17 Aralık 2016 Cumartesi

İlk ve Son Av!...





Hamza, uzun kış gecelerinde evlerinde toplanan babasının arkadaşlarından, av hikâyelerini dinlerken bazen heyecanlanır bazen de günün birinde kendi av hikâyelerini anlatacağı anların hayalini kurmaktan geri durmazdı.

Yemyeşil bir vadinin yamacına kurulu kasabaları ve kasabalarını bölgenin cazibe merkezine dönüştüren, bölge sakinleri tarafından “Umut Gölü” olarak adlandırılan, sulama baraj gölünün bulunduğu güzel bir yerleşim yeri…

Yoğun kar yağışına rağmen, vadinin iki yanını kaplayan ve yeşilliklerinden ödün vermeyen ormanlık alan ile dupduru maviliğine, gökyüzünün turkuaz maviliğini de ekleyen,  göçmen kuşların uğrak yeri olan baraj gölü ve tabi ki seyrine doyum olmayan muhteşem bir doğal güzellik…

Güneşin vurduğu yerlerde erimiş olsa da gölgeliklerde kar parçacıklarının bulunduğu,  kasaba sakinlerinden kimilerinin, ilkbaharla birlikte meyve bahçelerindeki meyve ağaçlarını ilaçladıkları, mübarek Ramazan’ın bereketinin yaşandığı Mart ayının son günlerinde, Hamza ve arkadaşları güneşlenmek için kasabanın girişindeki yamaçta oturmuş sohbet ediyorlar.

Gölün bulunduğu sazlıkların arasından, meyve bahçelerinin yer aldığı vadiye doğru giden bir tavşan görürler. On yedi yaşında bir delikanlı olan Hamza ile arkadaşları arasında tavşanın avlanılıp avlanılmaması konusunda kısa bir tartışma yaşanır.  Hayalini kurduğu av hikâyesinin fırsatının geldiğini düşünen Hamza eve gelir. Annesinin, “sadece eğlenmek” için hayvanların öldürülmesine karşı olduğu belirtmesine rağmen, babasına ait; on ikilik diye tabir edilen av tüfeğini alır, seri bir şekilde evden çıkar. Elinde tüfek, vadiye doğru koşuşturan Hamza, kasabanın usta avcılarının -biraz da alaycıl- takılmalarına aldırış etmeden,  hedeflediği noktaya ulaşır.

Olan bitenden habersiz olan tavşan,  meyve bahçelerinin içinden geçtikten sonra Hamza’nın siper aldığı noktaya doğru gider.  Tavşanın menziline girdiğine karar veren Hamza, tüfeğin tetiğine basar. Etrafı, duman ve barut kokusu sarar. Hamza tavşanın gözden kaybolduğu noktaya doğru koşmaya başlar. Evet, tavşanı vurmuştur ancak yüreğine tarifi mümkün olmayan bir hüzün çöker. Cebinden çıkardığı bıçakla boğazını kesmeye çalıştığı tavşan, son bir gayretle kaçmaya çalışır ama nafile, tekrar yere yıkılır. Yerde yaralı olarak yatan tavşanın çıkardığı sesler, Hamza’nın aklını başından almıştır. Tavşanın inlemesi, kundaktaki bir bebeğin inlemesini andırır. Hamza bir an, boğazını kesmeye çalıştığı şeyin bir bebek olduğu hissine kapılır ama yapması gereken şeyi yapar ve tavşanın boğazını keser.

Hamza’nın bedenini garip ve tuhaf bir duygu sarmıştır. Bir yandan hayalini kurduğu, av hikâyesi, diğer yandan sebepsiz yere;  kim bilir belki de yavruları olan bir hayvanı öldürmek...  “Hikâyenin zamanı mıydı, ne günahı vardı da bu hayvanı öldürdüm?diyerek,  oturduğu yerde bir süre ağlamaya başlar ve yaptığından büyük pişmanlık duyar.  Kolu kanadı kırılmış, vücudu boşalmıştır adeta. 

Bir süre sonra oturduğu yerden kalkan Hamza, tavşanı alır eve doğru yola çıkar. Gözleri kimseyi görmez, eve giderken kendisini tebrik edenleri duymaz. Hatta, köyün yaşlı ve usta avcılarının: “Hamza! Nasıl oldu da tavşan avladın. O tavşan kör müydü, topal mıydı?” şeklindeki sorularına cevap vermeden, sessizce eve girer. Elinde tavşan ile eve dönen oğlunu gören basası sevinir. Beti benzi atmış,  yüzü sapsarı olan Hamza’ya babası: “Bir şey mi oldu oğlum?” deyince, Hamza ağlamaklı bir ses tonuyla: “Baba bu tavşanı vurduğumda, zavallı hayvan bir bebek gibi ağladı” der. Bu kez araya annesi girer: “Demedim mi oğlum, gitme diye! Yufka yürekli insandan avcı olmaz. Sen de yufka yüreklisin Hamzam, senden de avcı olmaz” der ve sözünü tamamlar. 

Kısa bir sessizlikten sonra Hamza: “Söz baba! Allah’a yemin ediyorum ki bu saaten sonra avlanmayacağım ve sebepsiz yere hiçbir hayvanı öldürmeyeceğim” diyerek, tüfeği babasına verir ve bir daha ava çıkmaz.

Yıllar sonra anlatacağı bir av hikâyesi bulunsa da Hamza;  hikâyeden çok,  avladığı tavşandan duyduğu pişmanlığı hep yüreğinde taşır.

Sözün özü: Hayat da her insanın  pişmanlıklarının olduğu/olabileceği inkar edilemez bir gerçek. Ancak! Bu pişmanlıkların nasıl yaşanacağı ve hayatımıza ne kadar zarar verebileceğini belirleme iradesi de bizim elimizdedir.

Allah (C.C) cümlemizi dünyada ve ahirette pişman olacağımız fiillerden muhafaza etsin inşallah.

Selametle efendim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder