23 Ağustos 2014 Cumartesi

SENDİKAL VESAYET

      Gerçek demokrasilerde vesayet sistemine yer yoktur. Her türlü vesayetin var olduğu sözüm ona demokrasiler, zaten “demokrasi” olarak adlandırılamazlar.

Cumhuriyet tarihinden günümüze gelinceye kadar, Türkiye farklı vesayet sistemlerinin kontrolüne girmiştir. Bu vesayet sistemleri kimi zaman oligarşik, kimi zaman askeri, kimi zaman bürokratik, kimi zaman da farklı isimler altında karşımıza çıkmıştır.

Siyaset üzerindeki otoriter-vesayetçi yapılanmalar nedeniyledir ki demokrasinin aracı olan ve seçimlerle iş başına gelen siyasi partiler, iktidar olabilmişler ama bir türlü muktedir olamamışlardır.

Her türlü vesayetin engellenmesi, devlet imkânlarının tüm ülke fertlerine eşit hizmet sunmasıyla sağlanabilir. Türkiye toplumu bu vesayetçi zihniyetlerden çok çekti. Bir vesayeti sonlandırırken, başka bir vesayetçi anlayış ve yapılanma ile karşı karşıya kaldı. En son karşı karşıya kaldığımız vesayetçi sistem ise “sendikal vesayet”…

            “Olur mu hiç” dediğinizi duyar gibiyim. Burası Türkiye ve ne yazık ki devlet kurumlarını etkisi altına almış olan yeni vesayet sisteminin adı da “sendikal vesayet” iddiası.

            Bu tanımlama ve tespitten, sendika ve sendikal faaliyetlere karşı olduğum manası çıkartılmasın. Aksine tüm kamu çalışanlarının (askeri ve güvenlik hariç) sendikal güvenceye kavuşmasını hep desteklemişimdir.

Birçok devlet kurumundaki sendika temsilcileri, kurum insan kaynakları ve personel işlerinden sorumlu birim gibi hareket ettikleri iddia ediliyor.  Sendikadan onay alamamış bir personel, kesinlikle herhangi bir kadroya atanamıyor, atanmıyor.  Kendi vesayet sistemlerini kurmuş olan sendika temsilcileri, istedikleri kadroları elde edebiliyor, hakkaniyetten ve liyakatten yoksun bir şekilde kurum kadrolarını kendi (en çok el pençe duran) üyelerine dağıtabiliyorlar.

Bu atamalar yapılırken, ölçü olarak hangi kurallar dikkate alınıyor? Kurum içi yükselme sınavlarına tabi tutulmadan yapılan bu atamalar ne kadar adil? İtirazımız,  atanması yapılan personelin şahsına değil. Bizim itirazımız, devlet kadrolarının ehliyetsiz ve liyakatsiz kişiler tarafından işgal edilmesidir.

Peki, bu iddialar doğruysa ve iktidar partisi AK Parti’nin bu atamalardan haberi var ise  (ki olmaması mümkün değildir)  o zaman, geçmiş dönemlerde bu ve benzeri haksız uygulamaları eleştirken, bugünkü siyasi şartlar nedeniyle de o uygulamaların mislisince yapılmasına göz yummak ne kadar doğru, ne kadar adil?

Sendikal mücadelede “sosyal haklara sahip olmak istiyorsan sendikalı olmaktan başka yol yok”  sloganı, bugünlerde “iyi bir kadroya atanmak istiyorsan, mutlaka sendikaya üye ol, bunun başka yolu yok” sloganına dönüşmüş durumda.

Sendikalı olmak,  çalışanlar için bir koruma kalkanına sahip olmak mıdır? Evet.

Sendikalı olmak,  işyerinde çeşitli konularda söz sahibi olmak mıdır? Evet.

Sendikalı olmak, bir siyasi partinin arka bahçesi olmak mıdır? Hayır.

Sendikalı olmak, üyesi bulunduğu sendikanın eliyle işlenen haksızlıklara rıza göstermek midir? Hayır.

Peki, sendikalı olmak, kamu kuruluşlarındaki her atamaya müdahil olmak mıdır? Hayır.

Türkiye, tarafgirlik ve taassupçuluk zehrinden kaynaklı bu kısır döngüden ne zaman ve nasıl kurtulacak? 

Anayasanın güçler ayrılığı ilkesi gereği; yasama, yürütme ve yargı organları başta olmak üzere, her birey, yapı, kurum, kuruluş, teşkilat,  (vb.)  kendi görev ve yetki sınırları içerisinde hareket ettiği müddetçe…

Dost söylerse, acı söyler…

Sağlıcakla kalın efendim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder