17 Nisan 2015 Cuma

Ziya Gökalp’in Kitabındaki Büyük Tahrifat!

Tarih bir milletin hafızasıdır. Tarih bir milletin geçmişiyle birlikte, geleceğinin de aynasıdır. Tarihini bilmeyen toplumlar, izmihlale mahkûmdurlar. Tarihinden korkan değil, yüzleşen bir millet olmalıyız. Tarihimize hissiyatla, önyargılarla, ön kabullerle, taassupla yaklaşmamalıyız. Geçmişimizden korkmadan, gelecek nesillere doğru ve objektif bir tarihi miras bırakmak asli vazifemiz olmalıdır. Kaç kişimiz tarihini orijinal kaynaklarından okuyabiliyor? “Sadeleştirme” adı altında tarihi kaynaklarımız maalesef tahrif edilmiştir.

Bilindiği üzere Ziya Gökalp, 1876-1924 yıllara arasında yaşamış, İkinci Meşrutiyet’ten başlayarak, Türkçülük akımının en büyük temsilcisi olmuş, toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Ziya Gökalp’in kitapları bile tahrif edilmiş, orijinal nüshalarda yer alan “Kürd, Laz ve Çerkes” ifadeler; sadeleştirme adına çıkartılmış, tarih âdeta katledilmiştir.

1918 yılında basılan “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak” kitabının orijinalini, Türk Kültür Yayını 4. serisi olan ve Ferhat Tamir’in sadeleştirmesiyle Özdemir Basımevi’nde 1977 yılında üçünü baskısı yapılan nüshasıyla karşılaştırma imkânı bulduk.

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 8:



Tıpkı Çevirisi: “Türklerin de vicdanları tahlil olunursa görülür ki bir Türk, kızını bir Araba, bir Arnavuda, bir Kürde, bir Çerkese tezviç edebilir, fakat katiyen bir Finlandiyalıya, bir Hıristiyan Macara tezviç edemez. Bir Budist (Boudhiste) Moğolun, bir Şamanî Tonğuzun kızını da İslâm yapmadan alamaz.”


1977 Baskısı, sayfa 15: “Türklerin de vicdânları incelenirse görülür ki bir Türk, kızını bir Arabla, bir Arnavudla, evlendirebilir, fakat aslâ bir Finlândalıyla, bir Hristiyan Macarla evlendiremez, bir Budist (Boudhiste) Moğolun, bir Şamânî Tonguz’un kızını da İslâm yapmadan alamaz.”

Sadeleştirilerek tahrif edilen 1977 baskısında “bir Kürd” kelimesinin yanında “bir Çerkes” ifadesinin de çıkartıldığı görülmektedir. Ne amaçla çıkarılmış olabileceği ise kamuoyunun malumudur.

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 26:




  Tıpkı Çevirisi: “Süruri’nin Refi’ Amedi’ye hitap ettiği “Men û tu her du ne şehriyem kî men Tirk û tu Kurd” mısraından da anlaşıldığı vecih ile “Şehrî” ne Türk, ne Kürd, ne Arap, ne Arnavud’du. Bütün milliyetlere düşman bir heyet. Bu heyet, Arabı beğenmez, Kürdü istihfaf eder, Lazla eğlenir, Türk’ü tahkir ederdi.”

1977 Baskısı, sayfa 26: “(Şehrî) ne Türk, ne Arap ne Arnavut’tu: Bütün milliyetlere düşman bir topluluk. Bu topluluk, Arab’ı beğenmez, Arnavut’la eğlenir, Türk’ü hor görürdü.”

1977 yılında sadeleştirilerek yapılan baskıda “Süruri’nin Refi’ Amedi’ye hitap ettiği “Men û tu her du ne şehriyem kî men Tirk û tu Kurd’ mısraından da anlaşıldığı vecih ile” bölümünün tamamının, aynı paragraftaki “ne Kürd ve Lazla” kelimelerinin de yer almadığı görülmektedir. 

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 28:


 Tıpkı Çevirisi: “Bu telkinleri yalnız Arnavud gençlerine mahsur değildi. Arap ve Kürd gençlerine de bu düşünceyi telkine çalışıyorlar, hatta Türklerin cibilliyetsiz ve barbar olduğuna Türkleri bile inandırmaya gayret ediyorlardı. O vakit zaten Türk unvanını kabul eden bir fert yoktu.”

 1977 Baskısı, sayfa 39: “Bu telkinleri yalnız Arnavut gençlerine yapmıyorlardı. Arap gençlerine de bu düşünceyi aşılamaya çalışıyorlar, hatta Türklerin soysuz ve barbar olduğuna Türkleri bile inandırmağa gayret ediyorlardı. O zaman zaten Türk adını kabul eden bir fert yoktu.”

1977 yılında sadeleştirilerek yapılan baskıda da Kürd kelimesinin yer almadığı görülmektedir. 

Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 44:

            
           Tıpkı Çevirisi: “Nasıl ki İslavlar, Latinler ve Kürdler kadim zamanlardan beri müteaddid kavimlere ayrılmışlardı. (Bugün Kürdler, biribirinin lisanını anlamayan beş kavimden müteşekkildir.) Fakat Türkler, göçebe hayatı yaşadıkları için mazide böyle bir iftiraka uğramadılar.”

1977 Baskısı, sayfa 60: “Nasıl ki İslâvlar, Lâtinler eksi zamanlardan beri birçok kavimlere ayrılmışlardı. Fakat Türkler göçebe hayatı yaşadıkları için geçmişte böyle bir ayrılığa uğramadılar.”

1977 yılında sadeleştirilerek yapılan baskıda, ilgili bölümdeki Kürdler” ile  (Bugün Kürdler, biribirinin lisanını anlamayan beş kavimden müteşekkildir.) cümlesinin yer almadığı görülmektedir.

Her ne kadar 1977 baskısının önsözünde “Bu baskıyı yaparken eserin dilinde bir sadeleştirme yapma yoluna gittik. Fakat bunu yaparken yazarın üslubunun değişmemesine dikkat ettik. Hele Ziya Gök Alp’ın çoğunu Türkiye’de ilk defa kendisinin kullandığı ilmî kelimelere (terimlere) hiç dokunmadık, aynen bıraktık (mefkûre, hars v.b). Değiştirmediğimiz kelimeler çoğunlukla o günkü konuşma diliyle ilgili olup, bugünkü konuşma dilinde olmayan kelimeler olmuştur.” (Ferhat Tamir/Edebiyat Öğretmeni) “yazarın üslubunun değişmemesine dikkat” edildiği belirtilmiş olsa da, bunun sadece bir iddiadan ibaret olduğunu, sadeleştirilmesi yapılan kitaptaki “tahrifatlar”la tebarüz ettiğine sizler de tanıklık ettiniz.

Kitabın sadeleştirilmesini ve çevirisini yapanlar, bin yıldır beraber yaşadıkları Kürtleri yok saymış, maalesef Ziya Gökalp kadar dahi cesur ve objektif olamamışlardır.

Yine dikkatimizi çeken bir başka nokta, kitabın (Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak) orijinal baskısında yer almamasına rağmen, (80. sahifeden sonrasında) Ziya Gökalp’in değişik zamanlarda, farklı konuları içeren makalelerinin de yer alması olmuştur.

Toplumunun tüm kesimlerinin duyarlı olmasını temenni ediyor, ilgili kesimlerin sorumlu davranarak, tarihi belgeleri sadeleştirme adına her türlü tahriften korumalarını diliyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder