13 Mayıs 2016 Cuma

Ah Gönül!...

Sevdik, güldük, üzüldük, ağladık…
Ve tek suçlu gönül dedik.
Tebessüm ederken bile
“Biz değil, suçlu gönül” dedik.
Ne kadar kolaydı suçlamak, değil mi?
Ne görürse o sızardı hâlbuki.
Uçan kuştan esen yele,
Gül dalında öten bülbüle,
Radyoda çalan türküye bile gönül dedik.
Yolların çıkmazına, gözlerin damlasına,
Buluttan düşen yağmura,
Gülün her rengine Sevgili’yi kondurup,
Bir de bahane ekledik, gönül dedik...

Dağa, dereye; ovaya, yaylaya…  
Kundaktaki bebeğe de gönül dedik.
Ferhat ile Şirin’e, Aslı ile Kerem’e,
Yetmiyormuş gibi,
Sevgili’ye düşene de gönül dedik.
Ne suçluymuş bu gönül?
Ne görür, ne duyar,
Ne konuşur, ne de koşar.
Her şeyden habersizdir oysa.
Adına tükenmeyen şarkılar,
Dinmeyen acılar yetmezmiş gibi
Anlayamayana “taş kalpli yar” dediler.
Oysa biz, ona da gönül dedik Efendim!..

O mu istedi bunca hüznü,
Bunca hezeyanı?
“Yar” denildiğinde sızlayana,
Bir o kadar yanana da gönül dedik.
Kime, neye ne söyleyelim?
Atsan alan olmaz,
Suçlu gönül desek, kimse inanmaz.
Düşündük, düşündük, düşündük…
“Bu nasıl bir iştir gönül?” dedik.
Sonra bir kez daha düşündük.
Bu kez de “tek suçlu gönül mü?
Yoksa gönlü yeşerten
Sen mi?” dedik Efendim?...

Memdoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder