21 Nisan 2016 Perşembe

Aşığın Derdi!...


Bir bahar akşamı,
zeytin ağacının altına oturmuş,
elindeki papatya ile dertleşen bir âşık gördüm.

Âşık, papatyaya:
“Hiç karın ortasında açan kardelen gördün mü?
Buzları kıran sıcaklığını hissettin mi?
Etrafını saran soğukluğa rağmen,
O narin, dupduru güzelliğini izledin mi?
İşte!... 
Sevgili’yi, güneşin aşkıyla tutuşurken,
Işığı gördüğünde canından olan
kardelenler gibi sevdim.

Peki, karagül kokladın mı hiç?
Dalında olduğu sürece rengi kara
ama kokusu mis gibi…
Yaprağına dokunduğun an,
rengi kırmızıya döner,
ancak kokusuna da veda eder.
İşte, Sevgili’yi, yaprağına dokunulduğunda kokusunu yitiren,
kara gülün esrarı gibi sevdim.

Ya gelincik çiçeğini?
O kadar hassastır ki
en ufak rüzgârda ömrü kısalır.
Biraz daha, taze gelin gibi salınıp yaşamak için,
başakların arasında tutunmaya çalışır.
Fırtına estiğinde ne hassaslığı,
ne de güzelliği kalır.
İşte, Sevgili’yi, rüzgâr estiğinde ölmemek için,
başaklara tutunan gelincikler gibi sevdim.

Peki, kanadı kırık bir kuşa el uzattın mı hiç?
Sevgiye ve şefkate muhtaçtır.
Bi çaredir, gözlerine baktığında gönlüne akar saflığı.
Eline alır, yarasını sarar bağrına basarsın.
Bilirsin ki kanat çırptığında uçup gidecek…
İşte, Sevgili’yi, uçacağını bilmesine rağmen,
yaralı kuşu seven çocuklar gibi sevdim.

Ben Sevgili’yi, büyük bir aşkla sevdim.
Ben, Sevgili’nin bana kattığı ışığı sevdim.
Ben, Sevgili’nin yüreğime dokunuşunu sevdim.
Ben O’nu çok sevdim” dedi,
ve dik yamaçlardan süzülen bahar suyu gibi,
yürüyerek gözlerden kaybolacaktı ki…

Papatya: “Ben de öleceğini bilmesine rağmen,
gölgesiyle beni güneşin kavurucu sıcağından
korumaya çalışan Sevgili’yi çok sevdim” dedi…
Ardından incecik bedenini yemyeşil çimlere bırakıverdi…


Memdoğlu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder