29 Nisan 2015 Çarşamba

Askıdaki Çözüm Süreci!

Genel seçimlere yaklaştığımız bu günlerde, realitelerden çok, siyasi parti temsilcilerince kullanılan popülist dil ve afaki söylemler, gündemin birinci sırasını meşgul etmiş durumda.

Türkiye dışında ve Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, “Kürt Sorunu”nun çözümüne uluslararası bir boyut kazandırırken,  aynı zamanda bölgenin huzuru için kendi problemlerini çözmüş güçlü bir Türkiye’nin varlığını da zorunlu kılmaktadır.

11 Nisan’da Ağrı-Diyadin’deki vuku bulan provokasyondan sonra, bu ülkeye barışı getireceği ümit edilen  “çözüm süreci” -adına ne denirse densin- paketlenerek bir sepete konuldu ve seçim sonrasında yeniden görüşülmek üzere âdeta askıya alındı. Oysa Türkiye’nin iç barışı, ucuz siyasi hesaplara, kişisel çekişmelere kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Peki, sürecin askıya alınmasından “en çok” kim ya da kimler mutlu olmuşlardır?

-En başından beri “Kürt Sorunu”nun çözümüne karşı olan kesimler. Çünkü bu kesimler, sürekli Türkiye’de kaos ve istikrarsızlık peşinde olan odaklardır. Onlar bu ülkenin kendi bölgesinde güçlü olmasını istemezler. Türkiye’nin yarı ölü, yarı diri kalması, bu kesimlerin uluslararası çıkarlarına daha uygun düşmektedir.

-Uluslararası istihbarat örgütlerinin kontrolünde olan Kandil’deki derin PKK ve yurt içindeki uzantıları. Silahlı mücadeleyi esas almış, SAVAMA (İran)’ın etki alanındaki Murat Karayılan, CIA (ABD) ve MI6 (İngiltere)’nın kontrolündeki Cemil Bayık ile MOSSAD (İsrail) markajı altındaki Duran Kalkan ile Kandil’in “bizim kontrolümüz dışında hareket ediyorlar” dediği YDGH mensupları.
   
-Sorunun çözümsüzlüğünden ve silahların varlığından nemalanan yurt içi ve yurt dışındaki kesimler. Bu kesimler, elinde silahı bir güç olarak bulunduran PKK’nın varlığından faydalanarak,  silah ve uyuşturucu ticareti ile insan kaçakçılığı üzerinden elde ettikleri maddi ve manevi kazançlarından vazgeçmek istememektedirler.

-7 Haziran genel seçiminde “oy kaybına uğrarız” korkusu ile seçimde bekledikleri sonucu alamama endişesi yaşayan AK Parti’li siyasetçiler. “AK Parti ile PKK anlaştı” propagandasının, geçmişte AK Parti’ye oy vermiş kimi Kürt oylarının HDP’ye, yine geçmişte AK Parti’ye oy vermiş milliyetçi oyların ise MHP’ye kayacağı endişesiyle hareket eden siyasetçiler.

-“Kürt Sorunu”nun çözümü ve “Çözüm Süreci” ile ilgili kayda değer önerileri ve politikaları olmayan CHP ve MHP

-Yüzde onluk seçim barajını geçme hesaplarını salt AK Parti karşıtlığına endeksleyen HDP yönetimi ve zaman zaman sorumsuz beyanatlarıyla siyasi ortamın gerginleşmesine neden olan Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş.

AK Parti iktidarı, kendisinin başlatmış olduğu “Kürt Sorunu”nu çözme gayretini nihayete erdirmez/erdiremezse, özellikle bölgede illerinde yaşanacak bir hayal kırıklığının da müsebbibi olacaktır. Öteden beri “AK Parti Kürtleri oyalıyor” tezi bir nevi doğrulanmış ve karşılık bulmuş olacaktır. Bu bahane üzerinden yaşanılacak muhtemel olaylar, sadece olayları başlatanlar ile sınırla kalmayacak, bu süreci selametle sonuçlandıramayan AK Parti’yi de olumsuz yönde etkileyecektir.

Süreç askıya alınmış olsa da herkesi aşan bir anlayışla, bölge insanı tarafından sahiplenilmiştir. Bölge insanı silah ve çatışmadan uzak huzurlu bir ortam istiyor. Bölge halkı, sokaklarda coşkuyla koşuşturan çocukların varlığının devamını istiyor.

AK Parti iktidarının, “paralel yapılanma” ile olan kavgası, esas itibarıyla “Kürt Sorunu”nun çözümü konusundaki yol ve yöntem farklılığından kaynaklanmamış mıydı?

Devlet, kendi otoritesine alternatif oluşturabilecek her türlü “paralel-dik” yapıya/yapılanmaya müsaade etmemelidir. Otorite varsa, devlet vardır. Devlet otoritesinin olmadığı durumlarda, farklı yapıdaki yapılanmalar, vatandaş üzerinde otorite kuracaklardır.

Bölgede paralel illegal bir KCK’nın hâlâ halktan “vergi” adı altında haraç aldığı ve “mahkemeler” kurdurarak insanları yargıladığı gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Selametle kalın efendim…

24 Nisan 2015 Cuma

Ey Oğul!...

Ey Oğul!
İnsan bedeninin mayası bir damla su,
Özü ise topraktır.
İnsan ruhunun mayası “aşk”
Özü, Kur’an-ı Kerim’dir
Unutma!
İnsanlar, ancak ve ancak
Kur’an’î bir hayatla “özü”ne dönebilirler.

Oğul!
Bil ki, kalpler fethedilmeden,
Bedenler fethedilemez.
Kendi kalbini fethedemeyen bir insan,
Başkasının kalbini fethedebilir mi?
Unutma!
Cehaletin ölçüsü:
Allah’ı (C.C) bilip, bilmeme derecesidir.

Oğul!
Hastalık, ansızın kapımızı çalıp,
Evimize gelen bir misafirdir.
Kıymet bilip, gelen ikrama;
İkram ile mukabele etmek lazım.
Derdimi seviyorum…
Derdi vereni de
Unutma!
Sevmeseydi derdi veren,
Verir miydi derd-î “Aşk”ı

Oğul!
Hüzün de bir hakikattir
Hüzün, kalbi olgunlaştırır
Tıpkı güneşin meyveyi
Olgunlaştırdığı gibi
Unutma!
İnsan kalbi hazinelerle doludur
Maharet,
Hazinenin kapısını açabilmektir.

Oğul!
Şunu bil ki:
“Yok”luk içerisinde “var”lık arıyor insan
Oysa “var”lık, yokluğun ta kendisidir.
Dünyada en büyük zenginlik “yok”luktur.
Unutma!
O’nun hazinesinde “yok”, yoktur.


Ey Oğul!
Üzül ama üzen olma…
Kırıl ama kıran olma…
Ağla ama ağlatan olma…
Sev ama sev-me-yen olma
Unutma!
Saf ve temiz bir niyet,
Kötülüklere karşı en büyük kalkandır.
Sabret ve O’na sığın…

22 Nisan 2015 Çarşamba

HDP Seçim Bildirgesi!

AK Parti ve CHP’nin ardından, HDP seçim bildirgesi de İstanbul Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde Eşbaşkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ tarafından açıklandı.

HDP’nin kuruluşunda, sivil Kürt siyasetinin seküler modernleşme konusunda “Kemalist paradigmayı” esas alacağı,  söylemlerinin özünde de bu düşünce yapısının benimseneceğinin işaretleri vardı. Dün açıklanan seçim bildirgesinin temelinde bu düşünce yapısı etkili olmuştur.

Açıklanan bildirgede özetle şu başlıklar öne çıkmıştır.

-Eşit yurttaşlık temelinde hak ve hürriyetleri güvence altına alacak, başkanlık sistemini asla kabul etmeyecek sivil bir Anayasanın oluşturulması,

-YÖK’ün kaldırılarak, yerine bir koordinasyon kurumunun kurulacağı,

-Eğitim sistemin anadil temelinde çok dilli hale getirilip 4+4+4 sisteminin kaldırılarak, sabahçı ve öğlenci sisteme son verileceği,

-Vicdani red hakkının Anayasal güvence altına alınarak, askerliğin isteğe bağlı kılınması,

-LGBT’lilere eşit bir yurttaşlık için, gerekli yasal adımların atılması,

-İl valilerinin seçimle atanması,

-Seçim barajının kaldırılarak, partilerin aldıkları oy oranında temsil edilmelerinin sağlanması,

-Anadilde ücretsiz ve tarafsız yargı hizmetiyle savcı ve avukat konumlarının eşitlenmesi,

-Koruculuk sistemimin kaldırılarak, korucuların başka alanlarda istihdam edilmesi,

-Basın özgürlüğünün sağlanması,

-Kürt sorununun bütün boyutlarıyla çözümünü ve demokratik bir Türkiye’nin inşasının sağlanması, her türlü koşulda silahsız çözüm ve demokratik siyasetin hedef alınması,

-Zorunlu din dersi uygulamasının kaldırılarak din derslerinin isteğe bağlı kılınması,

-Devletin dini alana müdahalesinin en aza indirgenmesi için Diyanet’in kaldırılması,

-Tarihte halklara yapılan soykırım ve katliamlar karşısında halklardan devlet adına özür dilenmesi,

-Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması, Türkiye-Ermenistan sınırının tek taraflı olarak açılması,

-Nükleer enerji yatırımlarının durdurulması, devam eden baraj projelerinin iptal edilmesi,

-Yeni AVM yapımına izin verilmemesi,

-Genel grev gibi hak arama süreçlerinin garanti altına alınması, hafta içi çalışma sürelerinin 35 saate düşürülmesi,

-Engelleri Kaldırma Bakanlığı’nın kurulması.

HDP bildirgesindeki birçok benzer maddeyi, diğer siyasi partilerin seçim bildirgelerinde görmek mümkün olsa da HDP, tüm Türkiye yerine; sol, sosyalist kesimler ile ulusalcı Kürtlere yönelik ve aynı zamanda Gezi ruhuna uygun; “demokratik özerkliği” hedefleyen bir bildirge açıklamıştır.

Bildirgede açıklanan kimi maddeler, “Tarihte halklara yapılan soykırım ve katliamlar karşısında halklardan devlet adına özür dilenmesi” HDP’nin Türkiye partisi olacağını vaat eden iddiasına ters düşmüştür.

Yine, “Diyanet İşleri Başkanlığı”nın kaldırılmasını fikri, jakoben-seküler bir düşüncedir.  

Daha önce kendilerine oy vermemiş inançlı, Türkiye vatandaşı hiç bir Kürdün bu bildirgeye evet diyebileceğini sanmıyorum.

Sonuç olarak, ülkemizde bir proje olarak başlatılan ve esasta toplumu topyekûn dönüştürme ve evrimleştirmeyi amaçlayan “laisizm ve sekülerizmin” bir benzeri HDP eliyle, Kürtler üzerinde uygulanmaya çalışılmaktadır. 

18 Nisan 2015 Cumartesi

Dikenin Derdi...


Diken’di…
Görüntüsü ve şekliyle hasedin simgesi,
Acıyla dökülen gözyaşı damlası…
Gül sevenleri acıtsa da
Gül, dikenine gülerdi.
Güle olan aşkından,
Diken, gülü koklayanı,
Desteleyeni kıskanır, onları incitirdi.
Gül’dü…
Rüzgârın önünde raks eden inci,
Kokusu ve rengiyle çiçeklerin sultanı…
Gül, dikenle beraber olduğu için
Hem ağlar, hem de gülerdi.
Dikenin sayesinde, hoş kokular saçar,
“Gülmeyi de ağlamayı da dikenden öğrendim” derdi.
Diken, acı verse de gül dalında olduğundan...
Haliyle, karakteri ve tabiatı “gül” kokardı.

Mevlânâ; “Gül o güzel kokuyu,
Diken ile hoş geçindiği için kazandı” derdi.
Âşık ta “derdim var” derdi
Oysa gülün bülbüle, bülbülün güle derdi
“Olur mu?” demeyin!
Dikenin de vardı bir derdi.
Hem de ta derinden
Derdini de sadece “gül”e derdi.
“Gül deste, gül deste
Güllerin gülü, güldeste
Gül, En Sevgili’yi hatırlatıyor
Kâinatın Gül’ü, güldeste” derdi…


Memdoğlu...

17 Nisan 2015 Cuma

Ziya Gökalp’in Kitabındaki Büyük Tahrifat!

Tarih bir milletin hafızasıdır. Tarih bir milletin geçmişiyle birlikte, geleceğinin de aynasıdır. Tarihini bilmeyen toplumlar, izmihlale mahkûmdurlar. Tarihinden korkan değil, yüzleşen bir millet olmalıyız. Tarihimize hissiyatla, önyargılarla, ön kabullerle, taassupla yaklaşmamalıyız. Geçmişimizden korkmadan, gelecek nesillere doğru ve objektif bir tarihi miras bırakmak asli vazifemiz olmalıdır. Kaç kişimiz tarihini orijinal kaynaklarından okuyabiliyor? “Sadeleştirme” adı altında tarihi kaynaklarımız maalesef tahrif edilmiştir.

Bilindiği üzere Ziya Gökalp, 1876-1924 yıllara arasında yaşamış, İkinci Meşrutiyet’ten başlayarak, Türkçülük akımının en büyük temsilcisi olmuş, toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Ziya Gökalp’in kitapları bile tahrif edilmiş, orijinal nüshalarda yer alan “Kürd, Laz ve Çerkes” ifadeler; sadeleştirme adına çıkartılmış, tarih âdeta katledilmiştir.

1918 yılında basılan “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak” kitabının orijinalini, Türk Kültür Yayını 4. serisi olan ve Ferhat Tamir’in sadeleştirmesiyle Özdemir Basımevi’nde 1977 yılında üçünü baskısı yapılan nüshasıyla karşılaştırma imkânı bulduk.

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 8:



Tıpkı Çevirisi: “Türklerin de vicdanları tahlil olunursa görülür ki bir Türk, kızını bir Araba, bir Arnavuda, bir Kürde, bir Çerkese tezviç edebilir, fakat katiyen bir Finlandiyalıya, bir Hıristiyan Macara tezviç edemez. Bir Budist (Boudhiste) Moğolun, bir Şamanî Tonğuzun kızını da İslâm yapmadan alamaz.”


1977 Baskısı, sayfa 15: “Türklerin de vicdânları incelenirse görülür ki bir Türk, kızını bir Arabla, bir Arnavudla, evlendirebilir, fakat aslâ bir Finlândalıyla, bir Hristiyan Macarla evlendiremez, bir Budist (Boudhiste) Moğolun, bir Şamânî Tonguz’un kızını da İslâm yapmadan alamaz.”

Sadeleştirilerek tahrif edilen 1977 baskısında “bir Kürd” kelimesinin yanında “bir Çerkes” ifadesinin de çıkartıldığı görülmektedir. Ne amaçla çıkarılmış olabileceği ise kamuoyunun malumudur.

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 26:




  Tıpkı Çevirisi: “Süruri’nin Refi’ Amedi’ye hitap ettiği “Men û tu her du ne şehriyem kî men Tirk û tu Kurd” mısraından da anlaşıldığı vecih ile “Şehrî” ne Türk, ne Kürd, ne Arap, ne Arnavud’du. Bütün milliyetlere düşman bir heyet. Bu heyet, Arabı beğenmez, Kürdü istihfaf eder, Lazla eğlenir, Türk’ü tahkir ederdi.”

1977 Baskısı, sayfa 26: “(Şehrî) ne Türk, ne Arap ne Arnavut’tu: Bütün milliyetlere düşman bir topluluk. Bu topluluk, Arab’ı beğenmez, Arnavut’la eğlenir, Türk’ü hor görürdü.”

1977 yılında sadeleştirilerek yapılan baskıda “Süruri’nin Refi’ Amedi’ye hitap ettiği “Men û tu her du ne şehriyem kî men Tirk û tu Kurd’ mısraından da anlaşıldığı vecih ile” bölümünün tamamının, aynı paragraftaki “ne Kürd ve Lazla” kelimelerinin de yer almadığı görülmektedir. 

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 28:


 Tıpkı Çevirisi: “Bu telkinleri yalnız Arnavud gençlerine mahsur değildi. Arap ve Kürd gençlerine de bu düşünceyi telkine çalışıyorlar, hatta Türklerin cibilliyetsiz ve barbar olduğuna Türkleri bile inandırmaya gayret ediyorlardı. O vakit zaten Türk unvanını kabul eden bir fert yoktu.”

 1977 Baskısı, sayfa 39: “Bu telkinleri yalnız Arnavut gençlerine yapmıyorlardı. Arap gençlerine de bu düşünceyi aşılamaya çalışıyorlar, hatta Türklerin soysuz ve barbar olduğuna Türkleri bile inandırmağa gayret ediyorlardı. O zaman zaten Türk adını kabul eden bir fert yoktu.”

1977 yılında sadeleştirilerek yapılan baskıda da Kürd kelimesinin yer almadığı görülmektedir. 

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 44:

            
           Tıpkı Çevirisi: “Nasıl ki İslavlar, Latinler ve Kürdler kadim zamanlardan beri müteaddid kavimlere ayrılmışlardı. (Bugün Kürdler, biribirinin lisanını anlamayan beş kavimden müteşekkildir.) Fakat Türkler, göçebe hayatı yaşadıkları için mazide böyle bir iftiraka uğramadılar.”

1977 Baskısı, sayfa 60: “Nasıl ki İslâvlar, Lâtinler eksi zamanlardan beri birçok kavimlere ayrılmışlardı. Fakat Türkler göçebe hayatı yaşadıkları için geçmişte böyle bir ayrılığa uğramadılar.”

1977 yılında sadeleştirilerek yapılan baskıda, ilgili bölümdeki Kürdler” ile  (Bugün Kürdler, biribirinin lisanını anlamayan beş kavimden müteşekkildir.) cümlesinin yer almadığı görülmektedir.

Her ne kadar 1977 baskısının önsözünde “Bu baskıyı yaparken eserin dilinde bir sadeleştirme yapma yoluna gittik. Fakat bunu yaparken yazarın üslubunun değişmemesine dikkat ettik. Hele Ziya Gök Alp’ın çoğunu Türkiye’de ilk defa kendisinin kullandığı ilmî kelimelere (terimlere) hiç dokunmadık, aynen bıraktık (mefkûre, hars v.b). Değiştirmediğimiz kelimeler çoğunlukla o günkü konuşma diliyle ilgili olup, bugünkü konuşma dilinde olmayan kelimeler olmuştur.” (Ferhat Tamir/Edebiyat Öğretmeni) “yazarın üslubunun değişmemesine dikkat” edildiği belirtilmiş olsa da, bunun sadece bir iddiadan ibaret olduğunu, sadeleştirilmesi yapılan kitaptaki “tahrifatlar”la tebarüz ettiğine sizler de tanıklık ettiniz.

Kitabın sadeleştirilmesini ve çevirisini yapanlar, bin yıldır beraber yaşadıkları Kürtleri yok saymış, maalesef Ziya Gökalp kadar dahi cesur ve objektif olamamışlardır.

Yine dikkatimizi çeken bir başka nokta, kitabın (Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak) orijinal baskısında yer almamasına rağmen, (80. sahifeden sonrasında) Ziya Gökalp’in değişik zamanlarda, farklı konuları içeren makalelerinin de yer alması olmuştur.

Toplumunun tüm kesimlerinin duyarlı olmasını temenni ediyor, ilgili kesimlerin sorumlu davranarak, tarihi belgeleri sadeleştirme adına her türlü tahriften korumalarını diliyorum.


16 Nisan 2015 Perşembe

Gaziya Pêxember (Peygambere Nida/Çağrı)

Li van çol û van beyaran, em in nenas û bêkes
Her rêzan û rênîşanê, vê civakê her dem tuyî.

Li nav hov û van kûviyan, tenha mam im ez îro
Piştevan û destegîrê m’her dem û çax dîsa tuyî

Tuyî serdarê ometê, tuyî serwerê cîhanê
Ji bo heyber û hebûnan, nav û nîşan her dem tuyî


Rêber tuyî, serdar tuyî, pêşengê min her dem tuyî
Zana tuyî, danas tuyî, mamostê min her dem tuyî

Taca seran, eşqa dilan, stargehî j’bo mezlûman
Tuyî qasidê Xweda y’min, pêxemberê m’her dem tuyî

Şeng û şahî rêka te ye, tuyî asoyê rehmetê
Bê te cîhan şevtarî ye, rohnîdarê m’her dem tuyî

Li asoyan wek tav hilat, bi te şa bûn hemû welat
Bûn asûde w’tev hêwirîn, xemrevînê m’her dem tuyî

Tîrejên ku ji te derhat, rewneq veda l’şar û kelat
Tuyî mizgîn, tuyî xelat, doz û daxwaz her dem tuyî

Mizgîndarî j’bo mirovan, parêzvanê dad û maf î
Nimûneya dilovanyê, mehdervanê m’her dem tuyî

Dilê tije b’kul û keser, li hawîrdor bibû heder
Tu bûy bijîşk û şîfadar, da û derman her dem tuyî

Bê te dilê m’jar û xemsar, her bedbîn û sîtemxwarim
Lê min bawer heye her dem, hêvî w’biryar her dem tuyî

Şagirdên te, şerwanên te, hemû bi nav û bi deng in
Rengareng e ometa te, boyaxkarê m’her dem tuyî

Rohnî l’dinê te belav kir, li bindestan te çav vekir
Ê d’xewê de te hişyar kir, her qaîd û pêşber tuyî

Reben, pepûk û belengaz, kesên bêkes, jar û lawaz
Bi yek dengî dikir awaz, bersivdanê wan her tuyî

Hemû pêxwaz û belengaz, jar û xizan kesên lawaz
Ji Xwedê b’lava û daxwaz, mehdervanê wan her tuyî

Ên ku zordar û sîtemkar, ên ku kedxwar û xwînxwar
Te ew ji jor tev anîn xar, şoreşvanê dadmend tuyî

Kes û civak, mal û malbat hemû êl û xizm û ezbat
Digel nûra b’te re hîlhat, aştîsazker her dem tuyî

Çi keç û jin, kole w’nezan, te hişyarkir ew tev rabûn
Yekser rizgar û azad bûn, piştevan û destek tuyî

Mirin heye, nîne veger, disojînim can û ceger
Her asûde w’aramya me,  fêrhatim ku meger tuyî

Qîrînan bindestên cîhan, hilkişiya banê gerdûn
Kom u girsê gelên zebûn, îro l’ bende w’hêviya teye

Em her û her li pey te nin, şopajotên doza te nin
Cangorî û pakrewanin, her armanc û mebest tuyî

Yunus Amedî/2010 


14 Nisan 2015 Salı

Barışa Sıkılan Kurşun!

2012 yılının son aylarında “Çözüm Süreci” başlatıldığında, çözümün zor ve zahmetli bir süreç olduğuna vurgu yapmıştık. Çözüm istemeyen derin odakların kritik zamanlarda ve kritik yerlerde süreci sabote edebilecek provokasyonlara başvuracaklarına dikkat çekmiştik. İki buçuk yıllık süre içerisinde, süreci sonlandırabilecek ciddi badireler ile karşılaşılmış olsa da “kan emiciler”in hevesleri kursaklarında kaldı.

Hatta geçtiğimiz hafta içerisinde önce KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık Alman WDR ve NDR televizyonlarına yapmış olduğu açıklamada: “PKK adına Alman halkından özür dilerim. Bir daha böyle şeyler yaşanmayacak… Artık savaşa yeter diyoruz. Ne biz ne de Türk Devleti savaş sayesinde amacına ulaşabildi.”dedi. Sonra HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise “Hiçbir siyasi parti düşmanımız değildir, tamamı bizim siyasi rakibimizdir. Hiçbir partinin adayı, bizim dışımızdaki partilerin hiçbirinin adayı, bizim düşmanımız değildir. Tamamıyla insanî, dostani ilişkilerle bu seçim kampanyasını yürüteceğiz.” diyerek, seçim dönemine ilişkin sert bir üslup kullanmayacaklarının sinyallerini verdi.

Hassas, hassas olduğu kadar hayatî öneme haiz bir seçim atmosferine girdiğimiz bugünlerde Ağrı Diyadin’den gelen ve alenen büyük bir provokasyon olduğu belli olan çatışma haberleriyle birlikte ülke insanı,  “Ne oluyor, her şey bitiyor mu?” sorularıyla karşı karşıya kaldı. Ağrı’daki provokasyon, 7 Haziran seçimleri düşünüldüğünde, öncekilerden çok daha ciddidir, ciddiye alınmalıdır.

Öcalan’ın son Nevruz da okunan mesajında, -PKK içerisinde, azımsanamayacak derecede bir direnç ile karşılansa da- PKK’ya silahlı faaliyetleri bırakmak için kongre yapma çağrısından sonra genel beklenti, -ciddi bir provokasyonla karşılaşılmadığı takdirde- PKK’nın 7 Haziran seçimleri öncesi bu kongreyi toplayacağı yönündeydi.

Seçimlere yaklaştığımız bugünlerde  “bölge genelinde seçmen üzerinde etkili olmak için PKK silaha başvurdu”  tezi en çok da HPD’yi zor duruma düşürecektir. Silahın varlığı, daha önce HDP’ye oy vermemiş ama bu seçimlerde HDP’ye oy verebilecek kesimlerin bu kararından vazgeçmeleriyle sonuçlanır. KCK’nın muhtemel kongre kararı, Öcalan’ın daha önceki çağrısına rağmen sınır dışına çıkmayan silahlı unsurların,  ülke dışına çıkmasını zorunlu kılıyor.

Kamuoyu araştırma şirketlerinin seçim sonuçlarına ilişkin yapmış oldukları anketlerde,  az da olsa AK Parti’nin oy kaybı yaşandığı, HDP’nin, seçim barajını geçebilecek orana ulaşamayacağı ancak oy oranında ciddi bir artış olacağı yönündeydi.

Genel Kurmay Başkanlığı’nın Ağrı’daki çatışmaya ilişkin yayınladığı "Yukarıtütek köyü bölgesinde Bölücü Terör Örgütü mensubu teröristlerle çıkan çatışmada yaralanan dört personelimizin, havadan tahliyesi esnasında bölgeye gelen vatandaşlarımızın, yaralı personelimize yardımı takdire şayan bulunmuş, vatandaşlarımızın Türk Askerine olan bağlılığının ve sevgisinin ne denli büyük olduğunu göstermiş, milletimizin birlik ve beraberliğinin güzel bir örneğini teşkil etmiştir"  bu mesajının bir başka anlamı da; bölge insanının insani hassasiyetlerinin yüksekliğini, bölgede insanının artık savaş istemediği, bir an önce barış ve huzuru arzuladıklarının resmi niteliğindedir.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Türkiye’nin yoğun gündeminde dikkat çekmeyen “Ben makamın peşinden koşmadım, makam neredeyse beni kovaladı. O da milletin takdiri, Allah’ın takdiri. Başarısız olduğumu hissettiğimde başarılı olabileceğini düşündüğün bir arkadaşa bu emaneti devretmek benim için kutsi görev olur.” açıklaması, aday belirleme döneminde Başbakan üzerindeki baskının dışa yansıması olarak yorumlanabilir.

Bu genel değerlendirme ve analizden sonra şu sonuçlara varılabilir:

-“Çözüm Süreci”, siyasi çekişmelere kurban edilemeyecek kadar değerlidir.

-Ağrı provokasyonu, hem devlet; hem PKK içerisindeki derin yapılanmaların istedikleri anda harekete geçebileceğini göstermiştir.

-Hissiyata mahal vermeden, ülke barışını bozmak isteyenler -ucu kimlere dokunursa dokunsun- bir an önce tespit edilmeli, sorumlular hakkında gerekli işlemler yapılmalıdır.

-HDP’nin il başkanı, elinde silahı bir güç olarak bulunduran PKK mensuplarını, hangi mantıkla ve ne adına böyle bir şenliğe davet etmiştir?

-Bu ve benzeri provokasyonlarının önünün alınması için, PKK’nın bir an evvel silah bırakma kongresini toplaması elzemdir.

-Süreç uzadığı/uzatıldığı müddetçe, süreç bölgesel faktörlerin (ABD, AB, Rusya, İran…) de sabote girişimlerine hedef olabilecektir.

-Çatışmaların tekrarı durumunda, sadece belli bir kesim değil, tüm Türkiye kaybedecektir…