26 Şubat 2016 Cuma

Kandil, Hangi Güçlerin Taşeronluğunu Yapıyor?

Tüm dünya Suriye’deki gelişmelere odaklanmışken, (ABD ve Rusya, kendi menfaatleri çizgisinde üzerinde anlaştıkları planı adım adım hayata geçirmektedirler) Türkiye bir kez daha iç politika ve PKK terör örgütüyle mücadele etmek durumunda bırakılmıştır. PKK’nın şehir merkezlerinde başlattığı hendek ve barikat savaşlarından  -altı aylık süre zarfında-  hedeflediği sonucu elde edemediği aşikârdır. “Kürt ulusalcı çevrelerce ‘halkın özsavunması’ şeklinde tanıtılan bu strateji beş aya yakın bir sürede değişik ilçe ve illerde, yüzün üzerinde güvenlik görevlisinin şehit olmasına, bir o kadar da sivil vatandaşın ölmesine, 250.000’den fazla insanın göç etmesine veya evlerini uzun süre terk etmelerine ve 800’ün üzerinde örgüt üyesinin ölmesine neden olmuştur. Bunun yanında uzun süreli sokağa çıkma yasakları, PKK’nın boykotları ve çatışmalar sebebiyle bölgede yer yer sosyo-ekonomik hayat durma noktasına gelmiştir.” (Dr. Mehmet Yanmış-Hendek Siyaseti, Sokağa Çıkma Yasakları ve 7 Haziran Sonrası Şiddet Olaylarının Kürt Kamuoyu Üzerindeki Etkileri: Kürtler Süreci Nasıl Değerlendiriyor? Şubat: 2016)

Son dönemde Kandil’deki PKK üst düzey liderlerinin hezeyan dolu açıklamalarına sıklıkla tanık oluyoruz. Bu kez açıklama, kamuoyunda uluslararası gladyonun PKK içerisindeki uzantısı iddialarıyla gündeme gelmiş bir isimden,  Duran Kalkan’dan.

23 Şubat gecesi PKK’nın yayın organlarından Med Nuçe TV’ye konuşan Duran Kalkan, Ankara’daki menfur saldırı için “etme bulma dünyasıdır” diyecek kadar alçalarak, PKK’nın kandan ve ölümde beslenen yüzünü bir kez daha göstermiştir. Oysaki KCK; 10 Ekim 2015 tarihinde 95 insanımızın vahşice katledildiği Ankara’daki saldırı sonrasındaki açıklamasında : “Bu katliamın sorumlusu kesinlikle AKP hükümetidir… Bu katliam ve savaşı ortaya çıkaran zihniyet ve politikaları etkisizleştirmek ancak demokratik mücadeleyi yükseltmekle mümkün olur. Bu katliamdan sonra tüm demokrasi güçleri, halklarımız ve Kürt halkı ayağa kalkarak bu katliamı ve bu katliamı gerçekleştirenleri protesto etmelidir” demişti. PKK, bombalı saldırı kendi tabanlarına yönelik olursa “vahşet ve katliam”, asker ve polise yönelik olduğunda ise “etme bulma dünyası” olarak tanımlıyor. Bu tanımlama militarist bir tanımlamadır ve tam da PKK’nın kendisini tanımlamaktadır.

Duran Kalkan’ın en çarpıcı açıklaması ise Mart ayında -baharla birlikte- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun iktidardan gideceğini iddia etmiş olmasıdır. Bu iddianın bir hezeyan olduğu tartışma götürmez. Lakin dikkate alınması gereken önemli bir nokta var. Erdoğan ve Davutoğlu isimlerinin hedef olarak alınması sizce de düşündürücü değil midir?  Bunun manası: Bizim devletle hiçbir problemimiz yok, bizim tek problemimiz Erdoğan ve Davutoğlu’yladır.

Hatırlayalım: HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 17 Mart 2015 tarihli partisinin meclis grup toplantısında yapmış olduğu konuşmada “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı sürece sen başkan olmayacaksın, seni başkan yaptırmayacağız” demişti. Bu ifade, tipik bir marjinal sol söylemdir. Peki, Demirtaş’ı bu ifadeleri söylemeye iten neden neydi? Tabi ki Kandil. KCK’daki baskın yönetim anlayışı Marksikt-Leninist ideolojidir. Ve aynı ideoloji Türkiye siyasetinde kaybolmaya yüz tutmuş marjinal Türk solunun Figen Yüksekdağ üzerinden HDP’de yeniden hayat bulmuştur. Tabi Figen Yüksekdağ’ın ne kadar Kürt olduğu, bir Kürt annesinin hislerini ve acılarını ne kadar paylaştığı/paylaşabildiği ise ayrı bir konusudur. Bugün, KCK bile hedeflerine ulaşmak için Cumhurbaşkanı ve Başbakanı hedef alan bir strateji izliyorsa, Kandil’in hangi güçlerin taşeronluğunu yaptığını açığa çıkmış olmuyor mu?

Erdoğan ve Davutoğlu isimleri PKK’da bir paranoyaya dönüşmüş olsa da PKK, bu tür söylemleri bilinçli olarak kullanmaktadır. Kandil’in Erdoğan’ı ve Davutoğlu’nu hedef alan açıklamaları, karşı sertlikle -özellikle Erdoğan tarafından- anında cevap bulmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın PKK’yı hedef alan sert sözleri ise bölgede antipati ile karşılanmaktadır. Bu da KCK açıklamalarının Erdoğan’ın sert söylemleri üzerinden bölgede ete kemiğe bürünmesiyle sonuçlanmaktadır.

Duran Kalkan: Bu sisteme karşı mücadele, genel boykot topyekûn direniş temelinde olmalıdır. Bunun için de öz savunma esastır. Gençlik gerillaya katılmalı, YPS’yi büyütmelidir. Her mahallenin savunma güçleri olmalı. Her sokağa bir YPS takımı, hatta bir YPS bölüğü oluşturulmalı.”diyerek, göz göre göre ölüme gönderdikleri gençlerin ölümünü, Kürt kamuoyu nezdinde “özsavunma” fantezisi üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor.

Duran Kalkan’ın geçmişteki açıklamalarına bakıldığında: “Topyekûn Kürt direnişi 2013 yılında mevcut AKP politikaları sürdükçe, çok daha kapsamlı ve derin hale gelecek. “Devrimci Halk Savaşı” stratejisini en etkili bir bicinde 2013 yılında Kürtler yürütecekler… 2013 yılı daha büyük bir mücadele ve devrim yılı olacak.” (http://www.sosyalistforum.net/showthread.php?t=57347) 

"Gerçekten de final düzeyinde bir büyük mücadele yaşanıyor. Önümüzdeki kış dönemi böyle büyük bir mücadeleye sahne olacak" (http://haber.sol.org.tr/turkiye/duran-kalkan-onumuzdeki-kis-final-duzeyinde-bir-mucadeleye-sahne-olacak-136447)

“Önümüzdeki Mart süreci büyük bir direniş sürecidir. Zafer ve başarı her zamankinden daha yakındır. 2016 baharı Kürt’ün baharı olacaktır” ifadesiyle sonlandırdığı son açıklaması da terör örgütü elemanlarını motive etmeye yöneliktir. Kandil’deki KCK baronlarının her dönem bu ve benzeri açıklamaları hep olmuştur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder