23 Ağustos 2015 Pazar

KCK’nın “Demokratik Özerklik” Aldatmacası-II...

PKK-KCK, Öcalan’ın; “Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik özerklik bedendir. Demokratik özerklik, demokratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüşhalidir, onun somutlaşmış bedenleşmiş halidir”sözü üzerinden,  son yüzyılda dünyada yaşanan sorunların temel nedeni olarak ulus-devlet egemenliğini gösterir. Örgüte göre bunu aşmanın tek yolu “demoktarik ulus-demokratik özerklik” sisteminin inşasıdır.

Demokratik Özerkliğin Kültürel Boyutu: Abdullah Öcalan, “Demokratik Özerkliğin” en temel unsuru olarak kültürel boyutu işaret etmektedir. Öcalan, özerkliğin kültürel boyutun önemini;“Bu kültürel boyut daha çok dil, anadilde eğitim, tarih ve sanatı kapsar... Kürtçenin Türkçe ile ilişkisi nasılolmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmadır bunlartartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır.”diyerek açıklıyor.

PKK-KCK, “Son bir iki yılda Türk devleti TV, radyo ve yazılı metinler ile Kürtçeyi kullanmaya başladığı halde bizzatKürtlerin kendileri bu hakları resmiyette kullanamıyorlar. Radyo ve TV yayını Kürtlere tümüyle yasaktır.Kürtçe üzerinde resmi ve fiili bir yasak vardır. Bu yasaklar Q,W,X harflerinde “sapık” bir zihniyet ilekendisini dışa vurmaktadır” iddiasıyla hem kendi tabanını, hem de uluslararası kamuoyunu yanıltıyor.

PKK, bu ve benzeri iddialarla manipülasyon amaçlı haberler yapmaya devam etmektedir. Kürtçe radyo ve TV yayınları serbesttir. Devlet eliyle yayın yapan TRT-KURDÎ’nin yanısıra, Türkiye’de Kürtçe yayın yapan sayısız özel TV ve radyo kanalları mevcuttur. İddia edildiğinin aksine Kürtçe üzerinde hiçbir yasak bulunmamaktadır. Seçmeli ders olarak okutulmasının yanında, birçok üniversitedekiKürdoloji bölümleri, akademik çalışmalarına devam etmektedir.  Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, 2000-2012 yıllarını kapsayan demokratikleşme çalışmalarını Kürtçe “ŞOREŞA BÊ DENG” (Sessiz Devrim)  adıyla kitaplaştırmıştır. Bu çalışmanın Kürtçe olarak basılması (ki bugüne kadar devletin hiçbir kurumunda böyle bir çalışma yapılmamıştı) başlı başına bir devrimdir. İlk kez bir kaynak, devlet tarafından Kürtçe basılırken, PKK-KCK’nın “sapık” zihniyet olarak değerlendirdiği X, Q ve W harfleri de resmi literatürde kullanılmaya başlanmıştır.

PKK-KCK, Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesi için okulları boykot eylemleri ile Türkçe eğitim sistemini sekteye uğratmayı meşru bir hak olarak göstermiştir. Hatırlanacağı üzere “Çözüm Süreci”nin devam ettiği dönemlerde,  PKK, bu ve benzeri eylemleri ile sık sık gündeme gelmişti. Kültürel boyut içerisindeki en insaflı bölüm, “Kürtlerin, Kürtçe yanında Türkçeyi eğitim de dâhil yaşamın diğer alanlarında ihtiyaç duydukları kadarkullanmalarında bir sakınca yoktur. Bu, Kürtlere sosyal ve kültürel zenginlik getirecektir” ifadesi olmuş olsa da devamındaki, “Kürdistan'dagünlük diyalog ve hizmetlerin tümüyle Kürtçe olması, işin doğası gereğidir. Demokratik özerklik gereği,yaşamın Kürdistan'da Kürtler için tümüyle Kürtçe olması bir zorunluluktur” cümlesi, PKK-KCK’nın samimiyetsizliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Öcalan,“Demokratik Özerkliğin” Öz Savunma Boyutunu: “Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz... Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması sağlanır. Toplum burada kendi özsavunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlıyapıyı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini,kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum... Bugüvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.” diyerek açıklıyor.

01 Ocak 1994 tarihinde Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) öncülüğündeki yöre halkı, Meksika’nın Guatemala sınırındaki kentlerin dördünü, kendi yaşam tarzlarına uygun özerk birimler oluşturmak amacıyla işgal eder. İşte, PKK-KCK’nın“öz savunma” boyutunun esin kaynağı da Meksika’ya karşı silahlı faaliyetlerine devam eden (EZLN) ile FKÖ benzeri bir öz savunma ve halk hareketidir.

“Öz savunma salt PKK-KCK tarzı bir silahlı yapıyı öngörmez. Ama ulusal savunmaörneğinde de gördüğümüz gibi böylesi bir yapılanmayı da dıştalamaz.Diğer bir konu öz savunma salt silahlı yapılanma olarak ele alınamaz... Elbette sadece Kuzey değil, dört parça ve diğer bölge güçleri ve uluslararası güçler ve onların askerisaldırıları düşünüldüğünde,  etkin bir gerilla gücü en önemli öz savunma unsuru olarak varlığını koruyacaktır” anlayışı, Öcalan’da görmeye alışık olduğumuz çelişkiler yumağının -tabiatıyla- PKK-KCK’yı da sarmaladığının ispatıdır.

PKK-KCK, uygulamaya koymak isteği Demokratik Özerkliğin Diplomasi Boyutunun, klasik devlet veya ülkelerarası diplomasi tarzında olmayacağını iddia ediyor. Bunun aksine diplomasinin, direkt halklar arasında ortak yaşam, dayanışma ve çalışma şartlarının oluşturulması gerektiğini belirtiyor ve  bunu da  “halk diplomasisi” veya “halklar diplomasisi” olarak isimlendiriyor..

Diplomasi ve stratejiyi bir arada yürütmeyi hedefleyen KCK, “Demokratik özerkliğin stratejik yönelimi devlet olmayan, devletle uzlaşmaları olsa da devlet olmayı hedeflemeyen toplulukların yönetimidir. Yani politik-ahlaki toplumun, toplum kesimlerinin doğrudan kendi kendilerini yönetmesidir. Öyleyse tüm diplomatik ilişkilerinde de devlet olmayı değil, halkların, toplulukların öz örgütlerinin yaratılmasını ve bunların birbirleriyle doğrudan demokrasi, farklılıkları içinde eşitlik temelinde ilişkilenmelerini, özgür iradeleriyle ortak organizasyonlara katılarak kendilerini yönetmelerini esas alır” ifadesiyle dile getiriyor.

PKK-KCK’nın diplomasi konusunda başarılı olduğunu kabul etmek durumundayız. PKK’nın silahlı eylemlerinin başladığı ilk günden günümüze gelinceye kadar Avrupa ülkeleri, İran, Rusya ve İsrail’den aldığı desteğe bakıldığında, bu başarının bu ülkelerin salt Türkiye düşmanlığından kaynaklanmadığı, terör örgütünün (kendi kontrollerindeki medya desteğini de hesaba katarsak) lobi ve diplomasi konusundaki başarısının sonucu olduğu aşikârdır.

Batı’daki Kürt diasporası (özellikle de ABD ve AB) Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üzerinden Avrupa Parlamentosu’nda etkili lobi ve diplomatik faaliyetler yürütmektedir. KNK üyelerine içerisinde sadece Türkiye’den değil; PKK’nın İran yapılanması PJAK’tan, Irak yapılanması PÇDK’den ve Suriye yapılanması PYD’den de isimler yer almaktadır. KNK’nın Belçika, Fransa, Almanya, İngiltere ve Rusya başta olmak üzere, Avrupa’nın birçok ülkesinde temsilcileri bulunmaktadır.

Son dönemlerde, İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin, PKK kamplarındaki militanları, masum ve sempatik  “özgürlük savaşçıları” şeklinde göstermeye çalışması, ulusal medyadaki kimi yazılı ve görsel yayın kuruluşlarının iktidar partisi ile hesaplaşma adına, PKK’yı aklamaya çalışan yayınları da bu kategoride değerlendirilebilir.

Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan, ABD ve Batı’nın bölgedeki stratejik ortağı gibi hareket eden ve Suriye’de “defacto” bölgeler oluşturan, uluslararası kamuoyunun sempatiyle baktığı bir PKK-KCK gerçeği de gözardı etmeyelim.

Yine, Batı’nın emperyalist çıkarları gereği, Orta Doğu’yu bir kez daha şekillendiriyor olması,  elbette ki Türkiye’yi doğrudan ilgilendirir/ilgilendirecektir de.  Çizilmesi muhtemel yeni sınırlar, dış politikadaki tercihlerimizle birlikte, büyük emekler verilerek, kendi iç dinamiklerimizle çözmeye çalıştığımız “Kürt Sorunu”nu farklı bir mecraya taşıyabilir.

Türkiye’nin bu saatten sonra, bölge ve konjonktürel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak, “Kürt Sorunu”nun çözümü noktasında yeni bir yol haritası belirlemesi gerekmektedir.

Özetle: PKK-KCK’nın -sözüm ona- Kürtlere vaat ettiği “özerklik ve özyönetim”  yapılanmalarının hepsi birer aldatmacadan ibarettir. Günümüz itibariye PKK, fabrika ayarlarına geri dönmüştür. Yani gerçekte hedeflenen şey, kuruluş bildirgesinde belirlenen “PKK, çöken emperyalizm ve yükselen proletarya devrimleri çağında, Kürdistan halkını emperyalist ve sömürgeci sistemden kurtarmak, bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’da demokratik bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai olarak sınıfsız toplumu gerçekleştirmek amacındadır” hedeflerdir.

Kısacası PKK-KCK, bölgede yaşayan ve kendisi gibi düşünmeyen tüm kesimleri bölge dışına göçe zorlayarak, (PYD’nin Suriye’de kontolü altında bulundurduğu kanton bölgelerdeki uygulamaları buna örnektir) Arap baasçılığı benzeri, seküler düşünce yapısının egemen olduğu yeni bir toplum modeli oluşturmaya çalışmaktadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder