29 Haziran 2015 Pazartesi

Manevi Yenilenme Ayı…

Rahmet ve mağfiret ayı Ramazan, Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirdiği gibi, manevi dünyamıza da bir canlılık getirmektedir.

Üzerinde yaşadığımız dünyanın birçok yerinden yaşanan insanlık dışı uygulamalar bu mübarek ayın önemini katbekat arttırmaktadır. Bu vecihledir ki müminler arasındaki hoşgörü ve yardımlaşma duyguları sadece Ramazan ayıyla sınırlı kalmamalı, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik yeniden sağlanmalıdır. Müslümanlar olarak bu ayda, İslam’ı daha güzel yaşamaya gayret etmeli,  çevremizle olan ilişkilerimizde daha hassas olmalıyız.

Oruç, Müslümanları her türlü kötü istek ve arzulardan koruyan manevi bir kalkan gibidir. Bu rahmet ayını diğer aylardan ayıran en önemli neden, Cenab-ı Mevla’nın, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i bu ayda, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimize indirmiş olmasıdır. Cenab-ı Allah Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “O ramazan ayı ki, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölü olarak Kur’an il defa bu ayda indirildi” (Bakara-185) buyurmaktadır.

Bu ayı önemli kılan bir başka nokta, ibaret olarak orucun bu ayda farz kılınmasıdır. Oruç, Allah’ın emrine uyarak, ahiret için nefsin isteklerine tahammül gösterebilme makamıdır. Cenab-ı Allah Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı.” (Bakara-183) buyurmaktadır. 

 Kâinatın Efendisi: “Ramazan-ı şerif, sabır ayıdır. Sabrın sevabı cennettir. O, eşitlik ayıdır. O ayda müminin rızkında bereket ve artış olur. Kim o ayda bir oruçluya iftar ettirirse, bu onun günahlarına kefaret ve cehennemden azat edilmesine sebep olur. Ayrıca, iftar ettirdiği kimsenin sevabının bir misli de kendisine verilir. Öbürünün sevabında bir noksanlaşma da olmaz.” buyurduklarında

Sahabe-i Kiram: “Ya Resulallah! Hepimizde başkasına iftar ettirecek bir şey yok.” dediler.

Peygamber Efendimiz: “Allahu Teâlâ bu sevabı, bir tek hurma, bir yudum su ve bir miktar süt ile iftar ettirene de verir. O ayın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. O ayda elinin altında ve emrinde çalışan bir kimsenin yükünü hafifleten kimseyi Allah cehennemden azat eder. Kim ramazan-ı şerifte bir oruçluyu doyurursa, Allahu Teâlâ ona, benim havzımdan öyle bir içecek ikram eder ki, cennete girinceye kadar susamaz.” (İbnu Huzeyme, Sahih, Münzirî, Et-Terğib) demiştir.

Orucun esas gayesi, mümini günahlardan koruyup, manevi bir temizleme ile takvaya ulaştırmaktır. Kalplerin günahlarla kirlenmesini engelleyen şey takvadır. Takvayı elde edebilmek için ise Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına riayet etmekle mümkündür.

Malum olduğu üzere Ramazan ayı sadece tek bir ibadetten müteşekkil değildir. Oruç ile birlikte fıtır sadakası, bu ayda verilmesi gelenek halini alan zekât, teravih namazı, Kur’an-ı Kerim okunması, sohbet toplantılarını da bu ay ile birlikte mütalaa etmek gerekir. Tüm bunlarla birlikte Ramazan ayı, Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarının zayıflanmasına neden olan kin, haset, enaniyet, hırs ve kıskançlık gibi manevi hastalıklardan kurtulmak için bir nimettir.

Ramazana ayı ve orucun, hem kişisel hayatımızda, hem de toplum hayatında önemli bir yeri vardır. Oruç, gerek ferdin, gerekse toplumun davranışları bakımından kendilerini muhasebe etmesi için bir fırsattır.  Kısacası, oruç aç kalmak değildir. Oruç; dili yalandan, gözü haramdan ve kalbi fesattan koruduğu zaman manevi kokuları almaya başlar. Böyle bir oruçlunun ağız kokusu Cenab-ı Allah’ın nazarında misk kokusundan daha güzeldir.

Bu mübarek ayda Peygamber Efendimizin “Nice oruç tutan vardır ki orucun onun açlıktan başka bir faydası yoktur” (İbn-u Mace)  ve “Kim kötü sözleri, işleri bırakmazsa o kimsenin yemesini içmesini terk etmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur” uyarı ve ikazlarını da göz ardı etmemeliyiz.

Selam ve dua ile kalınız…

24 Haziran 2015 Çarşamba

Orta Doğu’da Değişen Dengeler ve Çözüm Süreci!...

Son günlerde PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu koridorun, Ceyhun Bozkurt'un "İmralı Tutanakları" kitabında yer verdiği, Öcalan ile BDP heyeti arasında 3 Nisan 2013 tarihinde gerçekleşen görüşmede, Öcalan’ın PYD'den Haseke'yi bırakmamalarını istediği,  "Sonra Hatay'a, Afrin'e doğru ilerleme olabilir" dediği iddiaları, gündemin yeni tartışma konusu oldu.

Öcalan, Suriye’den çıkartılmadan önce, PKK’nın eyalet teşkilatlanmalarından sözde Güneybatı Eyaleti (Gaziantep'in -İslâhiye hariç- tamamı, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya'nın Hekimhan, Arguvan, Arapkir ilçelerinin bir kısmı, Kilis) ile Toros-Akdeniz Eyaleti (Hatay, Adana, İçel, Antalya, Osmaniye, Gaziantep'in İslâhiye ve Nurdağı)  kendisine direkt bağlı olan, örgütün üs kurmak ve taban edinmek için en ağırlık verdiği yerler arasında idi. Yani Öcalan Suriye’de bulunduğu dönemlerde de Türkiye üzerinden Akdeniz’e bir koridor açmayı hedeflemişti. Dolayısıyla Ceyhun Bozkurt’un kitabında yer verdiği iddianın doğru olma ihtimali yüksektir.

Yıllardır, Türkiye kendi iç sorununu -Kürt Sorunu- kendi iç dinamikleriyle çözmek zorunda olduğunu, sürece dışarıdan yapılmak istenen her türlü müdahaleye engel olması gerektiğini dile getirdik.

Oslo Görüşmeleri’nden sonra, Kürt sorununu kendi iç dinamikleriyle çözme gayreti olumlu sonuçlar vermeye başlamışken, (Türkiye süreci sonuçlandırma konusunda ağır hareket etti ve süreçteki inisiyatifi maalesef kaybetti) Suriye’de başlayan karışıklık ve beraberinde meydana gelen iç savaş, Türkiye’nin iç siyasi dengelerini bozmakla kalmamış, dış politikadaki dengelerini de derinden etkilemiştir.

KCK Yürütme Konseyi üyelerinin son on gündeki açıklamalarına bakıldığında,  bölgenin geleceği açısından izlenecek politikaların ipuçlarını görmek mümkün olabilmektedir.    Önce Duran Kalkan’ın Irak Kürt Bölgesi Başkanı Barzani’nin KDP’sine ilişkin,  “Eski dengeler değişti, ilişkiler tükendi. Yeni ilişkiler ortaya çıkacak. Kürt siyasetinde kendisini merkezi gören Güney yönetimi tükendi. Güney Kürdistan siyaseti de KDP-PKK ilişkileri de yeniden şekillenecek”ifadeleri.

Ardından KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın “PKK bir Kuzey Kürdistan örgütü değil, PKK ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir partidir, bir örgüttür. Kürtler sadece Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşamıyor. Kürtler Suriye’de de yaşıyor, Rojava’da da yaşıyor, Irak’ta da yaşıyor, İran’da da yaşıyor, dünyanın dört bir tarafında da yaşıyor. Özelde de Kuzey Kürdistan dışında Irak, İran, Suriye Kürdistanı’nda da Kürtler ciddi bir katliam ve soykırım politikaları altında”açıklaması.

Ve KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın, “KDP 13 yıldır olduğu gibi Kürt demokratik hareketini, Kürtlerin Türkiye’deki siyasi temsilcisi olan güçleri, ya da bu siyasi temsili yapan partiyi değil de, Kürtler üzerinde yeni koşullarda inkâr ve imha sürecini sürdüren, Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Kürt halkına karşı bir özel savaş yürüterek kültürel soykırımı zaman içinde tamamlamak isteyen AKP’yi destekledi. Bu politikasını 7 Haziran seçimlerinde de sürdürdü” beyanı, ABD’den aldığı destekle, Peşmerge güçleriyle bir çatışmayı göze alabilecek kadar şımarıklaşan PKK-KCK’nın bölgenin yeniden şekillendirilmesinde Barzani’yi devre dışı bırakmaya çalıştığı görülmektedir.  Böyle bir ihtimal Türkiye’yi hem iç politikada, hem dış politikada sıkıntılı bir duruma düşürecektir.

Orta Doğu’nun yeniden şekillendiriliyor olması elbette ki bizi doğrudan ilgilendiriyor. Yeniden çizilecek sınırlar dış politikadaki tercihlerimizle birlikte, büyük emekler vererek seçim öncesi askıya aldığımız Çözüm Süreci’ni de farklı bir mecraya taşıyacaktır.

Bölgede IŞİD’e karşı savaşan, ABD ve Batı’nın bölgedeki stratejik ortağı olarak hareket eden, Suriye’de defakto bir Kürt bölgesi oluşturan, uluslararası kamuoyunun sempatiyle baktığı bir PKK-KCK gerçeği varken, Türkiye’nin bu saatten sonra bölge ve konjonktürel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak “Çözüm Süreci” konusunda yeni bir yol haritası çizmesi gerekmektedir.

-ABD’nin Peşmerge’ye doğrudan silah yardımından vazgeçtiğini açıklamasının ardından (Savunma Bakanı Carter’in, Senato Çalışma Komitesi’ne bir mektup gönderdiği, mektubunda Peşmerge’nin hiçbir eksiğinin olmadığını ve gerekli desteğin kendilerine verildiğini belirterek, “Kürtler’in ve diğer muhalif grupların doğrudan silahlandırılması, Irak’ın toprak bütünlüğü ve güvenliği konusunda ABD’nin dış stratejisinin altüst olmasına neden olacaktır” dediği.) PKK-KCK-Kandil, Orta Doğu’da ABD’nin belirlediği politikalara paralel hareket etmektedir.

-PKK-KCK’nin hedefi, ABD ile Orta Doğu’daki stratejik ortaklığını uzun vadeye yayarak (askıya alınmadan önce Cemil Bayık’ın ABD’nin gözlemci ülke olarak “Çözüm Süreci”ne müdahil olmasını istemesinin nedeni de anlaşılmıştır.) kazanımlarını genişletmek.

-ABD, Orta Doğu petrolünü Akdeniz’e bağlayacak yeni bir koridor açmak için Suriye’nin kuzeyinde otonom bir Kürt devleti kurulmasına destek verecektir.

-Kendi menfaatleri nihayete erdikten sonra, ABD; her zaman yaptığı gibi PKK-KCK’yı da Orta Doğu bataklığında yüzüstü bırakacaktır.


22 Haziran 2015 Pazartesi

Sen Gelince!…


Sen gelince!...
Ayaklarım yerden kesiliyor,
O an tüm acılarım diniyor.
Hür kuşlar gibi
Süzülüyorum gökyüzünde.

Sen gelince!..
Bulutların ardına saklanan güneş,
Yeniden doğuyor kalbime…
Sakin rüzgârlar coşuyor,
Mis kokular taşıyor dört bir yanıma.

Sen gelince!...
Avluya konuyor güvercinler.
Gösteriye başlıyor kırlangıçlar.
Selvi ağaçları bile hayranken sana
Gamzelerine yuva yapmak için çırpınıyor bülbüller.

Sen gelince!...
Gözlerim akıyor gözlerine.
Ummanlar gibi dalıyorum derinlere.
Eriyip kayboluyorum şarap gibi bakışlarında.

Sen gelince!...

Memdoğlu...

20 Haziran 2015 Cumartesi

Kalp Huzuru İçin...

Kalp, Allah'ın nazargâhıdır. Aleyhissalatu Vesselam Efendimiz “Allah sizin yüzünüze, endamınıza bakmaz; sadece kalbinize bakar” mübarek sözüyle, bu hakikate dikkat çekmiştir.

Yine Nu’man b. Beşir’den rivayet edildiğine göre Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buharî, İman, 39)” Kalp,  hakiki aşkın yaşandığı vuslat yeridir.

Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kalp (bedenin) sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan düzgün/iyi olursa askerleri de düzgün/iyi olur. Sultan bozuk/kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller (tebaasını kuşatan) kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.”

 İmamı Gazâli (k.s) : “Kalp bir şehrin yahut memleketin hükümdarı gibidir. Beden ise nefsin vatanı, memleketi ve şehri gibidir. Bedenin diğer organları ve kuvvetleri sultanın işçileri ve sanatkârları gibidir. Akıl ve düşünce ona yol gösteren müsteşarları ve vezirleri gibidir. Şehvet ve arzu beden ülkesine yiyecek ve içecek taşıyan bir hizmetçi gibidir. Öfke ve hamiyet sultanın muhafızları gibidir. Ülkeye erzak taşıyan şehvet ve arzu yalancı, habis ve düzenbaz olduğu halde samimi görünür. Samimiyet görüntüsünün altında korkunç kötülükler ve öldürücü zehirler vardır. Onun asıl vazifesi düşüncelerinde samimi olan vezirlerin düşünce ve tedbirlerine karşı çıkmaktır. O, itirazlarından bir an bile geri durmaz. Beden ülkesinin sultanı hikmetli veziri ile istişare ederek bu habis hizmetkârın iğvalarına aldanmaz, ondan yüz çevirirse asıl, söylediklerinin doğru ve hakikat olmadığını tespit eder, muhafızları onu tedip eder, vezir yönetimi altına alır. Kendisini ve avanesini sultana boyun eğdirirse ülkenin işleri düzelir, adalet hâkim olur. Nefis akıldan yardım alır. Gazab’ın hamiyeti ile edeplenirse, öfkeyi şehvete musallat ederse bütün kuvvetleri düzene girer ve ahlakı güzelleşir” der. (Gazâlî, İhya, III. 7, Dâru’l-Fikr, Beyrut)*

Bedenlerimizin dış görünüşü için her türlü masraf ve süsten kaçınmayan bizler, aynı hassasiyeti kalbimizin güzelliği ve süsü için gösteremiyoruz maalesef.

Kalbin en büyük düşmanları nefis ve şeytandır. Şeytan kalbe vesveseyle yaklaşır, nefis kaleyi içten içe fethetmeye çalışır. Kalbi nefsin ve şeytanın saldırılarından korumak için iman ve aklımızı, rahmani yönde kullanmalıyız. Akıl rahmani yönde kullanılırsa, iman daha da güçlenir. İnsan iradesini Allah (C.C) yolunda harekete geçirmeyen bir akıl, şeytani bir akıldır.

Beden ülkesinin hem sultanı hem hükümdarı olan kalp; ilim, hikmet ve iman nuruyla kâinatı mamur edebilecek kadar güçlü bir kumandan iken; kin, öfke, intikam, kibir gibi zaaflarıyla ülkesini felakete sürükleyebilecek kadar aciz olabiliyor.

Dünya ve ahret saadetimiz için: Kör olmalıyız, yani harama nazar etmemeliyiz. Sağır olmalıyız, yani, Hak’tan gayrısını dinlememeli ve duymamalıyız. Dilsiz olmalıyız, yani, dilimize Hak’tan başka söz söyletmemeli, konuşmamalıyız.

Şehr b. Havşeb der ki, bir heyet olarak Ümmü Seleme validemize giderek dedik ki: “Ey müminlerin annesi, Allah Resulü senin yanında iken en çok yaptığı dua ne idi?” Onun en çok yaptığı duanın şöyle bir dua olduğunu söyledi.

“Ey kalpleri bir halden diğer bir hale çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dinin üzere sabit kıl.” ben kendisine “Ey Allah’ın Rasulü neden bu duayı çokça yapıyorsun.” diye sordum. Şöyle buyurdular: “Hiç kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmakları arasında olmuş olmasın, dileyenin kalbini düzeltir, doğru yola kor, dileyenin de kalbini kaydırır, yoldan çıkar.” Hadisin ilk ravisi Muaz sonra şu ayeti okur! “Ey Rabbimiz bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma katından bize rahmet bahşet. Şüphesiz sen bağışı en çok olansın.” (Tirmizi, Daavât, 89)*

Sonsuz bir huzur-u kalb için,  beden ülkesinin sultanına, kalbimize mukayyet olmalı, manevi iklimin en güzel meyvesi olan Ramazan ayını emredildiği şekilde dolu dolu geçirmeye, Allah’ın (C.C) bu sonsuz rahmetinden nasiplenmeye gayret etmeliyiz.

Ey kalpleri halden hale evirip çeviren Allah’ım! Kalbimize hakikat üzere sebat ihsan eyle...

İğva: Ayartmak, azdırmak, baştan çıkarmak
             * http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/beden-ulkesinin-sultani/6097

16 Haziran 2015 Salı

Çözüm Bekleyen, Çözüm Süreci!...

Seçimin üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen, TBMM’de temsil hakkı elde eden siyasi partilerin yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda, halkın tercihlerinin doğru okunmadığına şahit oluyoruz. Millet, siyasi partilere “egolarınızın tatmini için birbirinizle horoz dövüşü yapın” demedi, “her şeye rağmen bu ülkeyi hükümetsiz bırakmayın” dedi.

Ana muhalefet partisi CHP, seçimin tartışmasız galibiymiş gibi yüksek perdeden uçmaya devam ederken,  temel stratejilerinde hiçbir zaman iktidar olmayı hedef almamış ama her dönem “devlet” ile var olmayı hedeflemiş MHP’nin Sayın Genel Başkanı Devlet Bahçeli, şimdiden AK Parti’ye tüm kapıları kapatmış görünüyor. Seçim gecesi kendisine yönelen “emanet oylar”ın bilinci ile hareket eden, sonrasında Kandil’den yediği şamarın etkisiyle bu söyleminden vazgeçen ve seçimin en büyük kazananı olan HDP ise ne yapacağını bilemez (İmralı-Kandil ve ABD arasında sıkıştığından) bir vaziyette ülkem insanına şirin görünme gayretine devam etmekte.

AK Parti cenahından seçim sonuçlarına ilişkin en çarpıcı değerlendirmeyi parti sözcüsü Beşir Atalay yaptı. Atalay katıldığı bir televizyon programında, “Çözüm sürecinde seçim nedeniyle frene basılması, Doğu ve Güneydoğu’daki oy kaybında bir faktör olabilir mi?” sorusuna, “Bunu ben bir faktör olarak görüyorum. Bu, hükümetimizin bir politikasıdır, bunu bir yana bırakıyorum. Bunu bir parti sözcüsü olarak değil de şahsi bir görüş olarak söylüyorum. Doğrusu her şey planlanmış ve giderken, artık neredeyse silah bırakmayla ilgili son adımlara doğru gelinirken, seçim öncesi o sürecin bir anlamda seçim sonrasına erteleniyor gibi bir hava verilmesi ya da durdurulması burada faktörlerden biri olmuştur” diyerek, doğru bir tespitte bulundu.

29 Nisan 2015 tarihli, “Askıdaki Çözüm Süreci” başlıklı yazımızda, sürecin askıya alınmasının kaybedeninin AK Parti olacağını: “AK Parti iktidarı, kendisinin başlatmış olduğu ‘Kürt Sorunu’nu çözme gayretini nihayete erdirmez/erdiremezse, özellikle bölgede illerinde yaşanacak bir hayal kırıklığının da müsebbibi olacaktır. Öteden beri ‘AK Parti Kürtleri oyalıyor’ tezi bir nevi doğrulanmış ve karşılık bulmuş olacaktır. Bu bahane üzerinden yaşanılacak muhtemel olaylar, sadece olayları başlatanlar ile sınırlı kalmayacak, bu süreci selametle sonuçlandıramayan AK Parti’yi de olumsuz yönde etkileyecektir.” ifadeleriyle dile getirmeye çalışmıştık. Yine defaatle “sürecin uzamasının Kandil’in lehine sonuçlar doğuracağı” ikazında da bulunmuştuk. Sürecin askıya alınmasından sonra, devlet cenahından Öcalan ile bir görüşmenin olup olmadığı meçhulümüzdür.

“HDP'nin barajı geçeceğini ben düşünmüyorum, şu anda yüzde 7 civarlarında görünüyorlar. Bunu ittirme, şantajlarla ya tutarsa diye oynuyorlar ama bu çok sağlıklı bir anlayış değil" diyen ve HDP’nin yüzde 13 oy almasıyla siyasi bir fiyaskoya imza atan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan; "HDP, PKK'ya silah bırakma çağrısı yapsın" diyerek “Çözüm Süreci”nden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak, ikinci bir fiyaskonun mimarı olmuştur. Bir siyasetçi, siyaseten rakibi olan partiye ilişkin yüzde yüz yanılacak bir öngörüde bulunabiliyorsa, ülke ve millet için neler öngörmez ki. Sayın Akdoğan, HDP’nin PKK’ya silah bıraktıracak güç ve iradesinin olamayacağını bilmiyor mu? HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise "Silahlar konusunda çağrı yapacak olan Öcalan’dır ve o da İmralı’da bekliyor" açıklamasıyla Akdoğan’a nispet yaparcasına bir cevap veriyordu. Sayın Demirtaş! Öcalan, 21 Mart Nevruzu’nda PKK'ya silahsızlanma kongresi çağrıyı yapmamış mıydı?

HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın çağrısından sonra eline sazı alan KCK, "Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun çözümünü isteyen çok farklı kesimler ve bireyler HDP içinde yer almaktadır. Dolayısıyla böyle bir çağrıyı HDP yapamayacağı gibi, mevcut İmralı koşullarında bulunan Önder Apo’nun da böyle bir çağrıyı yapması mümkün değildir" diyerek bir taş ile iki kuş vurmayı hedeflemiştir. Çözüm konusundaki en büyük otoritenin İmralı olduğu söyleyen Demirtaş hizaya sokulmuş,  silah bırakma şartı olarak Öcalan’ın serbest bırakılması dillendirilmiş, bununla da HDP tabanına “iddia edildiğinin aksine biz başkanlığa bağlıyız, onun özgürlüğü olmadan silah bırakmayız” (mevcut şartlarda serbest kalması mümkün görünmüyor) denilerek, tabandaki kafa karışıklığı giderilmek istenmiştir. Oysa arka planda,  sürecin en önemli aktörlerinden olan Öcalan, usulca devre dışı bırakılmaya çalışılmıştır.

Batı’nın (özellikle de ABD’nin) Orta Doğu’daki yeni stratejik ortağı olan PKK, bölgedeki etkinliğini arttırmaya devam ediyor. ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin hava operasyonları desteğiyle Suriye’nin Tel Abyad kentinin de IŞİD’den temizlendiği iddia edilmekte. Tel Abyad’ın PKK’nın Suriye yapılanması YPG’nin kontrolüne geçmesiyle Suriye’nin batısındaki Cizre kantonuyla, doğusundaki Kobani kantonu coğrafi olarak birbirine bağlanacak, sonuç olarak; ABD’nin bölgedeki ikinci bir Kürt Devleti kurma projesi hayat bulmuş olacaktır.

Son dönemlerdeki politikalarıyla Barzani’yi ikinci plana iten ABD, bu planıyla Türkiye üzerinden dünyaya dağıtılan Kürt petrolünün Akdeniz’e indirecek alternatif yeni güzergâhlar açmaya çalışmaktadır.

Bu kadar önemli gelişmelerin yaşandığı bir coğrafyada bulunan Türkiye’nin, iç politikadaki kısır çekişmeleri bir kenara itip, ülke ve millet menfaati için gerekli adımları atması elzemdir. Başta ABD’in olmak üzere, bölgesel aktörlerin her türlü müdahalesini boşa çıkartmak adına, devlet aklının Türkiye için hayati önem taşıyan Çözüm Sürecini bir an önce hedefine ulaştırılması gerekmektedir.

11 Haziran 2015 Perşembe

AK Parti-CHP Koalisyonu mu?...

YSK tarafından seçimin kesin sonuçları açıklanmamış olsada AK Parti 258, CHP 132, MHP 80 ve HDP 80 milletvekili ile TBMM’de temsil hakkını kazandılar.

Seçim sonuçları Türkiye’yi bir kez daha koalisyon hükümetleri ile karşı karşıya getirdi. 13 yıllık AK Parti iktidarlarının ardından yeniden koalisyon hükümeti dönemiyle yüzleşen Türkiye toplumu, seçim sonrası“şimdi ne olacak?” şaşkınlığının ardından, meclise giren tüm siyasi partilerin koalisyon ihtimallerine yeşil ışık yakmasıyla rahat bir nefes alabildi.

İş dünyası ve siyasi otoriteler, yakın bir zamanda yapılacak erken seçimin bugünkü şablondan pek de farklı sonuçlar doğurmayacağı konusunda hemfikirler. Kırılgan bir yapıya sahip olan Türkiye ekonomisi de yakın zamanda yapılacak bir erken seçimden büyük bir yara alabilir.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sunmasının ardından, Ankara’da olması muhtemel koalisyon ihtimalleri konuşulmayabaşlandı. Elbette ki tüm koalisyon ihtimalleri meşrudur ancak yüzde kırkbir oy oranıyla seçimden birinci parti olarak çıkan AK Parti’siz bir koalisyon, Türkiye için istikrarsız yılların başlangıcı demektir.

Yeni anayasa, Çözüm Süreci, Suriye ve Orta Doğu, AB ile ilişkiler ve ekonomik istikrar gibi çözüm gerektiren sorunlarımız varken, teammüller gereği hükümet kurma görevini alması beklenen Davutoğlu’nun, küskünlük ve alınganlık göstermeden mevcut olasılıkların en uygununu tercih etmesi gerekir.

Ankara kulislerinde farklı hükümet senaryoları konuşuluyor olmakla birlikte, (Seçim gecesi Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu ve zihinlerde birçok soru işaretleri bırakmış olan konuşmasına rağmen)kamuoyundaki yaygın beklenti,  bir AK Parti-MHP koalisyonunu yönünde.

Mevcut şartlarda MHP ve HDP’nin içerisinde bulunacağı bir AK Parti hükümeti, hem AK Parti’ye, hem de Türkiye’ye zaman kaybettirecektir.

HDP’nin içerden ya da dışarından desteği ile kurulacak bir koalisyon, İmralı’ya ve Kandil’e verilmiş taviz olara algılanacak ve AK Parti’ye oy vermiş milliyetçi oyların kaybına sebebiyet verecektir.HDP’nin almış olduğu 13.1 oy oranından sonra PKK’nın Türkiye’ye yönelik silahlı eylemlere başvuracağını sanmıyorum.

Yine MHP’nin içerden veya dışarından desteği ile kurulacak bir koalisyon hükümetinin ise “Çözüm Süreci”nin sonuçlandırılmaması şeklinde algılanacak ve her şeye rağmen AK Parti’ye oy vermiş olan diğer Kürt oyların kaybına neden olacaktır.

Türkiye’nin öncelikli politikaları göz önünde bulundurulduğunda devlet tecrübesi olan CHP ile kurulacak geniş tabanlı bir koalisyon hükümeti kısa ve orta vadede bir istikrarı da beraberinde getirebilecektir. İşe meclis başkanlığının CHP’li bir milletvekilinin seçilmesiyle başlanabilir. CHP’nin içerisinde yer alacağı AK Parti hükümetinin, yeni anayasa hazırlıklarının HDP’den de destek bulacağını umuyorum.

 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile yapmış olduğu görüşme sonrası -kuvvetle muhtemel- olası bir AK Parti-CHP koalisyonunu engellemeye yönelik toplumu manipüle edici değerlendirme ve yorumlar yapılmaya başlandı.

Ülkede kaos ortamı oluşturmak isteyen derin ve karanlık odaklar bir kez daha Diyarbakır'da kan döktüler. Seçim sonrası oluşan belirsizlik nedeniyle, ülkede güvenlik ve istihbarat zafiyetinin oluşmasına mahal verilmemelidir.

Çıkarları için, gerektiğinde ülkeyi feda etmeye çalışan yapılanmalara, devleti içeriden kemiren komitelere heveslerini kursaklarında bırakalım.

Fitnenin kol gezdiği, etnik ve mezhepsel ayrışmaların yaşandığı bir coğrafyada bulunan Türkiye'yi bu illetten korumak hepimizin görevidir.

8 Haziran 2015 Pazartesi

Millet ile Yüzleşme...

Türkiye beki de Cumhuriyet tarihinin en gergin seçim dönemlerinden birini atlattı. Nihayet beklenen gün geldi, Türkiye sandık başına gitti ve tercihini yaptı.  Yüzde 85 oranında bir katılım ile milli irade bir kez daha sandığa yansıdı.

Seçim sonuçları, seçime katılan partilerin tek tek analizini gerektirse de sonuçları genel anlamda bir değerlendirmeye tabi tutacak olursak:

-13 yıl sonra Türkiye bir kez daha koalisyon hükümetlerine mecbur olmuştur.

-Seçim, AK Parti oylarında ciddi bir düşüşün yaşanması ile sonuçlanmıştır. 

-AK Parti, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde büyük oranda oy kaybına uğramıştır.

-Yüzde sekizlik bir oy kaybı oranına rağmen, AK Parti seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır.

-“Başkanlık Sistemi” ısrarı Türkiye seçmeninde karşılık bulmamıştır.

-Sayın Cumhurbaşkanı’nın Kobani, Kürt Sorunu ve Çözüm Süreci ile ilgili çıkışları sonrası bölge seçmeninde oluşan kafa karışıklığı, HDP’yi daha da güçlendirmiştir.

-Din, Diyanet ve Kürtçe Kur’an polemiği ve tartışmaları dindar Kürtler üzerinde etkili olamamış, dindar Kürt seçmen için “etnik kimlik” ön plana çıkmıştır. 

-Öcalan’ın “Türkiye Partisi “projesi HDP’de hayat bulmuştur.

-HDP’nin beklentilerin üzerinde oy alıp, 80 milletvekili çıkartarak meclise girmesi, Öcalan’ın elini güçlendirmiş, elinde silah bulunduran Kandil’i zayıflatmıştır.

-Yeni ve sivil bir anayasanın hazırlanması kaçınılmaz olmuştur.

-Bazı medya kuruluşları ile araştırma şirketleri taraflı ve yanlı yayınlar-sonuçlar vererek seçmeni ve AK Parti’yi manipüle etmişlerdir.

-AK Partili siyasetçilerin, her fırsatta HDP ve Eşbaşkanlarına yönelik tahkir edici ifadeleri, geçmişte AK Parti’ye oy vermiş Kürt oylarının HDP’ye gitmesiyle sonuçlanmıştır.

-Geçmiş dönemlerde büyük proje ve vaatlerle seçim kazanan AK Parti’nin, yapmış olduğu hizmetlerle seçim kazanma stratejisi sonuç vermemiştir.

 -AK Parti listelerinde yolsuzluk ve rüşvetten şaibeli bazı isimlere yer verilmiş olması sandığa olumsuz bir şekilde yansımıştır.

-AK Parti’deki düşüşün nedenini -kendi varlıklarını koruma adına- Başbakan’a mal etmeye çalışacak kesimler ortaya çıkacaktır.

-AK Parti yönetimi bu sonuçlardan sonra ciddi bir özeleştiri yapmalı,  bu düşüşün sebebini/sebeplerini sorgulamalıdır.

-Seçim sonuçları, daha şimdiden Türkiye’de bir erken seçim heyecanının yaşanabileceğini göstermektedir.

-AK Parti’ye yüzde elli oranında oy veren de bu milletti, yüzde kırk bir oranında oy veren de bu millettir.

-Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla Anavatan Partisi’nde yaşanan gerileme süreci, Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle AK Parti’de bir kez daha tezahür etmiştir.

-Aylar önce görüp uyarmaya çalıştığımız sonuçları,  AK Parti, Başbakan ve Cumhurbaşkanı danışmanları görmediler mi, göremediler mi?

-Seçim sonuçları, -yüzde yüz olmasa da- seçime yönelik öngörü ve tahminlerimizde bizi haklı çıkarmıştır.

Sonuç olarak; bazı partilerin kazanması, bazı partilerin kaybetmesiyle sonuçlansa da seçim sonuçları; Türkiye’nin gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Seçim sonuçlarının tercihine saygı, millete saygıdır.

4 Haziran 2015 Perşembe

Seçime Gölge Düşmesin!...

Son dönemlerdeki siyaset dilinin, Türkiye’nin sosyal ve toplumsal dokusunda hissedilir derecede kutuplaşmalara ve kamplaşmalara sebebiyet verdiğini defaatle dile getirdik. 30 Mart’taki yerel seçimlerde net olarak görülen bu kamplaşma, genel seçim çalışmalarında daha da derinleşmiştir.

Siyasi partiler seçimin son düzlüğe girdikleri bugünlerde,  kimi siyasi parti yandaşlarının şiddetine tanık oluyoruz.  Çoğu sözlü sataşma şeklinde olan ve geçiştirilen bu tartışmalar, kimi yerlerde sopalı ve silahlı kavgalara dönüştü.  Seçimden ziyade savaş meydanlarını andıran olaylarda maalesef yine masum insanlar yaşamını kaybetti.

Geçtiğimiz hafta içerisinde Şırnak’ın İdil ilçesi Kuzluca köyüne, seçim çalışması için giden HDP’li grup, köyde milletvekili adayları posterleri ile parti bayraklarını asmak istemesi üzerine, Hüda-Par üyesi köy sakinleriyle aralarında yaşanan tartışma sonucunda, HDP’li grup içerisindeki bir kişinin silahla karşılık vermesi sonrası yaralanan Muhammet Şerif Şimşek ile Abdulcelil Talayhan kaldırıldıkları Nusaybin Devlet Hastenesi’nde hayatlarını kaybettiler. Saldırıları lanetliyor, silah gölgesinde siyaset yapmaya çalışmanın acizlik ve basiretsizlik olduğunu belirtmek istiyorum.

Hatırlanacağı üzere, IŞİD’in Kobani’ye saldırması sonucu 6 Ekim 2014 tarihinde KCK’nın yapmış olduğu  “serhildan/isyan” çağrısına, HDP’li yöneticilerin de destek veren açıklamaları sonrası başlayan olaylarda dükkânlar yağmalanmış, kamu binaları yakılmış ve yıkılmış; onlarca masum sivil vatandaş hayatını kaybetmişti. Arkadaşlarıyla birlikte kurban eti dağıtırken vahşi bir şekilde öldürülen 16 yaşındaki Yasin Börü’nün fotoğrafları hafızalardaki tazeliğini hâlâ korumaktadır.  

Bölgede uzun yıllardan beri aralarında husumet olduğu bilinen Hüda-Par ve HDP tabanları arasında yaşanacak yeni bir çatışma, bölge için acı, kan ve gözyaşından başka bir şey olmayacaktır. Bu sebeple, başta HDP olmak üzere kendileri için demokrasi talep edenler, samimiyetlerini seçim çalışmalarını sürdüren diğer partilere tahammül ederek göstermelidirler. Bölgede kendileri gibi düşünmeyen Kürtlere hayat hakkı tanımayan ve elinde silahı bir tehdit unsuru olarak bulunduran PKK, bölge için olduğu kadar, Türkiye’nin iç barışı ve huzuru için de en büyük tehdittir.

Bu saldırı ve cinayetler,  Türkiye partisi olma iddiasındaki HDP’nin hazımsızlığının göstergesi olmakla birlikte, seçime bağımsız adaylarla giren ve bölgede milletvekili çıkarması muhtemel Hüda-Par'ı engelleme amaçlıdır.  KCK-PKK gölgesinde siyaset yapan bazı HDP mensuplarının, bölge insanını ötekileştiren ve tehdit eden ve söylemlerinden bir an önce vazgeçmeleri gerekmektedir.

Bir başka saldırı olayı ise Samsun’da yaşandı. Cumhuriyet Meydanı’nda HDP’nin düzenlenmek istediği miting alanına girmek isteyen  “Burası Samsun, buradan çıkış yok” diye slogan atan gruba izin vermeyen ve zamanında müdahalede bulunan güvenlik güçleri, bir facianın yaşanmasına da engel olmuştur. Her ne saikle olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasalarına göre meşru olan bir partinin mitingini hedef alan bir saldırı, devlete yapılmış bir saldırıdır. Devletçe meşru olan bir siyasi partiyi gayrı meşru olarak görmek, devletin meşruiyetine gölge düşürmek değil midir?

HDP, kendilerine yönelik saldırılar karşısında takındığı tavrı, HDP’lilerce Doğu ve Güneydoğu’da kendilerinden farklı düşünen insanlara (ister Kürt, ister Türk…) yönelik yapılan saldırılara da göstermelidir.

Hangi siyasi partiye yapılmış olursa olsun, bu ve benzeri tüm saldırıları şiddetle kınıyorum. Beğenir veya beğenmezsiniz, meşru olarak seçimlere giren tüm partilere saygılı olmak zorundayız. Sorumluluk sahibi olmaları gereken siyasi parti temsilcilerinin ölçüsüz söylemleri,  seçim meydanlarının bu hale gelmesine neden olmuştur. Her vatandaşın bir oyu vardır ve vatandaşın istediği partiye oy verebilmesi, demokrasinin gereğidir.

7 Haziran Milletvekili Genel Seçimi’nin ayrışma ve kutuplaşma değil, ülkemize birlik ve huzur getirmesini, milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

Huzurla kalın efendim… 

2 Haziran 2015 Salı

Vuslat...

Vakit gecenin yarısı.
Sevdan kuşatmış yine tüm benliğimi.
Oysa gecede ayrılık var, veda var, vuslat var…

Ey Sevgili!
Senden ayrı kalmak tatlı bir acı…
Döneceğini bilsem,
Bir umut der, yine beklerim.
Lakin gece durmuyor,
Sabaha, aydınlığa menzil almış akıyor.

Sevgili!
Bedenin gurbette olması ayrılık değildi.
Ruhun gurbette olması ayrılığın kendisiydi.
Hüzünlü bir vedaydı ayrılık.
Acı da olsa veda etmek, vuslata erişmenin yoluydu.

Bilmez misiz ey talip!
Vuslatta ayrılıktan söz edilmez.
Vuslata erişen kalpler, ölümsüzdür.
Ölüm, ayrılık mı?...
Bir girizgâh…
Sonsuzluğun ritmine atılmış bir adım…
Bir başlangıç…

Memdoğlu...

1 Haziran 2015 Pazartesi

Başkanlık, Öcalan ve HDP!...

HDP’nin parti olarak seçimlere katılması, Demirtaş ve parti yönetiminin iradeleri ve kararıyla olmamıştı. Bu konuda çok farklı değerlendirmeler ve yorumlar yapılmış olsa da Öcalan’ın onayı ve rızası olmadan ne Demirtaş, ne de HDP yönetimi böyle bir karar alamazdı. Böyle bir kararın alınması Öcalan’ın onayı sonrası gerçekleşti.

Parti olarak seçimlere katılacakları kesinleştikten sonra, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş 17 Mart 2015 tarihinde, grup toplantısında yapmış olduğu konuşmada, HDP'nin AK Parti ile herhangi bir pazarlığının ve işbirliğinin olamayacağını belirterek, "Biz bir pazarlık hareketi, pazarlık partisi değiliz. AKP ile aramızda kirli bir pazarlık olmadı, asla olmayacak. Kirli bir alışveriş, işbirliği asla olmadı, asla olmayacak" sözleriyle dile getirmişti.

Başkanlık sistemine parti olarak karşı olduklarına belirten Selahattin Demirtaş; "Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça HDP'liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe sen başkan olamayacaksın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız" demişti.

Demirtaş’ın Meclis grubunda yapmış olduğu bu konuşma günlerce gündemin ana konularından biri olmuştu. Yine hatırlanacağı üzere Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” sözleri o günlerde Twitter’da dünya gündemine bile girmişti.

Demirtaş benzer bir açıklamayı, HDP Batman İl Örgütü’nün 1. Olağan Kongresi’nde; “Biz Başkanlık sistemine destek vermeyeceğiz. Türkiye'nin başkanlık sistemine değil, yerel yönetimleri güçlendirilmesine ihtiyacı var"  diyerek dile getirmişti.

Peki, her şeye rağmen Demirtaş böyle iddialı bir söylemi hangi nedenlerle dile getirdi? Bunda amaç, HDP’nin barajı geçmesi için kendisine lazım olan oylardı. Demirtaş bu ifadelerle kimlerin oyunu almayı hedefliyordu? “Cumhurbaşkanı Erdoğan Başkan olmasın da kim olursa olsun” diyen Taksim-Gezi olayları güruhu ve Erdoğan karşıtlarından tabii ki. Bunda başarılı olur mu? Bunun cevabı ancak 8 Haziran sabahı verilebilir. 

Son değerlendirmeler HDP’nin oy oranının barajı geçme bandında olduğu yönünde. HDP’nin barajı aşması durumunda Selahattin Demirtaş, AK Parti’nin içerisinde başkanlık sistemine de yer veren anayasa değişikliğine hayır diyebilecek mi? Diyemez. Öcalan’ın evet diyeceği bir şeye HDP ve Demirtaş hayır diyemez. Öcalan’ı karşısına aldığı anda da Demirtaş tasfiye edilecektir. PKK ve Kandil üzerindeki otoritesi tartışılmaya başlanan Öcalan’ın, HDP seçmeni üzerindeki etkinliği ve otoritesi devam etmektedir.

Barajı geçmesi halinde Demirtaş ve HDP’in seçim döneminde verdiği sözleri unutacağını, siyaset literatürüne Demirel ile giren “dün dündür, bugün bugündür!”  anlayışının bu kez de HDP’de tezahür edeceğini düşünenlerdenim. Neden derseniz? Bu noktada kilit yine Öcalan’dır derim.  Ve yine “Öcalanistlerin” her kelimesini kutsal bulduğu Öcalan’ın açıklamalarına müracaat ediyoruz.

Sonuç mu? Buyurun “Türkiye Cumhuriyetine, cumhuriyete reform gerekiyor. Bunu tartışmaları için söylüyorum. TBMM yerine iki organ öneriyorum. Aslında geçmişinde de biraz var. Bir Cumhuriyet Senatosu öneriyorum. MGK yerine Güvenlik ve Savunma Konseyi, Anayasa Konseyi kurulmalı. Bir de yarı başkanlık benzeri ve Başkanlığın seçtiği Hükümet…”  (Abdullah Öcalan, 04 Mayıs 2005 Tarihli Avukat Görüşme Notları’ndan)

Sadece seçime parti olarak girme kararı değil, HDP’nin açıkladığı seçim bildirgesi de dikkatlice incelendiğinde, bildirgedeki tüm maddelerin esin kaynağının Öcalan olduğu görülecektir.

Yani, barajı aşması halinde, Selahattin Demirtaş seçimden önce tükürdüğünü, seçimden sonra temizleyecektir.