26 Nisan 2016 Salı

Yok Edilen (!) Ergenekon!...

Geçtiğimiz hafta içerisinde Yargıtay 16. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını “delillerin toplanmasında hukuka ayrılık” gerekçesiyle, Ergenekon davasını usül ve esastan bozdu. Yargıtay’ın bu kararıyla dava yeniden görülecektir.

15 Ağustos 2013 tarihli “Ergenekon’un Derin Kökleri” başlıklı yazımızda: “5 Ağustos 2013 günü Türkiye için çok şey ifade eden tarihi bir gündü. Doksan yıldır Türkiye toplumunu dizayn eden derin yapılanmalardan deşifre edilen Ergenekon ayağı davası nihayet sonuçlandı. Açıklanan cezalar bakıldığında, toplum vicdanında karşılığını bulamamıştır. Verilen cezalar bir kısmı, bizim de vicdanlarımızda soru işaretleri bırakmıştır.

Davanın hukuki yönünü ilgilendiren kısmını hukukçulara bırakmak gerekir. Davanın, varsa eğer hukuki boşluklarını artık hukukçular yorumlayıp değerlendirsinler. Türkiye’nin demokrasi tarihinde bir milat olan ETÖ davasının sonuçlanmasıyla, Türkiye’deki derin yapılanmalar tamamen bitirildi mi? Her Türkiye vatandaşı gibi bende bu soruya evet demek isterdim. Ama maalesef hayır” (Geniş bilgi için: http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2014/07/ergenekonun-derin-kokleri.html?spref=fb) diyerek,  Paralel yapı tarafından itibarsızlaştırılan meşru bir davanın, vicdanlarımızda bıraktığı soru işaretlerine dikkat çekmiştik.

İster Ergenekon, ister vesayetçi derin yapılanmalar, isterseniz İTC’den günümüze kadar varlığını devam ettirebilmiş komitacılar, masonik örgütler; adına ne derseniz deyin, Cumhuriyetin ilanından bugüne kadar  “Ergenekonvari” yapılanmalar -buna FETÖ paralel yapılanması dâhildir- halkın iradesini yok hükmünde saymış ve iktidarlarını devam ettirmişlerdir.

Türkiye, her türlü terör ve terör örgütleriyle mücadele ettiği gibi, devlet idaresine ortak olmak isteyen yapılanmalara da fırsat vermemelidir. “Paralel yapı” ile mücadele adına “Ergenekon yoktur, bu dava dosyaları paralel yapı ürünüdür” demek, hakikatleri halı altına süpürmek demektir.  

Yargıtay’ın bozma kararı, yargılama sürecindeki kimi adaletsizlikleri ortadan kaldırsa da dava mağdurların mağduriyetlerini ortadan kaldırmayacaktır.

Ancak:

-Yargıtay, “Ergenekon Davası”nda yerel mahkemenin kararını "delillerin toplanmasında hukuka aykırılık gördüğü için" bozdu diye, 28 Şubatçıların Müslümanları itibarsızlaştırmak adına kurguladıkları A. Kalkan-F. Şahin-M. Gündüz mizansenlerini hiç olmamış mı kabul edeceğiz?

-“Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyası adı altında başta Ankara olmak üzere, Türkiye’nin birçok ilinde düzenlenen ve TSK’yı göreve çağıran konuşmaların yer aldığı o meşhur “Cumhuriyet mitinglerini” alkışlamaya devam edecek miyiz?

-1982 Anayasası'na göre 1989'da Özal’ı, 1993'te Demirel’i, 2000'de Sezer’i seçen ve duvarında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”  yazan TBMM’yi hiçe sayan eski Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun tarihi  “367 şartı”  içtihadını (!) ve bu içtihadı karara bağlayan dönemin Anayasa Mahkemesi üyelerini hayırla yâd etmeye devam edelim mi?

-“Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir… Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar…” diye devam eden o meşhur 27 Nisan E-muhtırasını siyasi tarihimize altın harflerle mi yazacağız?

-Ve dönemin Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de siyasi yasaklılar listesine dâhil edildiği, AK Parti’nin “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne kapatılması istemiyle açtığı davayı aklayacak mıyız?

Vesaire, vesaire, vesaire…

Bütün bu yaşanılanlar hafızalarda diriliğini korurken, mahkemenin yeniden yargılama sonrası vereceği karar, geçmişi “yaşanmamış” olarak mı kabul edilecek?!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder