12 Şubat 2016 Cuma

Suriye’nin Geleceği ve PKK’nın “15 Şubat” Beklentisi!...

Türkiye gündemini uzun zamandan beri işgal eden Suriye’deki iç savaş ve PKK’nın şehir savaşları, uzun bir müddet daha gündemimizin ilk sıralarını işgal edeceğe benziyor. Suriye politikasında Türkiye’yi yalnızlaştıran Batı,  (ABD, AB ve Rusya) PKK konusunda da her zaman olduğu gibi ikiyüzlü politikalar izlemeye devam etmektedir.
 12 Kasım 2015 tarihli “G-20 Zirvesi ve Türkiye” başlıklı yazımızda o günkü konjonktürü,  “Suriye’ye yönelik bir kara harekâtının konuşulduğu bu günlerde, Türkiye’nin ABD ile muhtemel ortak bir kara harekâtına katılması, Türkiye’yi Suriye bataklığına gömecektir. Suriye’ye girmek demek tabir yerinde ise emperyalizmin kucağına düşmek demektir. Dünyanın iki süper gücünün (ABD ve Rusya) Suriye’de kendi menfaatleri çerçevesinde birbiriyle uyumlu hareket etmesi ne anlama geliyor? Rusya’nın Suriye’deki savaşa müdahil olmasından sonra Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsetmek imkânsız hâle gelmiştir. Rusya Suriye’ye Esed iktidarına destek olmaktan öte Akdeniz’e çıkış kapısı olan Lazkiye’deki varlığını devam ettirmek için girmiştir ve bu varlığını devam ettirmek için her türlü riski göze alacaktır. Rusya’nın ‘Esed’li geçiş’ için hazırladığı ve altı aylık süreceği öngören planı, bu tezimizi doğrulamaktadır” diyerek ifade etmiştik.   (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/11/g-20-zirvesi-ve-turkiye.html)

G-20 zirvesi sonrasındaki gelişmelere bakıldığında, hava sahamızı ihlal eden Rus savaş uçağının, savaş uçaklarımız tarafından düşürülmesi, Türkiye’nin; Batı’nın PYD’yi Cenevre toplantıları dâhil etmek istemesini veto etmesi,  Rusya’nın başta Halep olmak üzere hedef gözetmeksizin sivilleri katletmesine karşı BM, ABD ve tüm dünyanın sessiz kalması,  ABD’nin ısrarla “PYD bizim için terör örgütü değildir” demesi ve ABD’nin; PKK’nın Suriye’de yeni Kandilcikler oluşturmasına göz yumması. ABD, Kobani’nin Orta Doğu’nun yeni virüsü olan IŞİD tarafından işgal edilmek istendiği 2014 yılının Eylül ve Ekim aylarında da benzer bir açıklama yapmış ve Türkiye’yi bir kez daha yüzüstü bırakmıştı.

Geldiğimiz noktada, o günkü değerlendirmelerimizin maalesef, bizi bir kez daha haklı çıkardığı görülmektedir. Bölgede yaşanan son gelişmeler, önümüzdeki süreçte de Suriye meselesinin Türkiye açısından çok daha zorlu geçeceğinin habercisi niteliğindedir.

Ve PKK’nın devam ettirdiği hendek savaşları!...

Hatırlanacağı üzere, Öcalan 01 Ekim 2014 tarihinde HDP milletvekilleri ile yapmış olduğu görüşmede, “Kobanê kuşatması, sadece Kürt halkının demokratik kazanımlarını hedeflemekle kalmayıp Türkiye’yi de yeni bir darbe sürecine sokacaktır” sözleriyle,  o dönemki olayların başlangıcı olan fitili ateşleyerek tüm sorumluluğu üstlenmişti.

Kandil, Öcalan’ın bu açıklamasından güç ve destek alarak 6-8 Ekim’de Türkiye’de estirilen terörü planlamış, HDP ise bu olaylarda PKK’nın yaktığı ateşe su yerine, bir kez benzin dökmüştü.

Şehir savaşlarında -hendek ve barikat- sivil halkı bir türlü sokağa indiremeyen, güvenlik güçlerinden de büyük bir darbe yiyen PKK,  son bir hamle olarak Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirildiği tarih olan 15 Şubat’ı hedef aldı. PKK medyası ve KCK üst düzey yöneticileri günlerdir -kendi ifadeleriyle-  “Uluslararası komplonun 18. yılı ve İmralı’da devam eden tecridi protesto için sokaklara inelim” çağrıları yapmaktadır.   

Cemil Bayık, Yeni Özgür Politika’da Kürtçe yayınlanan dünkü ”Ji Îmralî Heta Cizîrê Cîhad-i Ekber” (İmralı’dan Cizre’ye kadar Cihad-ı Ekber) başlıklı yazısında, İmralı sakini Öcalan’ın durumunu Şeyh Sait ile ilişkilendirmeye çalışmaktadır.  Hâlbuki Öcalan Şeyh Sait için; “O dönem Türklerin de işbirlikçi kesimleri var. Şeyh Sait, Kürt ulusal kurtuluşçusu değildir, din ağırlıklı feodal otonomicidir.” ifadesini kullanmıştır.  (29 Eylül 2004 tarihli Avukat Görüşme Notları’ndan) Yine bir başka görüşmesinde, "1806'da Süleymaniye'de Abdurrahman Paşa İngilizlere kapıyı açtı. Abdurrahman Paşa ile başlayan bu süreç Berzenci, Şeyh Sait, 1946'da da Barzanilerle devam etti. Sonra Talabani'ye uzandı. Ve bugün bu devam etmektedir” diyor.  (10 Nisan 2009 tarihli Avukat Görüşme Notları’ndan)

Marksist-Leninist ideoloji temelinde kurulan PKK, İslam’ı; -Öcalan’ın tarifiyle-  “İslamlık, Kürdün beyninde ve yüreğinde milli inkârı hazırlayan ve kaleyi içten fethetme rolü oynayan bir ‘Truva Atı’ gibidir." (A. Öcalan Kürdistan Devriminin Yolu, Manifesto; s.25 ) diye tanımlarken, şehir merkezlerinde devam ettirdikleri hendek savaşlarını Kürtlere Cihad-ı Ekber olarak yutturmaya çalışıyorlar. Anlaşılan Cemil Bayık da din ve dini şahsiyetler üzerinden takiyecilik yapmaya başlamıştır.

Kürtçe yayınlanan yazısında KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Rêber Apo Cîhadi Ekber a li Îmraliyê mîna xwe gihandina rastiya şerê ji bo gelê Kurd îfade kiriye. Rêber Apo, şert û merc çi dibin bila e dixwaze ku gelê Kurd li gund, bajarok û bajarên xwe li ber xwe bidin” Türkçesi:  (Önder Apo, İmralı’daki kendini olgunlaştırma faaliyetini Kürt halkı için bir Cihad-ı Ekber olarak değerlendirmiştir. Şartlar ne olursa olsun, Önder Apo; köy, İlçe ve şehirlerdeki halkımızın direnmesini istemektedir.) Gerçekte Öcalan'ın böyle bir çağrısı bulunmamaktadır. Öcalan’ın son üç yılın Nevruzlarındaki açıklama ve çağrıları herkesçe malumdur. Öcalan, silah ve şiddetin sona ermesi gerektiğini ifade ederek, sivil siyasetin güçlendirilmesi gerektiğini söylememiş miydi?

Şahsımın, Öcalan hakkındaki düşünceleri nettir. Yazı ve kitaplarımız ortadadır. Ama KCK üst düzey yöneticileri, kendi başarısızlıklarını Öcalan savunuculuğu yaparak perdelemeye çalışmaktadırlar. Çünkü Öcalan ismi kendi tabanları üzerindeki en etkili araçtır.

Türkiye’nin, tüm bölgeyi kucaklayacak bir siyaset dili kullanarak,  yeni stratejiler belirlemesi gerekmektedir. Böyle bir strateji bölgede etkinleşmeye başlayan Şii-Selefi-Vehabi tesirini de kıracaktır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder