4 Kasım 2014 Salı

HEDEF, TÜRKİYE’NİN İÇ BARIŞI MI?

Kürt siyaseti uzun yıllardır büyük ölçüde Marksist-Leninist çizgisindeki siyaseti esas almış, seküler düşünce yapısına sahip Kürtler tarafından yönlendirilmeye çalışılmıştır. Günümüzde de Aysel Tuğluk, Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü gibi milletvekillerinin yanı sıra KCK içerisinden Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu ve Sabri Ok, gibi isimlerin seküler modernleşme konusunda “ırkçı-ulusalcı paradigmayı” esas alan söylemlerinin özünde bu düşünce yapısı vardır. Silahlı mücadeleyi esas alan, seküler-ırkçı düşünce yapısının baskın olduğu PKK-KCK içerisindeki cenahın sözcülüğünü ise -bu sıralar- Aysel Tuğluk yapmaktadır.

Son dönemlerde en çok dillendirilen soru: “Türkiye’nin iç barışını kim istemiyor?”  Yurt içi ve uluslararası boyutları olmakla birlikte, PKK’daki otoriter yönetim-seküler-tek tipçi anlayış, Kürt sorunu ve çözüm sürecinin önündeki en büyük engeldir.

KCK-Kandil, 6-7-8 Ekim’de Türkiye’de estirilen terörü planlamış, HPD ise bu olaylara ön ayak olmuştu. HDP, 6-7-8 Ekim olaylarında üzerine sıçrayan kanı temizlemek, hem Türkiye, hem de uluslararası kamuoyu nezdinde bozulan imajını düzeltmek için Kandil ve uluslararası güçlerin de dayatmasıyla 1 Kasım’da “Dünya Kobani Günü”  etkinlikleri düzenledi.  6-7-8 Ekim’in aksine HPD’li yetkililer sürekli sağduyu çağrısında bulundular. HDP, her iki etkinliğin de düzenleyicisi konumundaydı.

Sonuç?

6-7-8 Ekim Kobani'yi protesto eylemleri; vandalizim, şiddet, ölüm kan ve gözyaşı… “1 Kasım Dünya Kobani Günü” eylemleri, sağduyu…

Neymiş efendim? Demek ki istenildiğinde demokratik talepler de medeni bir şekilde dile getirilebiliyormuş.

PKK-KCK Kandil son dönemlerde, genelde Türkiye, özelde Erdoğan aleyhtarı iç ve dış tüm güçlere yeşil ışık yakmış durumda. Kandil bu politika değişikliği ile Türkiye’nin kendi sorununu, kendi iç dinamikleriyle çözme gayret ve iradesine, uluslararası güçleri müdahil etmek istiyor.

Ve KCK-Kandil, nihayet ağzındaki baklayı çıkardı. Avusturya gazetesi Der Standard’da konuşan KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, “çözüm süreci” için ABD'nin gözlemci olmasını istedi. Bayık, “Kürt sorunu sadece Türkiye’nin sorunu değil, uluslararası bir sorundur ve çözümü de uluslararası olmalıdır. PKK bu sorunun çözümünün parçası olacaktır… Bu ABD olabilir. Uluslararası bir heyet de olabilir. Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da (gözlemci olarak) kabul edebiliriz ve gördüğümüz kadarıyla o yöne doğru bir gidiş var" diyor. Cemil Bayık’ın ABD’nin bilgisi olmadan,  kendi başına böyle bir şeyi dillendireceğine ihtimal vermiyorum. Bu talep C. Bayık’ın değil, ABD’nin talebidir. “Çözüm Süreci”ne üçüncü bir gücün müdahil olması demek, acının, kan ve gözyaşının, kısacası çözümsüzlüğün yıllarca devam etmesi demektir.

Türkiye’nin iç barışının engellenmek istenmesinin uluslararası boyutuna gelince:

ABD: Orta Doğu’daki menfaatleri gereği, kendi siyasi ve politik ekseni içerisindeki Türkiye’yi kaybetmek istemiyor. Bunun için de Kürt sorunu ve çözümü üzerinden Türkiye’ye ders vermeye çalışıyor. Kobani’ye yönelik politikalarda bunu rahatlıkla gördük.

İngiltere: Dünyanın fitne merkezidir. Yüz yıl önce cetvel ile parçalara ayırdığı Orta Doğu’daki sınırları, kendi çıkarlarına göre yeniden çizmek istiyor.

AB: Avrupa Birliği’nin omurgasını oluşturan Almanya ve Fransa (Belçika ile Hollanda da eklenebilir) Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini engellemek, hiç olmazsa kendi projeleri olan imtiyazlı ortaklığı kabul ettirmek için Kürt sorunun çözümsüzlüğünü dayatmaktadırlar. Paris cinayetleri bu amaca yönelikti. Hâlâ esrarengizliğini koruyan Paris cinayetleri aydınlatıldığı an AB içerisindeki derin gladyo da deşifre olacaktır.

İsrail:  “One minute” ile başlayan, Mavi Marmara faciasıyla doruğa ulaşan Türkiye-İsrail gerginliği, İsrail’in Gazze’ye saldırılarıyla daha da derinleşmiştir. Orta Doğu’daki güçlü bir Türkiye, İsrail’in bölge politikaları için de problem kaynağıdır. Türkiye’nin Kürt sorunuyla meşgul olması bölgeye yönelik siyasi enerjisini zayıflatacaktır.

İran ve Rusya: Türkiye'deki “Çözüm Süreci”,  bölge ülkeleri içerisinde en çok İran’ı rahatsız etmiştir. Kendi iç sorunun çözmüş ve bölgedeki diğer Kürtler ile iyi ilişkiler kuramaya çalışan bir Türkiye, İran ve Rusya’nın bölge politikaları ve çıkarları için bir engeldir. İran ve Rusya’nın Irak’taki Şii yönetim ile Esed rejimine açıktan verdiği destek Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini engellemeye yöneliktir.

Türkiye’nin iç barışını engellemek isteyen devletlerin ortak hedefi; bölgedeki enerji kaynakları ve bu enerjinin batıya geçiş yollarının kontrol edilmesi mücadelesidir.

BDP-HDP/DTK (legal Kürt siyaseti) çözüm sürecine dair ne tür politika izleyeceğine net bir karar vermiş değildir. İradesini Kandil’e teslim etmiş, silahı; “Kürt Sorunu”nun çözümü için sigorta olarak görmeye devam eden legal Kürt siyaseti, elbette bu süreçte yeterince etkili olamayacaktır.

 HDP son açıklamasında “Çözüm süreci devam ediyor ve her şartta devam edecek. Çünkü Türkiye halkları buna inandı ve güvendi bu hükümeti de bizi de aşacak bir irade olarak ortaya çıktı.” açıklamasına uygun politikalar üretebilir mi?

Yine bir umut, yeni bir ümit…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder