çatışma ve savaşların yaşanmadığı,
Acı ve gözyaşının yerini,
Sevinç çığlıklarının kapladığı bir dünya…
Her yer yemyeşil olacak…

Hayallerimiz vardı çocukken…
Dağlar ve kırlarda,
Kuş cıvıltıları arasında kelebekler gibi uçuşacak,
Uzun mesafeleri kısa zamanda aşıp,
Akşama, evimizin arka penceresine konacak,
Uykuya dalınca,
Gündüz hayal ettiğimizi rüyalarda da görecektik…
Büyüyecek, pembe panjurlu olmasa da
Pembe tadında bir yuvaya sahip olacak,
Gökyüzünü dolaşıp, âlemi sergüzeşt edecektik… 

Çocuksu gülüşlerin su sesiyle yankılandığı,
Öksüz, yetimlerin barınmadığı,
Kötünün, kötülerin can yakmadığı,
Karanlıkların, iyilik meşaleleriyle aydınlandığı,
Gecelerini kelebeklerin kanatlarıyla renklendirdiği,
Çocukların mutlu olduğu bir dünya…

Hayallerimiz vardı çocukken…
Üzüntü ve tasanın yerine, ümidin yeşerdiği,
İnsanların ıstırap çekmediği,
Daha çok sevileceği bir dünya…
Yaratılış fıtratına göre hareket edebilen bizlerin,
“Adalet”i hâkim kılabildiği bir dünya…
Ey beyaz zambaklar ülkesinin beyaz gülleri!
Ey masumiyetin sembolü çocuklar!
Affedin bizi, masumiyeti kirlettik!…

Memdoğlu...

11 Eylül 2017 Pazartesi

Emanet...

Paha biçilmez bir değerdir emanet.
Sevdiğin ve sevildiğin gönülde yer bulduğun,
Al! Canım, kanım senin olsun dediğin,
Ebedi bir teslimiyettir emanet…

Gözlerinden akıttığın gözyaşı,
Dilinden düşüremediğin söz,
Teninden sakınıp, kefen olarak gördüğün
Siyah perdenin indirildiği, bir güneşliktir emanet…

Dikenli yollara koşarak çıktığın,
Kör kuyudaki kızgın ateşe düştüğün,
Rüzgârın bile esip söndüremediği,
Seni sonsuzluğa götüren, sessizliğin ismidir emanet…

Bakarken kıyamadığın,
Severken doyamadığın,
Yokluğuyla yoğrulup olgunlaştığın,
Uçsuz, bucaksız yangının izidir emanet…

Hazan mevsimi Sonbahar da
Ağaçlardan dökülen yaprakların
Toz bulutlarıyla uçuşarak fırtınaya dönüştüğü,
Ve Dünya’nın merkezine düşerken
Yeniden yeşeren, umudun adıdır emanet…



Memdoğlu…

5 Eylül 2017 Salı

Sonbahar!...


Göç mevsimidir,..
Şaha kalkma, koş küheylan!...
Yüreğimin ne son-baharı,
Ne de "göç"ü son buluyor...?

Hazan mevsimidir…
Düşüyor toprağa sararan yapraklar.
Ölüm sessizliği sarmış dünyayı,
Kalp kemale ermemiş, dökülmüyor günahlar…

Hüznün sembolüdür…
Yaprağın dalından,
Sevgilinin yârinden ayrıldığı vaktin adıdır
Sonbahar...

Vuslat zamanıdır...
Kalplerin birbirine aktığı,
Ebedi kavuşmaların adıdır Sonbahar…
Son-Bahar…

Memdoğlu...

17 Ağustos 2017 Perşembe

İmtihan!...

Biz kullarına;
Cenab-ı Allah’ın bir lütfudur hayat.
Kimi zaman bolluk, kimi zaman darlık,
Bazen ferahlık, bazen de musibet ile eder imtihan.
İmtihan, evet imtihan…
Eş ile evlat ile…
Varlık ve yokluk ile…
Günah ve sevap ile…
Dost ile düşman ile…
Açlık ve tokluk ile…
En zoru da!...
Mesnetsiz bir iftira ile…
Hasılı!...
Kimilerine göre zahmet, 
Kimilerine göre ihsan olsa da
Hayatın kendisi değil miydi imtihan?
Canı yansa da insan;
Önce tahammül etmeyi öğrenmeli,
Sonra, acz ile O’na yüzünü dönmeli,
Aydınlık ve kurtuluş için ise
Şükredip, sabretmeli.
Yarabbi!...
Bela, iftira ve musibetlere karşı bize sabrı,
Bolluk ve nimetlerine karşılık şükrü öğret…
Yâ Sabır…
Yâ Şükür…
Çok Şükür…


Memdoğlu…

19 Mayıs 2017 Cuma

Ölüm de Var!...


Ahir zamanda yolculuk edip,
Dünyaya tamah edenler!...
Kardeşlerini yalnızlığa hapsedip,
Heva ve heveslerine hizmet edenler!...
Ölüm de var, unuttunuz mu?

Dost'a vefası olmayıp,
Yetim yüzü solduranlar!...
Mazluma gözyaşı döktürüp,
Zalimlerle ittifak edenler!...
Ölüm de var, unuttunuz mu?

Nakış nakış sevgiyle işlenmiş yüreklere,  
Gözyaşı ve acı katanlar!...
Kaza ve kadere inanmayıp,
İlâhî Nizam'dan  habersiz olanlar!...
Ölüm de var, unuttunuz mu?

Hak ve hakikati görmeyip,         
Adalete yüz çevirenler!...    
Masumun eli tutmayıp,
Yarasına tuz basanlar!
Ölüm de var, unuttunuz mu?

Bugün varız, yarın yokuz.
Belki son nefes, belki de son bakış,
Belki şu an, belki de tan ağarırken...
Belki bir akşamüstü...
Belki de gelecekte bir an.
Ölüm de var, unuttunuz mu?

Memdoğlu...

12 Nisan 2017 Çarşamba

Kırgınım!...


Kelâmımın karşılıksız bırakılışına,
Ettiğim tebessüme, zehirli ok atılışına,
Kalbimdeki sevginin hayalde kalışına
Bıraktığım değerlerin yok edilişine kırgınım...

Kırgınım!
Kokladığım gülün yaprak döküşüne,
Tutmaya çalıştığım elin ters dönüşüne,
Aldığım nefesin ciğerimi yakışına,
Derdimin dermansız bırakılışına kırgınım...

Kırgınım!
Yalancı baharın yeşermesine,
Düştüğüm zindana güneş doğmamasına,
Günümüz insanının dilsiz oluşuna,
Yüreğime düşen ateşin sönmeyişine kırgınım...

Kırgınım!
Masumiyetimin kanat çırpınışına,
Çektiğim acıya seyirci kalınmasına,
Verdiğim selamın alınmayışına,
Dost bildiklerimin düşman oluşuna kırgınım...

Kırgınım!
Liyakat mefhumunun kayboluşuna,
Vicdanların şifreli kasalara konulmasına
Mazlumun feryadının duyulmayışına…
Adaletin "terazisiz" bırakılışına kırgınım...

Memdoğlu...

29 Mart 2017 Çarşamba

Sesleniş!...


Beklemek!
Neyi, neden beklediğini bilmeden beklemek?
Pencerenize konacak haberci bir kuşu mu?
Sadece bir gün ömrü olan kelebekleri mi?
Çorak topraklara düşecek yağmur damlasını mı?
Ya da umuda, hayata atılacak yeni bir adımı mı?

Düşünmek!
Önce iyi olan her şeyden başlamak...
Kahkahaların eşlik ettiği,
Tebessümlerin ümit olduğu,
Sonu hep mutlu biten;
Kötülerin yer almadığı bir dünyayı mı düşünmek?
Yoksa yüzleri maskeli,
Kötülüğü meslek edinmiş, kalpleri kararmış,
Merhametin barınamadığı, adaletin olmadığı
Vicdanları, insanları mı düşünmek?

Yazmak!
Evet, sadece yazmak...
Kaleme dökülemeyen hikâyeleri yazmaya çalışmak...
O kadar zor ki bazen boynunuzu büküverir.
Ne dil döner, ne de kalem yazabilir bu çaresizliği.
Merhem olmaya çalışırsınız bu yaraya.
Ama hikâye uzadıkça serap misali kaybolur.
Siz koştukça, her şey yok oluverir bir anda.
Ne kendinize derman olursunuz, ne başkasına.
Ne bekleyebilir, ne de düşünebilir,
Sadece yazabilirsiniz...
Bulutlara...
Yıldızlara...
Gökyüzüne...

Memdoğlu...

16 Şubat 2017 Perşembe

Hiç Yaşarken Öldünüz mü?...

İyi ya da kötü güzel veya çirkin…
İnsanın yaşayacağı ne varsa,
Engel tanımaksızın görüp, yaşıyor.

“Yırtık Ayakkabı”ya üzülen çocuklarken,
Sayamasak da düşen yağmur tanelerini,
Düştüğü yerleri sevmeyi bildik…
Kuşların kanatlarına dokunamasak da
Masal diyarlarında,
O kanatlara konup uçmayı öğrendik…
Tespihin en güzelini çektiğimizde,
Sevdiklerimizi dilimize dua ettik …

Zaman nasıl da geçiyor ve geçerken,
Bizden de o derin izlerini esirgemiyor…
Derken, önce sarsıldık sonra;
Gül tohumuna zehirli sarmaşık katanlarca,
İftira ateşiyle yanan derin bir kuyuya itildik…
İns-an’ın açtığı bu yarayı anlatmaya
Kelimeler yeter, dilimiz döner mi, bilinmez?
Hâsılı, buyurun!
İşte, ins-an’oğlunun bize hediyesi (!)

Üzerinize acıyla yoğrulmuş toprak serpildi mi hiç?
Şüphe dolu bakışlarla taciz edildiniz mi?
Manasız, mantıksız sorular duydu mu kulaklarınız?
Ve açık olan kapılar bir bir kapandı mı yüzünüze?
Cadde ve sokaklara sığmaz oldunuz mu?
Hava size ulaşmadan yönünü değiştirdi mi?
Hayatın renkleri ne siyah, ne de beyazken…
Onlarca rengin arasında hiç renk-siz kaldınız mı?
Ne acıyan yerinize...
Ne de acıtan yanınıza, çaresizce bakakaldınız mı?
Öyle ki…
O taşıdığınız emanet, sırtınıza yük oldu mu?
Yani dostlar!
Siz! Hiç yaşarken öldünüz mü?

Şimdi: Uzun, uzun düşünüyor,
Ateşten kuyunun dibinden bakıyorum hayata…
Ne rüzgâr esiyor, ne kuşlar uçuyor,
Ne de ışık uğruyor.
Her yer kapkaranlık...
Buradan kimse geçmiyor.
Sanki yeryüzü sağır ve dilsiz,
Sadece ben konuşuyor, ben duyabiliyorum.
Her çığlığım tekrar büyüyerek üstüme düşüyor.
Her yakarışım, sessiz bir ok gibi beni bulup vuruyor.

Acaba diyorum?
Eksiden olduğu gibi,
Renk renk çiçeklere dokunabilecek miyim?
Bir daha ağaçları ve gökyüzünü seyredebilecek miyim?
Aydınlık günleri görüp,
Sevdiklerime tekrar kavuşabilecek miyim?
Büyükler; "Adaletin kestiği parmak acımaz" derdi...
Baş kesen ve parmak acıtmayan "adaletin terazisi",
Bizim kapımıza da uğrar mı?...
Yarabbi!...
Bizi Hak'tan ve "adaletten" ayırma...
Ya Sabır…
Ya Sabır…
Ya Sabır…

Memdoğlu