10 Aralık 2015 Perşembe

İran-ca Komşuluk (!)...

Tarih boyunca istikrarsız bir seyir izlemiş olan Türkiye-İran ilişkileri, son yıllarda iki ülkenin karşılıklı bölgesel liderlik mücadelesiyle devam etmektedir.

Osmanlı döneminde -saray içlerine kadar-   her türlü casusluk faaliyetlerinde bulunmuş ve 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla bugünkü sınırlarımız çizilmiş olan İran ile 19. yüzyılda Rusya tehdidine karşı ittifak kurulmuştur. Tarihten günümüze Kürtlerin Ruslar nezdindeki itibarını (!) da gözler önüne seren aşağıdaki alıntı, bu tespitimizi teyit eder mahiyettedir. “Kont Gudoviç’ten sonra Kafkasya’ya başkomutan olarak gelen Süvari Generali Tormasov, (1809 yılından itibaren) Markiz Pauluççi (1811 yılından itibaren) ve Tümgeneral Rtişçev (1812 yılından itibaren) Türkiye ve İran ile aynı zamanda olan savaşlarımızı etkili şekilde sürdürdüler. Türkler ve İranlılarla ortak askeri harekâtlar düzenlemelerine engel olmak amacıyla Kürtler ile olan ilişkilerimizi desteklerdiler… Kürtler Rus uyruğuna geçmeseler bile, hiç olmazsa Rus birlikleri ile çatışmalara girmiyorlardı ve sınırımızı geçip topraklarımızda çapul yapan yalnızca küçük eşkıya çeteleriydi; bu çeteler de gerçekte İranlılara ve Türklere hiçbir yarar sağlamıyorlardı, tam tersine onların bu tür çapulları, Rusya’ya karşı ittifak kuran İran ve Türkiye’nin ikili ilişkilerinde yalnızca sorun yaratmaya yarıyordu.” (P.İ. Averyanov, Osmanlı İran Rus Savaşlarında Kürtler (19. Yüzyıl),  Shf: 34-35)

Osmanlı’nın yıkılması sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti ile İran’daki Pehlevi  Hanedanı arasında yeni bir dönem başlamış, komşuluk ve dostluk bağları güçlenmiş, her iki ülke içerisindeki ayrılıkçı gruplara karşı -özellikle de Kürt-  ortak politikalar izlenmiştir. Türkiye ve İran,  ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaş dönemlerinde ABD’nin yanında yer almışlardır.

Adına “İslam İnkılabı” denilen ve İran Devrimi'yle birlikte İran'ın manevi tahtına oturan Humeyni sonrası iki ülke arasındaki ilişkiler, ticari manada bozulmamış olsa da diplomatik anlamda kısmi bir sarsıntı yaşamıştır. Bunda, İran’ın mezhep eksenli kendi rejim politikalarını ihraç etmeye çalışması etkili olmuştur.

1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması sonrası, bölge; -özellikle Orta Asya’da- yeni bir Türkiye-İran liderlik mücadelesine sahne olmuştur.  Türkiye’nin yeni kurulan devletlerde ABD ile birlikte etkin olma politikasına karşılık, İran’da Rusya ile yakınlaşmaya başlamış ve o dönem başlayan bu yakınlaşma bugün de iki ülkenin Suriye politikalarına yansımıştır.

PKK terörü ile mücadelenin Türkiye’nin ana gündemi oluşturduğu 1990 sonrası dönemde, Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler, bir kez daha menfi bir seyir izlemiştir. Türkiye'nin, PKK’nın desteklenmemesi yönündeki talepleri, her defasında İran resmi makamlarınca reddedilmişti.  Oysaki bu dönemlerde İran PKK’yı himaye etmekle kalmamış, gerektiğinde Türkiye’ye karşı taşeron bir örgüt olarak da kullanmıştı. Türkiye’nin PKK ile mücadele için Irak’ın kuzeyine yönelik sınır ötesi kara ve hava operasyonları, her ne hikmetse İran’ın tepkisiyle karşılaşmıştır. İran’da idam edilen Kürtler için bir şey yapmayan PKK ise Türkiye’deki faaliyetlerine ve silahlı eylemlerine aralık vermeden devam etmiştir.

İran'ın  iki binli yıllardaki nükleer silah edinme ve uranyum zenginleştirmeye ilişkin çalışmaları neticesi Batı ülkeleri tarafından uygulanan ekonomik ambargo günlerinde, Türkiye -Brezilya ile birlikte- Batı ile İran arasındaki müzakere sürecinin başlatılmasına büyük katkı sunmuştu.

2011 yılı Mart ayında başlayan Suriye’deki iç savaş, Türkiye-İran ilişkilerinin bir kez daha zedelenmesine neden olmuştur.  Türkiye, ABD ve AB’nin yer altığı Batı bloku  ile hareket ederken, İran; Rusya ve Çin’in yer aldığı Doğu bloku içerisinde yer almayı tercih etmiştir. İran bu dönemde Suriye rejimine destek vermekle yetinmemiş, Suriye’deki muhaliflere karşı savaşmak için kendi askerlerini de göndermiştir.

İran dünyada paramparça olmuş İslam âleminin sorunlarına çare olacak politikalar geliştirmek yerine, bölgede bir “Sünni-Şii” çatışmasına sebebiyet verebilecek icraatlar ve söylemlerden vazgeçmeyeceğe benziyor. "Esed kırmızı çizgimizdir" diyen İran, mezhepçiliğini ortaya koyarak; Orta Doğu'yu şiacılıkla istila etmek istiyor.

Bölgedeki mezhepsel gerilimleri azaltmak için İran'ın Türkiye'ye yönelik gizli düşmanlık yapma alışkanlığını terk etmesi gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder