26 Şubat 2015 Perşembe

Ne Olur...

Cemreler gibi düş yüreğime
Düş ama…
Cemreler gibi gitme…
Ne olur terk etme beni!? 
Soluduğum hava ol…
Çeşmelerden dökülen su ol…
Kusurlarımı örtecek toprak ol…
Ey Can!
Gitme!

Ne Olur.

Memdoğlu...

25 Şubat 2015 Çarşamba

Kaos Senaryoları...

Ünlü Amerikalı sosyolog ve medya eleştirmeni Helbert Schiller, “Zihin Yönlendirenler”  adlı kitabının giriş bölümünde, “Realitenin kusurlu olarak algılanmasına, hayatın gerçeklerini kavrama gücünden yoksun bırakılmış bir şuurun oluşmasına sebebiyet veren mesajlar, zihin menajerlerin tarafından kasıtlı olarak üretilmiş manipülasyon amaçla mesajlardır” der. Schiller manipülasyonu ise “bir yandan çoğunluğa olup bitenlerde sanki kendisinin de aktif olarak yer aldığı inancını aşılamakta, bir yandan da bu insanların gelişmenin imkânlarından yeterince faydalanmasına engel olmaktadır” diyerek tarif eder.

Siyasi ve toplumsal mühendisler genellikle ortak hareket ederler. Hedef olarak seçtikleri konuyu gündeme getirmeden önce, yönlendirici ve spekülatif haberlerle, algı oluşturmaya ve toplumun algısını yönlendirmeye çalışırlar. Tabi toplumu dizayn etmek için yapılan bu hesaplar, bazen de karşı algı oluşmasına da neden olabilmektedir.

Toplum mühendisleri,  7 Haziran seçimleri öncesinde toplumu manipüle edecek yeni kaos senaryoları ve algı operasyonları ile Türkiye'nin iç barışını ve huzurunu bozmayı hedeflemektedirler.

İlk senaryo; üniversitelerdeki karşıt görüşlü öğrenci çatışmalarını sokağa indirmeye çalışmak. Yakın tarihe bakıldığında, halkı sokağa indirme basamağı olarak hep üniversite gençliği kullanılmıştır.

Öğrenci hareketleri açısından çok acı tecrübeler yaşamış olan Türkiye,  yıllar sonra çıkan bir çatışmada maalesef gencecik bir üniversite öğrencisini kaybetti. İzmir Ege Üniversitesi öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu,  karşıt görüşlü öğrencilerle yaşanan kavgada hayatını kaybetti. (Allah yakınlarına sabırlar versin)

            Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun ölümünden sonra artan gerginlik,  Niğde Üniversitesi’ne sıçramış, karşıt görüşlü öğrenciler arasında yaşanan kavgada, yaralanan öğrenciler olmuştur. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, olası çatışma ihtimaline karşı eğitime üç gün ara vermiştir. Son yaşanan olaylar nedeniyle üniversitelerde gerginliğin had safhada olduğu bilinmekte ve görülmektedir. Geleceğimiz olan gençlerimizi, her türlü şiddet ve çatışma ortamının dışında tutmalıyız.  

Yeni kuşaklar bilmez ama sokak çatışmalarının normalleştiği, insan ölümlerinin sıradanlaştığı ve Türkiye’nin okumuş binlerce gencinin sağcı-solcu adıyla birbiriyle kırdırıldığı 1980 öncesi yılları bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum.

Toplumun bölündüğü, kamplaştırıldığı, karşılıklı nefret duygularının doruğa çıktığı o dönemde; üniversiteler, kahvehaneler, meydanlar sağ-sol çatışmaların merkeziydi âdeta.  Sadece bir yıllık süre içerisinde (1979 Kasım’ından 12 Eylül 1980 tarihine kadar) toplam 3 bin 729 kişi hayatını kaybetmişti.

İkinci senaryo ise 7 Haziran seçimlerini AK Parti'nin kazanması halinde “Türkiye'nin bölüneceği” iddiasını dillendirmeye başladılar.  Akıl ve izandan  mahrum olan ve kendilerinin bile inanmadıkları bu iddiayla yetinmeyen iddia sahipleri, “yeni bir AK Parti iktidarında Öcalan serbest bırakılacak, serbest kalan Öcalan’ın HDP’nin başına geçerek TBMM’de siyaset yapacaktır’ diyebilecek kadar pervasızlaşabiliyor,  yalan söyleyebiliyorlar.

Devletin bu konuda Öcalan ile anlaştığını iddia edenler,  kim bilir çok yakında Süleyman Şah Türbesi’nin naklinin gerçekleştirildiği “Şah-Fırat” operasyonunu bile bu iddialarıyla ilişkilendirebilir. Burası Türkiye…

"Musul'daki personelimizi neden vaktinde tahliye etmediniz" diye feryat edenler, "Süleyman Şah Türbesi ve türbeyi koruyan askerlerimiz neden tahliye edildi?" diyebilecek kadar kendileriyle çelişebiliyorlar. Burası Türkiye…

"Şah Fırat" operasyonundan çıkan sonuç:  Açık ve net bir ifadeyle, Türkiye'nin Orta Doğu’daki yeni stratejik ortağı Kürtlerdir.

Türkiye’de oluşturulmak istenen korku imparatorluğuna ve bölündük-bölünüyoruz paranoyası ile yoğun dezenformasyon çalışmalarınıza rağmen, çözüm süreci er ya da geç başarıya ulaşacak; kazanan barış olacaktır.

Kirli ittifaklar, kaos senaryoları ile seçimleri manipüle etmeye çalışanlar, 7 Haziran’da bir kez daha utanacaklardır.



20 Şubat 2015 Cuma

Filistin..!

İslam coğrafyasının kanayan yarası,
Kadın ve çocukların ölüm tarlası,
Yetim, öksüz ve evsizlerin yuvası
Boynu bükük, sahipsiz ülke FİLİSTİN.

Ezan sesleri yükselirken minarelerden,
Şafak söküyordu Gazze’de, yine kan kırmızısı.
Yağıyordu gökyüzünden bombalar,
Katlediliyordu masumlar ve çocukların günahsızlığı.

Şahit olunca bu vahşi ve büyük zulme,
Utanıyordu güneş, perde çekiyordu gözlerine.
Fosfor bombaları kusarken yine ölümü,
Çaresizce izliyor, feryat ediyor, ağlıyordu bulutlar.

Devam ediyor İsrail’in işgali, izliyor Batı.
Sabrediyor FİLİSTİN, “bitecek bu zulüm” diye.
Sığınıyor Allah’a, kaybetmiyor ümidini,
Ve özlemle bekliyor, yeni Selahaddin’ini.

Memdoğlu...

18 Şubat 2015 Çarşamba

Süreçteki Yeni Eşik İç Güvenlik Paketi

Yıllardır çözümsüz kalmış, Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olan Kürt sorunu, sadece bir partinin sorunu olmadığı gibi, soruna çözüm bulmak da bir partinin sorunu değildir,  olmamalıdır. Kürt Sorunu Türkiye’nin sorunudur, partiler üstü bir sorundur. Sorunu çözmek de Türkiye’nin sorunu olmalıdır, partiler üstü olmak zorundadır.

Geldiğimiz aşamada, sorunun çözümüne yönelik önemli mesafeler kat edilmiştir. Pansuman tedbirler amaçlanmamalı,  kesin ve kati bir çözüm hedeflenmelidir.

 Genel gündemini seçim çalışmalarının meşgul ettiği Türkiye’nin siyasi gündemi yine değişti. TBMM’de görüşülen İç Güvenlik Paketi yasa tasarısı ile buna bağlı olarak Çözüm Süreci siyasi gündemimizin ilk sırasına oturdu.

İç Güvenlik Paketi’ne en sert tepkiyi, seçimlere parti olarak katılacağını açıklayan HPD’nin yapması ve Çözüm Süreci’nin geleceğini İç Güvenlik Paketi ile ilişkilendirmesi toplumun zihninde soru işaretleri oluşturmaya yetti.

Hatırlanacağı üzere HDP, 2014 yılı içerisinde Lice’de meydana gelen olayları, Kobani’yi ve son olarak Cizre olaylarını da Çözüm Süreci’nin başarıya ulaşmasıyla ilişkilendirmişti.

Kandil’den dönen HDP-İmralı heyetinin yapmış olduğu yazılı açıklamada, Kandil’in de “İç güvenlik paketini çıkarmanın müzakere sürecini de tehlikeye atacağı, paket zihniyetinin müzakereye gelmeme zihniyeti olduğu net olarak ifade edilmiştir.”  diyerek, çözüm sürecini iç güvenlik paketiyle ilişkilendirmesi, PKK’nın sürece ilişkin samimiyetini açıkça göstermektedir.

Toplumun gündelik yaşamında önemli değişiklikler getirecek olan, demokrasinin temsil edildiği TBMM’de; hiç de demokratik olmayan görüntüler ışığında görüşülen, İç Güvenlik Paketi’nin tartışılan maddelerine gelince…

2007 yılında Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu (PVSK) yapılan bir değişiklikle polis, durdurduğu şüpheliden aracının torpido ve bagaj gibi kapalı bölümlerinin açılmasıyla, şüphelinin üzerindeki giysilerini çıkarmasını talep edemiyordu. TBMM’deki paketin, mevcut haliyle geçmesi halinde; söz konusu arama mülki amirin yetkilendireceği kolluk amirinin verdiği yazılı emirle, acil durumlarda ise sözlü emirle yapılabilecek.

CMK’nin 91.Maddesine göre gözaltına alma kararı yargının yetkisi altındayken, İç Güvenlik Paketi’ne göre kanunla belirlenmiş suçları işleyenler hakkında ve mülki amirin belirlediği kolluk görevlilerine (sınırlı olmak kaydıyla) gözaltına alma yetkisi veriliyor. (AB’ye üye birçok ülkede “suçüstü” hallerinde polisin gözaltına alma yetkisi var)

Tasarının en çok tartışılan ve polisin silah kullanma yetkisi genişleten maddesine göre; molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenler hükmü ekleniyor.

Gösteri ve yürüyüşlerde havai fişek, molotof, demir bilye ve sapan gibi araçları taşıyanlara veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen örtenlere 2 yıl 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Ayrıca yasadışı örgüt amblem, işaret ve üniforması ile gösterilere katılanlar için 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası getiriliyor.

Son dönemlerdeki gösteri yürüyüşler sırasında meydana gelen olaylarda, yüzleri maskeli ve üniformalı eylemciler ön plana çıkmışlardır. Bu ve benzeri durumlarda devletin meşruiyeti tartışılmaya başlanmıştı.

Görüşmeler sırasında sert tartışmaların yaşandığı bir başka düzenleme ise 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun ilgili maddesine eklenen madde ile mülki amirlere (valilere) lüzumu halinde kolluk amir ve memurlarına suçun aydınlatılması ve suç faillerinin bulunması için emir verme yetkisinin getiriliyor olması.  Yine valilerin, kamu düzeni ve güvenliği ile şahısların can ve mal emniyetini sağlamak için bütün kamu kurumlarının ambulans, itfaiye, çekici, iş makinesi gibi araçları ve ilgili personeli kullanma yetkisiyle yetkilendirilmesi.

Bir başka tartışmalı madde ise PVSK’nın ek 7. Maddesine ve Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanunu’nun ek 5. Maddesinde var olan, hâkimin 24 saat içerisinde karar vereceğine dair düzenlemenin 48 saat olarak ve ilgili kararın sadece Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilmesi hükmüne bağlanıyor.

İktidarlar öncelikle bireysel özgürlükleri genişletecek, kamu düzeni ve güvenliğini sağlayacak ve aynı zamanda vatandaşın can, mal ve namusu koruma altına alabilecek düzenlemeler getirmelidirler.

Geçmişteki uygulamalara bakıldığında, polise verilecek geniş yetkilerin yeni suistimallere sebebiyet verebileceği ve insan hakkı ihlallerinin yeniden Türkiye’nin gündemini meşgul edeceği ihtimalini unutmamak gerekir.

Bir dönem AİHM’in özellikle insan hakları ihlalleri nedeniyle en fazla mahkûm ettiği ülke olduğumuzu da unutmayalım.

Son söz: Sürecin uzadığı ve çözümün geciktiği her gün, KCK-Kandil’in eli güçlenmeye devam edecektir. PKK’nın istediği de budur. 

16 Şubat 2015 Pazartesi

Şair ve Şiir

Şair, sevgiliyi yazan
Ve onu en güzel kelimelerle anlatabilen
Gönül ehli söz ustalarıdır...

            Şiir, sevgiliye duyulan özlem,
Ona yazılan,
Ve onu anlatan en güzel söz dizisidir.

Şiir; hasrettir, ayrılıktır, feryattır,
Hüznün sembolü sessiz çığlıklardır.
Şiir, sevinç ve mutluluğun adıdır...  

Sevgili kalpte yer edinendir.
Sevgili; annedir, babadır, eştir,
Kardeştir, evlattır, dosttur...

En büyük şair O’dur.
En güzel Sevgili Habib’idir
En güzel şiir, O’nun eseridir.

Memdoğlu...

13 Şubat 2015 Cuma

Kar Taneleri...


Uçun kar taneleri uçun!...
Gurbetten sılaya uçan kuşlar gibi,
Yâr’e haber götürün…
Beyaz kelebeklerin dans ettiği ahenkle,
Gökyüzünde dans ediyor…
Gelinlik misali sarıyor bahçedeki çam ağaçlarını
Kefen oluveriyor, örtüyor toprağı kar taneleri....

Üşüyorum.
Düşününce seni, yüreğim ısınıyor,
Kalbim bir başka çarpıyor, bedenim titriyor.
Sesleniyorum…!
Ne olur ölmeyin?
Sevgilinin ipeksi teni gibi örtün üstümü.
Uçun kar taneleri, uçun!
Gönlümün sultanına selam götürün.

Memdoğlu...

12 Şubat 2015 Perşembe

Atıl Bürokratlar

İsraf, kelime olarak gereksiz yere para harcama ve savurganlık anlamına geldiği gibi, meşru sınırların ötesine geçme; imkânları ve sahip olunan değerleri, gerekli görülen yerler dışında veya gereğinden fazla harcama anlamına da gelmektedir.

İsraf denilince aklımıza öncelikli olarak para, mal ve mülkün israfı geliyor. Oysaki israf sadece mal ile olmuyor. Ekmek, su, giyim, enerji, kâğıt israfının yanında kelam, (söz) işgücü, zaman ve hepsinden önemlisi ömrün israfı denilen, hayatımızı faydasız şeylerle meşgul etmeyi de sayabiliriz.

Yazımıza konu olan israfın çeşidi, devlet kurumlarında (özellikle bakanlıklar ve bağlı genel müdürlükler ile bazı üst kurullar) “strateji ve APK uzmanı, müşavir, uzman”  gibi kadrolarda bulunan ve işgücü israfı içerisinde değerlendirebileceğimiz atıl durumdaki bürokratlardır.

Türkiye’de kamu personel rejiminde önemli sorunların olduğu ve sistemin temelinde liyakat, kariyer ve sınıflandırma ilkelerinden kaynaklı problemlerin varlığı bilinmektedir. Mevcut kamu personel yönetiminin modern insan kaynakları yöntemlerinden uzak olduğu ise bir başka eksiğimizdir.

Kendi alanlarında yetişmiş birer uzman olan bu bürokratlar, maalesef farklı tercihler (siyasi düşünce, politik tercih, inanç vb.) nedeniyle çoğunluğu hiçbir iş yapmadan çalıştıkları kurumlardan hatırı sayılır oranlarda maaş almaktadırlar.  Bu kurumların başında Emniyet Genel Müdürlüğü ilk sırada yer almaktadır.

 Türkiye’de 81 il var.  Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde birinci sınıf emniyet müdürü sayısı iki bine yaklaşmış durumda. Hepsinin bir anda il emniyet müdürü olmaları mümkün değil. Polis müfettişleri ve başmüfettiş olarak istihdam edilenler çıkarıldığında, yüzlerce birinci sınıf emniyet müdürü yaş haddinden emekli olacakları günü beklemektedirler. Bu durum, 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun günümüz şartlarına uygun olarak düzenlenmesini zorunlu kılmaktadır.

Bir başka örnek,  devletin yayın kanalı olan TRT Genel Müdürlüğü. Özellikle son yıllarda yönetim kadrolarında sıklıkla yaşanan değişiklikler nedeniyle Genel Müdürlük bünyesinde yüzlerce eski yönetici “strateji uzmanı” kadrosuyla işlevsiz bir durumda beklemektedir.

Yine geçtiğimiz yıl yasalaşan Millî Eğitim Temel Kanunu ile atıl durumdaki yüzlerce bürokratın eğitime kazandırılması planlanmış olmasına rağmen, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde de atıl durumda bekletilen yüzlerce bürokrat bulunmaktadır. Örnekleri çoğaltmak mümkün, benzer sorunlar birçok bakanlıkta da yaşanmaktadır.

Medyaya da yansıyan ve geçtiğimiz günlerde TBMM’de önce alt komisyonda, daha sonra üst komisyonda AK Parti milletvekilleri tarafından verilen ve son anda geri çekilen önergeye göre, bazı bürokratların görev süreleri dört yıl ile sınırlandırılması planlanıyordu. Görev süreleri dört yıl ile sınırlandırılması düşünülen bürokrat kadroları:

Başbakanlık, bakanlıklar ile bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların merkez teşkilatında ek göstergesi 6 bin 400 ve daha yüksek tespit edilen yönetici kadrolar,

Merkez teşkilatında genel müdür yardımcısı, birinci hukuk müşaviri, daire başkanı, grup başkanı, yükseköğretim kuruluşlarının genel sekreter ve genel sekreter yardımcısı ile ek göstergesi genel müdür yardımcısı düzeyinde veya daha yüksek tespit edilen kurum, kurul ve birim başkanı, kurum, kurul ve birim başkan yardımcısı unvanlı kadrolar,

Taşra teşkilatındaki il ve bölge teşkilatlarının en üst yöneticisi konumundaki defterdar, başkan, müftü ve müdür unvanlı kadrolar.

Bu kadrolara atanan bürokratlar, görev süresi 4 yılla sınırlı olmakla birlikte süresi dolmadan da her zaman görevden alınabilecek.

Mevcut bürokratlar açısından dört yıllık süre, yeni yasanın yürürlüğe gireceği tarihte başlayacak. Fakat hükümet birlikte çalışmak istemediği mevcut bürokratları, dört yıllık sürenin başladığı günün ertesinde görevden alabilecek.

Pansuman tedbirlerle sorunlar geçici olarak çözebilir ancak ülkenin ve toplum olarak, ulaşmak istediğimiz hedefleri gerçekleştirmek için, öncelikli olarak demokrasinin çıtasını yükseltecek, katılımcı, sivil yeni bir anayasa hazırlamak; yeni anayasa ile birlikte, mevcut atıl durumdaki personeli değerlendirecek kamu personel reformunu devreye sokmalıyız. 

5 Şubat 2015 Perşembe

HDP’nin Seçimi!

Türkiye bir kez daha seçim atmosferine girmiş bulunuyor. Bir yandan son oy oranları ile ilgili anket şirketlerine anket üstüne anket yaptıran siyasi partiler, diğer yandan milletvekili listelerine girmek için parti genel merkezlerinde kulis yapan aday adayları. Ve seçimin kilit partisi HDP üzerine (%10 seçim barajına ilişkin) oynanan iddialar. Görüldüğü üzere, 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimleri öncesinde gündemimizi HDP meşgul etmiş durumda.

HDP’nin seçimlere parti olarak gireceğini açıklamasından sonra, HDP’ye ilişkin farklı değerlendirmeler yapılmaya başlandı. Seçim barajını aşamaması halinde AK Parti ile anlaştığı yönündeki spekülasyonlardan tutun da, kendi yerel meclislerini kuracakları iddialarına varıncaya kadar. Oysa sivil Kürt siyasetinin yönünü belirleyen tek etken Öcalan’dır.

HDP, elindeki bazı verilere göre seçimlere parti olarak gireceğini yönünde bir açıklama yaptı. Tabi bunu salt parti iradesi olarak değerlendirmek yanlış olur. HDP’de iki türlü irade beyanı vardır: Biri İmralı diğeri ise Kandil. HDP, İmralı ile Kandil arasında sıkışmış bir vaziyette.  Son gelişmelere bakıldığında Öcalan’ın etkinliğinin ön plana çıktığını söyleyebiliriz.  Buna rağmen HDP,  kamuoyunu gözlemler, kendi iradesi ile hareket ederse, barajı geçmeleri sürpriz olmaz.

HDP’nin seçimlere parti olarak gireceğini açıklamasından sonra 68 kuşağının eski ve hızlı solcuları ile kendilerini sosyal demokrat olarak ifade eden çok sayıda siyasetçi ve gazeteci, bir anda HDP hayranı olmaya başladılar. Bu hayranlıklarının mihenk noktası ise AK Parti düşmanlığı. Türkiye muhalefeti, salt AK Parti düşmanlığını terk etmeyip, alternatif politikalar üretmediği sürece, AK Parti’yi iktidardan uzaklaştıramayacaklardır.

Peki, HDP barajı aşabilir mi?  Bir ihtimal. Nasıl mı?

Son günlerde, Öcalan’ın 21 Mart Nevruzu’nda PKK’ya yapacağı Türkiye’ye yönelik silahlı faaliyetlerine son verme çağrısını öne aldığı ve bu yönlü çağrısını, yakalanma yıldönümü olan 15 Şubat’ta yapacağı iddia ediliyor.

Öcalan’ın kuvvetle muhtemel bu yönde yapacağı çağrı sonrası, (Eğer PKK da bu çağrıya karşılık verirse) Türkiye’de yeni bir normalleşme yaşanır. HDP’de bu ortamda Türkiye’yi, gerecek-kutuplaştıracak, tahrik edebilecek söylem ve ifadelerden uzak durur ve daha önce kendisine oy vermemiş Kürtleri kendisine oy vermeye ikna edebilecek yeni söylemler geliştirebilirse bu ihtimal gerçekleşebilir.

Ancak silahı kendisi için bir güç, Türkiye’ye karşı bir tehdit unsuru olarak bulundurmaya devam edecek PKK’nın varlığı halinde, HDP’nin %10 seçim barajını geçmesi mümkün değildir. Bir başka ifadeyle, HDP’nin barajı aşması, PKK’nın Türkiye’ye karşı silahlı faaliyetlerine son verdiğini açıklamasına bağlıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da dâhil,  siyasi partiler ve siyasi analizcilerin, daha şimdiden gündemlerine HDP’yi almaları, seçimin AK Parti ile HDP arasında geçeceğini gösteriyor.

HDP’nin %10 seçim barajını aşamaması durumunda, böyle bir sonuç siyasal olarak belki AK Parti’ye yarayacaktır ama bölgenin siyasi konjonktürü gereği, bu durum AK Parti’yi ve Türkiye siyasetini olumsuz yönde etkileyecektir.  

HDP’nin Meclis’te olmamasının en büyük riski ise PKK’nın, yurtiçi ve yurt dışında kendi propagandasına malzeme edebileceği yeni bir argümana sahip olması olacaktır. 

HDP, her şeye bahane üreten siyasi mantığını terk etmeli ve kendisiyle yüzleşmelidir. Kürt Siyasetini en iyi analiz edebilen gazetecilerden biri olan Orhan Miroğlu’nun: “HDP çözümün güçlü bir muhatabı olamadı ve süreç asıl olarak hükümetin ve Öcalan’ın tavır ve tercihleri sayesinde devam etti. HDP’nin çözüm sürecinde oynadığı rol, İmralı ve Kandil’in ötesinde bir rol değil. Ve çözüm süreci asıl olarak bugün İmralı PKK’siyle sürüyor. HDP’nin İmralı ve Kandil’den aldığı mesajları muhataplarına götürmek ve Öcalan’ın talimatlarını halka taşımak dışında, ciddi bir katkısı olmadı” analizi, HDP’yi anlatmak için yeterlidir.

HDP’nin hedefi Türkiye partisi olmak ise ilk olarak tüm Türkiye’ye hitap edecek siyasi bir dil ve üslup üretmelidir.

Sonuç olarak, barajı aşacak bir HDP’ye Türkiye’nin saygı duyması gerekir. Aksi bir sonuçta ise parti tabanının ve HDP’nin saygılı olması gerekir. İki yıl önce başlatılan çözüm sürecini, HDP'nin seçim başarısına endekslemek doğru değildir. Neticede seçime parti olarak katılma kararı HDP'nin tercihidir, HDP'nin seçimidir.

3 Şubat 2015 Salı

Nerede?


Akşam olunca hüzün çöker içime,
Sorarım kalbime sevdiklerin nerede?
Uzaklardan bakıp, parlayıp sönen,
Hani kömür karası gözlerin şimdi nerede?

Yıldızlar kaybolup tanyeri ağarırken,
Pencereme “hû” diyen kumrular nerede?
Şafakta ezan ile gönül kapımı çalan
O mis kokulu seher yeli şimdi nerede?

İlkbaharda açardı tüm çiçekler,
Dallarda uçuşan kuşların nerede?
Bülbülün sesiyle uykudan uyanan,
O mahmur bakışların şimdi nerede?

Şimşekler çakıyor, her yer karanlık
Dünyamı aydınlatacak ışığın nerede?
Ağlıyor gökyüzü, ıslanıyor sokaklar,
Gözyaşlarımı silecek mendilin nerede?

Dünya dönüyor, gündüz ve gece,
Senden önce gelenler, şimdi nerede?
Tren kalkıyor, ukbaya göç var,
Solmaz dediğin o gençliğin şimdi nerede?

Memdoğlu...