29 Ocak 2016 Cuma

Hey Gidi Yalan Dünya!...


Hey gidi yalan dünya!...
Dağına, taşına, toprağına…
Havasına, suyuna, denizine…
Yeşiline, sarısına, mavisine…
Her şeyi sığdırdın da bir yüreği mi sığdıramadın içine?
Yük olan yürek miydi sana?
Yoksa sen miydin yüreğime yük?

Hey gidi yalan dünya!
Özün bir avuç toprakken, sözün neden doyumsuz?
Tespih taneleri gibi akarken parmaklarımın arasından hayat,
Tanelere mi sığdıramadın bir yudum mutluluğu?

Hey gidi yalan dünya!
Gecelerin gündüzlerin,
Rengârenk çiçeklerin de yalan.
Birbirine tutunmuş kar taneleri gibi,
Hem sarıyor, hem üşütüyor
Ve bir damla suyla paramparça oluyorsun.

Hey gidi yalan dünya!
Unuttun mu?
Dönüşü olmayan ayrılıkların var…
Koskoca bir ömür geçti.
Esirgediğin o güzellikler,
Ne sana, ne de bana oldu yar.
Bize kalan yalnızca bir avuç toprak…

Memdoğlu...

28 Ocak 2016 Perşembe

HDP’de Değişen Ne Oldu?...

24 Ocak Pazar günü, Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda ikinci olağan kongresini gerçekleştiren HDP’de Eş Genel Başkanlıklara yeniden Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ seçildiler.

Kongre esnasında yapılan konuşmalarda “özyönetim”  söylemleri yine ön plandaydı.  Kongreye Eş Genel Başkan olarak katılan Selahattin Demirtaş, PKK’nın hendek direnişine ilişkin; “Barikata yönelen devlet şiddetini doğru görmüyoruz. Biz hendek, barikat anlayışına yol açan ana fotoğrafa bakmalıyız” demiş, diğer Eş Genel Başkan Filiz Yüksekdağ ise “Bugün Sur’da, Cizre’de, Silopi’de bizim bu sözümü ve irademiz vardır. İşte bu sözün hareketi vardır. Artık geldiğimiz tarihsel kavşakta bir şeylerin değişmesi gerekiyor” diyerek, Demirtaş ile birlikte, bir kez daha Kandil’in hendek siyasetini meşru görmüş, devleti suçlamışlardır.

Devletin bazı uygulamalarda hata yaptığı varsayalım. Peki, Sayın Demirtaş, Kandil’in bu enkaz da hiç mi suçu yok?  Var var da başta siz olmak üzere, HDP’li siyasetçilerde bunu dile getirebilecek yürek ve cesaret yok. Türkiye’nin iç barışı için bir fırsat olan “Çözüm Süreci”ni istismar ederek, bu dönemde şehirleri silah depolarına dönüştüren (PKK’nın Sur’daki eylem şekli ile kullanılan silah ve teknolojiye bakıldığında, çalışmanın Kandil’in de iradesinin üstünde bir üst aklın ürünü olduğu görülmektedir) terör örgütünün bir suçu yok (!)

Kongre sonrası belirlenen PM’de kısmi değişikliklere gidilmiş olsa da söylemler ve mesajlar hiç değişmemişti.

Değişim önce zihinlerde başlar, düşüncede başlar. İsim değiştirmekle, kongre yapmakla parti politikalarını değişmez, değiştiremezsiniz. Daha birkaç gün önce gerçekleştirdikleri kongrede kamuoyunu ikna adına Atatürk posterleri kullanılan HDP’nin Eş Genel Başkanı Demirtaş;  Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen “Türkiye ve Kürtler” konulu konferansta, “Aklı başında bir devlet bütün bölgedeki gelişmeleri doğru okuyup, tersine PYD’nin ve Suriye’deki örgütlü yapıların Cenevre’de olması için çaba sarf etmeli ve Türkiye Cenevre’de tam da kendi yanına oturtmalı PYD’yi, uzağa değil, karşısına değil tam da kendi yanına oturtmalı. En çok da Türkiye’nin ihtiyacı var buna” diyerek, Türkiye’nin müzakere masasına oturtulması için uluslararası kurumlardan müdahil olunmasını talep edebilecek kadar Türkiyelileşmiştir.  Demirtaş bunu ilk kez yapmıyor. Geçtiğimiz ay Moskova’ya yapmış olduğu ziyarette de benzer ifadeler kullanmıştı.

HDP’nin, kamuoyunu; Türkiye partisi olduğunu ve değiştiğini inandırması için:

-Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Yüksekova’da; hendek ve barikatlarla Kürtlere hayatı zehir eden uluslararası üst aklın ürünü PKK’ya,  şehir merkezlerinden çıkmaları ve Türkiye’ye karşı silahlı faaliyetlerini sonlandırma çağrısı yapması gerekmez mi?

-Uluslararası kurumlardan Türkiye’ye baskı yapmalarını istemek yerine, PKK’ya baskı yapmalarını istemeleri icap etmez mi?

-İçişleri Bakanlığı’nda bazı HDP’li milletvekillerinin güvenlik güçlerinin PKK’ya yönelik operasyonlarını sonlandırması için başlatmış oldukları açlık grevi eylemini Diyarbakır Büyükşehir Belediye Binası’nda da yapmaları gerekmez mi?

HDP’de değişen neydi peki?

Bir önceki kongrede Türkiyelileşme iddiasıyla yola çıkmış olan HDP, gelinen süreçte Türkiyelileşme yerine Kandilleşmiştir. HDP, son bir hamle ile (Kandil’in de onayı alınarak) Türkiye partisi olduğunu, Türkiyelileştiğini ispat adına; merhum Erbakan’ın Türkiye siyasetine kazandırdığı “takiyeci siyaset” tabirine uygun hareket ederek, kongrelerinde ilk kez Atatürk posterine yer vermişlerdir. Türkiye’de sadece sol kesimlerin değil, marjinal kesimlerin de sıkıştıklarında sıklıkla başvurdukları bir yöntem olan Atatürk posterlerini kullanma alışkanlığı bu kez PKK marşının çalındığı, Öcalan posterlerinin bulunduğu, Kürtleri büyük bir felakete sürükleyen “hendek” siyasetinin sahiplenildiği HDP kongresinde yaşanmıştır. Kimse kusura bakmasın, Atatürk posteri asmakla Türkiye partisi olunmaz.

“Apoizm”i kendilerine rehber edinerek Kürtleri “seküler” bir anlayışın çizgisine dönüştürmeyi hedeflemiş, Kandil’in talimatlarına göre politika üreten “Halkların Demokratik Partisi (HDP), bu mantalite ile değişemez ve siyaseten Kürtlere de hiçbir şey veremez. 

27 Ocak 2016 Çarşamba

Ey Koca Çınar!...



Ey Koca Çınar!
Aşk nedir bilir misin?
Gönül ile sevdanın atıştığı,
Dil ile kalemin buluştuğu bir araftır "aşk".

Ey Koca Çınar!
Sevda nedir, bilir misin?
Yüreğini hapsedip, üzerlerine prangalar vurduğun;
Dipsiz bir kuyuya isyanıdır sevda...


Ey Koca Çınar!
Hasret nedir, bilir misin?
Can yakan, yürek burkan; maşukunun kalbine yuva yapan;
Kanadı kırık, minik bir kuşun çaresizliğidir hasret...

Ey Koca Çınar!
Dik dur, eğilme!
Yaprakların dökülmesin!
Çünkü dökülen her yaprakta
Çocukluğum, heyecanım, mutluluğum, yalnızlığım, hüznüm
Ve çaresizliğim gizlidir.

Dik dur ey Koca Çınar!
Şu esen sert rüzgâra karşı yıkılma, dik dur!
Köklerinle sımsıkı sar toprağı,
Kolların semaya uzansın gölgeliğim olsun…

Memdoğlu...


25 Ocak 2016 Pazartesi

Acı!...


Mektup yazmışsın…
İyi etmişsin.
Okurken her satırını,
“Sevdaya düştüm,
Aşk ‘acı’sı çekiyorum demiş
Ve ‘acı’yı anlatın?” diye de not düşmüşsün.

Acı kederdir, yalnızlıktır.
Geçmişin izi, geleceğin sözüdür.
Acı, dilsiz bir yakarış, anlatılamayan duadır.

Acı bilir acının halinden,
Acıyı çeken bilir, acı (sızı)sından.
Özcesi!...
Her ruhun vardır bir acısı.
“Aşk acısı çekiyorum” deyip, “aşk”a iftira etme.
Kavuşmadır, vuslattır aşk.
Eğer acı verseydi aşk!
O’nun beytinde dillenir miydi?
İstenir miydi?
Aşk, aşk!

Hâlâ da “acı’yı tarif etmiyorsun?” diyerek, sitem etmişsin.
İstesek de ‘acı’na merhem olamayız?
Acısız yaşamadık ki hiçbir anı.
İşte öyle…

Memdoğlu...

24 Ocak 2016 Pazar

Azizim!...



O bakışlar ki!...
Zemheri şafağında okunan ezanların,
Âleme dokunuşu gibi,
Ruhumuza dokunuyor Azizim...

O kirpikler ki!...
Yayından fırlayan ok gibi,
O ıssız limanı süsleyen,
Açmaya amade gül goncasına hasret bülbülü yaralıyor…

Ve hilâl gibi kıvrılan o kaşlar!...
Sadece ruhumu değil,
Yaralı yüreğimden kırık kalemime damlayan
Kelimeleri de esir alıyor Azizim...

O gözler ki!...
Gönül gülşenine sevgiden köprüler kurup...
Bakışlarında hüzün çiçeklerini barındıran,
Issız limanın adıdır Azizim...

Memdoğlu...

20 Ocak 2016 Çarşamba

Öcalan, “Özeleştiri” ve İmralı Notları!...

19 Ocak’ta Fırat Haber Ajansı (ANF)’de Amed Dicle tarafından kaleme alınan “İmralı Masasında Öcalan ve Devlet Arasında Neler Konuşuldu” başlıklı bir yazı yayınlandı. Amed Dicle yazısındaki iddialara kaynak olarak,  Mezopotamya Yayınları tarafından basılan; 3 Ocak 2013-14 Mart 2015 tarihleri arasında DBP-HDP heyetleri ile Öcalan arasında yapılan görüşmelerin tutanaklarının yer aldığı “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa-İmralı Notları” kitabını göstermiş.

Gerçek ismi Vedat Tayfur olan Amed Dicle, 2010 yılında Selin Ongun’a verdiği bir röportajda kendisini; “1980 Diyarbakır doğumluyum. Diyarbakır’da büyüdüm, kendimi bildim bileli yaşadığım şehirde politik olaylar, kavgalar vardı. Türkiye’de iken Kürt gazetelerinde yarı aktif çalıştım... Sosyoloji okudum ancak devam etmedim. Baskıları görünce eğitimimi, ailemi, her şeyimi bırakarak yurtdışına çıktım. 12 senedir Brüksel’de yaşıyorum. 2002 yılında Medya TV’de haberci olarak çalışmaya başladım. Kuruluşundan bu yana Roj TV’de çalışıyorum. 2007 yılından itibaren yayında sorumluluk görevini üstlendim”  diyerek tanıtmaktadır. Dicle, halen Nuçe TV haber müdürü olarak çalışmaktadır. (http://t24.com.tr/haber/roj-tvnin-genel-yayin-yonetmeni-pkkde-orgut-ici-infazlari-belgesi-varsa-yayinlariz,110441)

Kandil onaylı, tam bir “siyasal mühendislik” çalışması olan yazısında Amed Dicle; toplumu manipüle etmeyi hedeflemiştir.  Yazıya, (bizim de bir hafta önce kaleme aldığımız “AİHM’in Son Kararı ve Kandil’in Öcalan Kozu” (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2016/01/aihmin-son-karar-ve-kandilin-ocalan-kozu.html)  başlıklı yazımızda dikkat çektiğimiz ve “Öcalan’ın ‘silahlar sussun, siyaset konuşsun, silahlı unsurlar Türkiye sınırlarını dışına çıksın’ çağrılarına kulak tıkayan Kandil, son dönemlerdeki başarısızlığını perdelemek için, yine ‘Öcalan’ kozuna sarılmıştır” cümlesiyle özetlemeye çalıştığımız) “Ve bu koşulların oluşması için Öcalan, sonradan özeleştirisini verdiği ‘geri çekilme çağrısı’ yaptı. Bu çağrıdan sonra, tek taraflı çatışmasızlık süreci devreye girmiş oldu” cümlesiyle ile giriş yapılmış. Yazının tamamı okunduğunda verilmek istenen mesajın “yazının kalbi” niteliğindeki bu cümlede saklı olduğu fark edilecektir.

Kısaca: Bir taş ile iki kuş vurulmaya çalışılmış. Nasıl mı?

Buyurun: “Öcalan sonradan özeleştirisini verdiği ‘geri çekilme çağrısı’ yaptı”  cümlesinde, “aslında Öcalan’ın da silahlı mücadeleden yana olduğu, İmralı’da tecrit altında olduğundan bunu açık bir dille ifade edemediği” mesajı verilmek istenmiş.  Daha da önemlisi, yeri ve zamanı geldiğinde yanlış yapan Öcalan’ın kendisi dahi olsa, Kandil’e özeleştiri vermek zorundadır denilerek, Kandil’in PKK üzerinde tek yetkili organ olduğu anlatılmaya çalışılmış. Oysa KCK Sözleşmesi’nin 11. Maddesi; “Koma CivakênKurdistan (Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir. Kongra Gel Genel Kurul kararlarının demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü devrim çizgisine uygunluğunu gözetir. Yürütme Konseyi Başkanını görevlendirir. Temel konulara ilişkin Yürütme Konseyi kararlarını onaylar” demektedir. Öcalan’ın “özeleştiri” vermesi bu maddeye aykırı değil midir? Peki, Öcalan’ın geri çekilmeye ilişkin sonradan verdiği özeleştirisi nerede? Öcalan ne zaman, kim ya da kimler vasıtasıyla böyle bir özeleştiri verdi?

Devamında, “Kürt hareketinin beklediği siyasal ve demokratikleşme adımları da atılmadı. Ve Öcalan’ın İmralı görüşmelerinde defalarca uyarısını yaptığı korkunç savaş, 24 Temmuz 2015 tarihinde Kandil’in bombalanması ile başlamış oldu” denilerek, PKK masumlaştırılmaya çalışılmıştır. Amed Dicle, özgür, objektif ve kendi iradesiyle yazı yazamayan bir kalem olduğunu, Kandil’in bombalanması öncesinde; 20 Temmuz’da Adıyaman’da bir askerin, 22 Temmuz’da ise Şanlıurfa Ceylanpınar’da iki polisin -hem de uykudayken- PKK tarafından şehit edilmelerini yazmamakla ispatlamıştır.

Amed Dicle, “Kitapta Öcalan ile devlet heyeti arasındaki görüşmelerin tutanakları bulunmuyor. Zira bu tutanaklar sadece devlet arşivinde var. Ama HDP Heyeti ile yapılan her görüşmede hazır bulunan devlet yetkililerinin sohbete dâhil olduğu zamanlar da tutanaklara geçirilmiş” cümlesiyle, devlet görevlilerinin ifadelerinin de bu tutanaklarda yer aldığı, dolayısıyla bu ifadeler üzerinden devlete gözdağı verilerek, devletin bu yazıyı muhatap kabul edip karşı belgelerle cevap vermesi düşünülmüştür. Ve bu düşüncelerini hayata geçirmek için de 9 Ocak 2015 tarihinde Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu’nun yer aldığı, HDP heyetinin de bulunduğu bir toplantıya ait anekdotlara yer verilmiştir.

Yazıyla;  “Çözüm Süreci”ni devletin sonlandırdığı, PKK’nın silahlı mücadelesinde haklı olduğu, dolayısıyla da hendek ve barikat savaşlarının meşru bir direniş olduğu vurgusu yapılmaya çalışılmıştır.

Yıllardır gazete köşelerinde “köşe” işgal eden, kimi gazetecilerin, Amed Dicle’nin yazısını “mal bulmuş mağribi” gibi addedip, hiçbir analize tabi tutmadan kendi köşelerinde yayınlamaları,  PKK ile mücadelede ülke olarak içerisinde bulunduğumuz durumun vahametini bir kez daha göstermesi açısından önemli olmuştur.

Dicle’nin yazısı, 13 Eylül 2011’de “Oslo Görüşmeleri” tutanaklarının, nasıl ve ne şekilde basına sızdırıldığına ilişkin sorulara da cevap verir niteliktedir. 

18 Ocak 2016 Pazartesi

Göz...


Bazen ateşten bir köz,
Bazen de bir pınarın kaynağı gibi
Coşar, akar göz, göz...
Sevgiyi, acıyı, mutluğu, çocukluğu…
Hırsı, kini, nefret ve intikamı anlatır göz…
Hâlbuki masumdur, nurdur…
Çünkü?
Üzerine yansıyanı gösteren kalbin aynasıdır göz…
Konuşur ama…
Söylemez ne bir kelam, ne de bir söz...

Memdoğlu...

13 Ocak 2016 Çarşamba

AİHM’in Son Kararı ve Kandil’in Öcalan Kozu!...

PKK’nın silahlı mücadeleyi şehir merkezlerine indirgeme projesi olan “hendek ve barikat” stratejisi sonrasında, kamu düzeninin tesis edilmesi adına, devlet tarafından yer yer ilan edilen sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması için Diyarbakır merkez Sur ilçesi ve Şırnak Cizre’de yaşayan beş vatandaş adına, avukatları tarafından AİHM’e bireysel başvuruda bulunuldu. AİHM, sokağa çıkma yasağının kaldırılması için ihtiyatı tedbir kararı verilmesi istemiyle yapılan başvuruları reddetti.

AİHM red kararında, “Bölgedeki aşikâr olan vahim durum dikkate alındığında, mahkeme; vücut bütünlükleri bakımından korumasız durumda olan başvuranların talep etmeleri halinde gerekli bakıma, yardıma erişebilmelerini sağlamak üzere tüm makul adımların hükümet tarafından atılacağına güvendiğini dile getirmektedir” sonucuna vardı.

AİHM’in ihtiyatı tedbir kararı verilmesi istemiyle yapılan başvuruları kabul etmesi durumunda, bu karar, Avrupa ülkeleri için de emsal teşkil edecekti.Redkararının verilmesinde, (Almanya’nın 21 Aralık 2014’te Hamburg’da meydana gelen olayları bastırmak için kısmi olağanüstü hâl ve sokağa çıkma kararı ile Fransa’nın 13 Kasım 2015’te Paris’teki eş zamanlı terör saldırıları sonrası ilan ettiği olağanüstü hâl uygulamasının üç ay uzatılması kararları da dikkate alındığında)Avrupa’nın terör tehdidi altında bulunmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, karar Türkiye’yi değil, Avrupa’yı koruma amaçlıdır.

12 Ağustos 2015 tarihinde kaleme aldığımız, “ ‘Özerklik Hedefleyen PKK Eylemleri” (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/08/ozerklik-hedefleyen-pkk-eylemleri.html) başlıklı yazımızda: “Nihai hedefleri için ise uluslararası kamuoyuna son olayların bir halk hareketi olduğu algısı oluşturarak, uluslararası hukuku devreye sokabilmek,  ilk etapta oluşturulacak kanton bölgeler üzerinden,  demokratik özerkliklerini ilan etmektir”değerlendirmesinde bulunmuştuk. Gelinen aşamada, PKK’nın “özyönetim ve özerklik” hedefine ulaşmak adına, kara propaganda da dâhil; uluslararası hukuku devreye sokabilmek için, tüm imkânlarını kullanacaktır ve hâlihazırda, bölge halkının sokağa çıkışına en büyük engel Kandil’in “hendek ve barikat” stratejisidir.

Türkiye’nin, IŞİD’in İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda masum sivilleri hedef alan ve 10 kişinin ölümü, 15 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırının şokunu yaşadığı bir ortamda Kandil, her zaman olduğu gibi Türkiye’yi IŞİD ile ilişkilendirmeye çalışmaktadır. O kadar ki KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “IŞİD'in tüm saldırıları AKP hükümeti ve MİT’in bilgisi dâhilinde yapılmıştır” iddiasını ortaya atacak kadar pervasızlaştırmıştır. Türkiye’yi itibarsızlaştırmak ve terörle ilişkilendirmek için gündemde tutulmaya çalışılan bu iddia,  Kandil’in planladığı bir projedir.   Hâlbuki Türkiye’ninIŞİD’le mücadelede İncirlik Üssü’nü ABD’ye açması ve koalisyonun güçleri içerisinde bulunmasınamisilleme olarak IŞİD,  Türkiye’ye yönelik, (Musul Başkonsolosu ve çalışanlarının rehin alınması, Suruç, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’daki eylemler vb.)  çok sayıda eylem gerçekleştirmiştir.

Hendek stratejisinde kitleleri savaşa ikna edemeyerek bir türlü istediği sonucu elde edemeyen Kandil, (ki KCK üst düzey yöneticilerinin halka yönelik bu yönlü serzenişleri basına yansımaktadır) Diyarbakır Sur, Şırnak Cizre ve Silopi ile Mardin Nusaybin’deki direncini bahar aylarına kadar devam ettirmeyi planlamaktadır.

Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında, Ceylanpınar’da iki polisi şehit ederek çözüm sürecini sonlandıran Kandil; “devrimci halk savaşı stratejisi ve serhildan” çağrılarıyla halkı sokağa çıkartmayı hedeflemişse de bunda başarılı olamamıştır. PKK’nın bu başarısızlığında en büyük pay, bu çağrılara itibar etmeyen bölge halkıdır. Devlet bunu iyi okumalıdır.

Öcalan’ın “silahlar sussun, siyaset konuşsun, silahlı unsurlar Türkiye sınırlarını dışına çıksın” çağrılarına kulak tıkayan Kandil, son dönemlerdeki başarısızlığını perdelemek için, yine “Öcalan” kozuna sarılmıştır.  “Devlet’in Öcalan üzerindeki tecridi devam ediyor? Öcalan ile neden görüşülmüyor?” propagandası kendi tabanlarını harekete geçirmeye çalışıyor. Kandil’in bu manevrası karşılık bulur mu? Manevranın nirengi noktasında “Öcalan” ismi varsa, biraz daha ihtiyatlı olmakta fayda görüyoruz. PKK’nın Öcalan’a dair gündeme getirdiği “tecrit” iddiaları boşa çıkartılmalıdır.

12 Ocak 2016 Salı

Üşüyorum!...


“Üşüyorum” dedi şair.
Sardılar yırtık bir battaniyeye,
Çay ikram edip, ısıtmaya çalıştılar.
Yorgun ve ıslak gözlerle mahmur mahmur bakarken…
Bitap düşmüş vücuduyla bir kez daha,
Acı bir nida ile “üşüyorum” diye inledi.
Gözlerinden inci gibi yaşlar dökülürken,
O, zihnindeki masumiyeti hayal ediyordu…

Isıtmaya çalıştılar, nafile…
Zira bedeni değil, ruhu üşüyordu şairin…
Bir ara toparlanmaya çalıştı.
Var gücüyle; 
“Kendi nefislerinin tatmini için
Dünyayı kirleterek insanlığı katledenler!
Durun, ne olur durun?
O saf düşlerimizi ve hayallerimizi kirletmeyin” dedi.
Bir daha uyanamayacağı, derin bir uykuya daldı…

Memdoğlu...

10 Ocak 2016 Pazar

Bad-ı Saba!...


Ey Bad-ı Saba!

Merhaba.
           Hiç esmiyor, selam da vermiyorsun artık...
           Oysa ki!
           Senden haber bekleyen,
           hüzünlü bir kalp, yaralı bir yürek vardı.
           Unuttun mu?...


Hatırlar mısın?

Fecr ile birlikte
açık penceremizden içeri girer...
sadece hanemize değil,
gönlümüze de ferahlık ve huzur verirdin...

Hatırlar mısın?

Şafaktaki o esintilerinde,
ağaç dalları kıyama durur...
yapraklar ve dallara konan kuşlar ise
"Hû" der, zikre başlardı...

Hatırlar mısın?

Yağmur ile birlikte coşan akarsular
toprağa, toprak nebatata, nebatat
insanoğluna nazire yapardı..
İnsanoğlu?

Ah insanoğlu!

Kuşların bile göç etmediği zemheride,
insanları yerinden ve yurdundan ederek
göçe zorlayan,
merhamet yoksunu insanoğlu (!)...

Merhamet...

Mehmet Memdoğlu

7 Ocak 2016 Perşembe

Moskova’nın Yeni Sözcüsü Demirtaş!...

Bu yazımızda, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Al- Monitor’dan İrfan Aktan ile gerçekleştirdiği; Rusya ziyareti, iç politika ve Orta Doğu’nun geleceğine ilişkin değerlendirmelerinin yer aldığı röportajın satır aralarında verilmek istenen mesajları analiz etmeye çalıştık.

Demirtaş Rusya ziyaretine ilişkin, “HDP’nin böyle bir dönemde itibar görmesi hükümeti çıldırtıyor” diyerek açıklamaya çalışıyor. Evet, bu ifadesiyle Demirtaş, doğru bir değerlendirmede bulunuyor. Çünkü kendileri, Türkiye’yi öteleyerek, Rusya’yı tercih etmişlerdir ve Rusya’nın elini Kürt kartıyla güçlendirmişlerdir. “Ortadoğu’da Rus etkinliğini artırıp Türkiye’nin etkinliğini azaltacak kadar zamana yayılmış bir yaptırım süreci izleyecekler. Dolayısıyla gerilimin düşmesi şu an Rusya’nın da çok arzuladığı bir şey değil”  sözleri, Türkiyelileşme (!) iddiasındaki bir siyasetçiden çok, Moskova adına konuşan bir yetkilinin açıklamalarına benziyor. Devamında sarf ettiği “Türkiye ile Rusya arasındaki gerilimin düşürülmesi için üzerimize düşeni yapmaya hazır olduğumuzu belirttik. Verimli, iyi bir görüşmeydi.” ifadesi ile de Türkiye-Rusya arasında arabuluculuk yapmaya çalışan üçüncü bir ülke politikacısı imajı vermeye çalışıyor.  Demirtaş kendisini darı ambarında zannediyor olsa gerek…

ABD’nin PYD’nin Suriye’de oluşturduğu Kürt kantonlara ilişkin ne tür bir strateji izleyeceğine ilişkin sorulan soruya: “Burada önemli olan Kürtlerin kendi öz güçleriyle ne kadar ayakta kalacaklarıdır.” ifadesiyle cevap veriyor. Bu ifade, PKK’yı bilen ve Kandil’deki KCK üst düzey yöneticilerinin günübirlik yapmış oldukları açıklamaları takip eden analizcilerin dikkatini celp etmiş olmalıdır. Açıklama “Kandilvari” bir söylemdir ve böyle bir beyanı ancak elinde silahı bir tehdit unsuru olarak bulundurarak, Kürtleri kazdıkları hendeklerde gömmeye çalışan, uluslararası istihbarat örgütlerinin oyuncağı olmuş Kandil’deki KCK üst düzey yöneticileri yapabilir.

Demirtaş, uluslararası koalisyon geçlerinin Suriye’deki Kürt güçlerine (PYD) destek verdiğini itiraf ettikten sonra, “Bu desteğin sonucunun bir Kürt statüsüne dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda net bir tavır oluşmuş değil” cümlesiyle, Batı’nın Suriye’deki kanton Kürt bölgelerini tanımaları arzuluyor. Ve “Özellikle Türkiye ve İran’ın bu konudaki hassasiyetleri Rusya ve ABD tarafından dikkate alınıyor” dedikten sonra ise “Uluslararası dengelere güvenerek Kürtlerin kendiliğinden statü elde etmesini beklemek saflık olur. Kürtlerin böyle bir saflık içinde olmadığını görüyorum ve buna güvenerek diyorum ki, Kürtler açısından hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır” demeyi ihmal etmiyor. Gayet açık ve net bir ifade ile bu saatten sonra, Kürtler kendi statülerini elde edinceye kadar, silahlı mücadeleden vazgeçmeyeceklerdir demek istiyor.

ABD’ye gerçekleştirdiği seyahate ilişkin sorulan bir başka soruya ise “Kürtler de artık inkâr edilmez bir realite, bir güç olarak kabul edip ona göre politika geliştiriyorlar. Kürtler, Amerika tarafından yönlendirilmiyor. Kürtlerin mücadelesi ABD’nin Ortadoğu’daki Kürt politikasına yön veriyor” cevabıyla, Orta Doğu'da artık kendilerinin de bir güç olduğu, ABD’nin; kendi güçleri karşısında Orta Doğu’daki politikalarını belirlediğini iddia ediyor. Türkiye’yi tahrik edebilecek bir açıklama olan bu iddiası, ülkemizin ABD ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemeyi amaçlıdır.

“IŞİD neden Kürtlere musallat oldu?” (Yönlendirici bir soru. Çünkü IŞİD, sadece Kürtlere saldırmış değildir.  İslam ile ilişkisi bulunmayan bu silahlı örgüt, tüm insanlığı hedef almış bir virüstür.) sorusuna;  “IŞİD’in Kürtlere saldırması hem Türkiye’nin hem de Esad’ın işine geldiği için, buna karşı Şam da Ankara da sessiz kaldı” cevabını vermiştir. Esed’in IŞİD’e karşı savaşan PYD güçlerine destek verdiği malumdur. Demirtaş’ın bu açıklaması, PYD yöneticilerinin açıklamalarıyla çelişmektedir. PYD’nin, bugüne kadar Esed geçleriyle çatışmaması, Esed-PYD ittifakının göstergesi değil midir? Demirtaş’ın Türkiye’yi IŞİD ile ilişkilendirmeye çalışması, Türkiye ile bir türlü barışmak istemediğini ve Kandil’in çizgisinden çıkmayacağının deklaresi niteliğindedir.

Röportajın son bölümünde Sri Lanka ile Türkiye’yi kıyaslayan Demirtaş, “Kürdistan, Sri Lanka değil, PKK de Tamil Kaplanları değil” diyerek, PKK’yı meşrulaştırmış ve -alenen- Türkiye’yi de tehdit etmiştir.

Özcesi Demirtaş’ın bu açıklamaları, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre siyaset üreten bir siyasi parti liderinden ziyade, kendi başına buyruk ifade ve söylemlerde bulunarak,  PKK’nın özyönetim ilanının dış politika ayağını tamamlamaya çalışan açıklamalardır ve Türkiye dış politikasını gölgelemektedir. 

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve birçok HDP’li (Sırrı Süreyya Önder’in ‘Dokunulmazlığımızı kaldıracaklar. Durum öyle gösteriyor. Ve tutuklanacağız. Ama bunun bu meselenin çözümüne hiçbir katkısı olmayacak. Kişisel olarak HDP grubunun hiçbir vekilinin hiçbir cezaevi kaygısı, korkusu taşımadığını biliyorum. Ben de taşımıyorum’ dediğini de göz önünde bulundurursak) şimdiden kendileri için yeni bir mağduriyet mecrası oluşturma peşindedirler.

Tecrübe ile sabittir. PKK yıllarca 1991 yılında DEP Milletvekillerinin TBMM bahçesinde kelepçelenerek gözaltına alınıp cezaevine konulmaları üzerinden nemalandı. Devlet,  Kandil’in hazırlayıp, HDP üzerinden sahneye koymaya çalıştığı bu kirli oyununa gelmemelidir.


3 Ocak 2016 Pazar

Barışı Beklerken, Savaş ile Yüzleşmek!...

       Bir yılı daha geride bıraktık. Bir vatandaşı olarak, 2015 yılı içerisinde iç huzurunu temin etmiş bir Türkiye hayal ederken, maalesef bir kez daha silah, çatışma, kan ve gözyaşı ile yüz yüze kaldık.  Peki bugüne nasıl geldik?

   Geçtiğimiz yılın Ocak ayından itibaren KCK, Suriye yapılanmasıPYD’nin Suriye’deki otorite boşluğundan yararlanarak Rojava’da hayata geçirdiği kantonlara (bir başka ifadeyle demokratik özerklik) benzer oluşumların inşasından vazgeçmediler.

       PKK-KCK, bu denemeyi gençlik yapılanması olan YDG-H üzerinden hayata geçirmeye çalıştı. Zamana ve zemine göre hareket eden YDG-H, Kandil tarafından pilot bölgeler olarak seçilen Lice, Yüksekova ve Cizre’de “demokratik özerklik” hedefini fiiliyata geçirmeye yeltendi. (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/01/cizrede-ne-olduoluyor.html)

     Türkiye’nin bir kez daha seçim atmosferine girdiği 2015 Şubat’ında, HDP’nin seçimlere parti olarak gireceğini açıklamasından sonra,  68 kuşağının eski ve hızlı solcuları ile kendilerini sosyal demokrat olarak ifade eden çok sayıda siyasetçi ve gazeteci, bir anda HDP ve Selahattin Demirtaş hayranı kesilmeye başladılar. HDP ve Demirtaş hakkında güzellemeler düzmekten geri kalmayan bu kesimin HDP hayranlıklarının mihenk noktası ise AK Parti düşmanlığıydı. HDP ise hiçbir zaman Çözümün bir muhatabı olmadı/olamadı.  HDP, seçime parti olarak katılacağını açıkladıktan sonra, TBMM’de görüşüldüğü andan itibaren İç Güvenlik Paketi’ne yönelik sert bir muhalefet sergiledi ve “Çözüm Süreci”nin geleceğini İç Güvenlik Paketi ile ilişkilendirerek, ta o zamanlar toplumun zihninde soru işaretleri oluşturmaya başladı.

     28 Şubat 2015 günü toplanan ve literatüre “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak giren, hükümet adına Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala, AK Parti adına Grup Başkan Vekili Mahir Ünal,  HDP adına Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan’ın bulunduğu,  içeriğinde; PKK’ya “silahsızlanma kongresini toplama” çağrısı, hükümete ise 10 maddelik bir demokratikleşme paketi ödevinin yer aldığı tarihi metin 1 Mart 2015 günü kamuoyuna açıklandı.

    Tam da “kırk yıllık kan, acı ve gözyaşı bitiyor, Türkiye kendi yarasını tedavi ediyor derken,  “eyvah Kürtler silahlı mücadeleden vazgeçiyor” diyen, bir kesim aydın ve yazar (!) tabakası feveran etmeye başladı. Ardından HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş "Hükümet yürüttüğü politikayla, zerre kadar umut vermiyor, barışa yaklaşmıyor" diyerek, toplantıyı ve mutabakatı itibarsızlaştırdı. HDP tabanı ise -özellikle bölge illerinde- Kandil’in “silahı bir güç olarak” dayatma girişimlerine prim vererek, PKK’nın gençlik yapılanması YDG-H’nin kamu düzenini zaafa uğratacak faaliyetlerine göz yumarak; PKK’nın şehir merkezlerini silah depolarına çevirmesine zemin hazırladı.  

     Olan biteni anlamaya çalışan Türkiye kamuoyu, bu kez de (15 Mart 2015) Türkiye’nin halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Buralarda bizim terörle mücadelede neler kaybettiğimiz belli. Eğer biz bu kayıplara uğramamış olsaydık, bugün çok çok farklı yerde olacaktır. Şimdi varsa bakıyorsun; Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok” açıklamasıyla karşılaştı. Devlet ricalı tarafından “Kürt Sorunu”na ilişkin birbiriyle örtüşmeyen ve birbiriyle çelişen açıklamalar, bölge insanı üzerinde olumsuz bir algı sebebiyet verdi ve karamsar bir tablo oluşturdu.

     11 Nisan 2015 tarihinde Ağrı-Diyadin’deki vuku bulan ve alenen provokasyon olduğu belli olan çatışma sonrası Türkiye’ye barışı getireceği ümit edilen  “Çözüm Süreci”nin -adına ne denirse densin- paketlenerek önce askıya alınmasına, sonrasında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle buzdolabına konulmasına neden oldu. Oysaki Türkiye’nin iç barışı, ucuz siyasi hesaplara, kişisel çekişmelere kurban edilemeyecek kadar kıymetliydi.

     Ve 7 Haziran seçimi sonrası -13 yıl sonra- yeniden koalisyon hükümetleriyle anılmaya başlandığı, siyasi istikrarsızlığın habercisi günler ile karşı karşıya kalan bir Türkiye...

     7 Haziran seçimi öncesinde askıya alınan “Çözüm Süreci”,  KCK’nın 11 Temmuz’da “çatışmasızlığın sona erdiğini” açıklamasıyla son buldu. 20 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde sivilleri hedef alan; 31 insanın öldüğü, 100’den fazlasının yaralandığı bombalı saldırıyı devlet ile bağdaştıran PKK’nın,  22 Temmuz’da Ceylanpınar’da evlerinde uyurlarken şehit ettiği iki polis memurunun ardından yeniden başlayan çatışmalar...

   Sonrasında Halil Berktay’ın, “PKK’ye göre ‘özyönetim’ eski Stalinist-Maoist perspektiflerinde ‘proletarya diktatörlüğü’ ya da onun biraz dönüşüme tâbi tutulmuş versiyonu olarak ‘demokratik halk iktidarı’ kuram ve kavramlarının olduğu yere yapıştırılmış bir etikettir” dediği, PKK’nın Kürtleri hendeklere gömdüğü yeni strateji sonrası, şehir merkezlerine indirgediği çatışmalar ve bu çatışmalardan kaçarak evlerini terk eden onbinlerce masum, zavallı halk.

     PKK “özerklik” hedefine ulaşmak için, çözüm sürecini sonlandırdı ve kırsal alandaki silahlı faaliyetlerini sokak aralarına indirgeyerek hendek savaşlarından medet umdu. HDP ise kendi iradesini PKK’ya teslim ederek “özyönetim ve hendek” sarmalına kapıldı. “Kürtlerin mutlaka şu veya bu şekilde siyasi statüsü olmalı. Bunun da ismi devlettir. Bu devletin içinin nasıl doldurulacağı ideolojik bir meseledir” diyerek, hem yüzündeki maskeyi çıkarmış, hem de “HDP Kandil’in TBMM’deki uzantısıdır” iddialarını meşrulaştıran, sivil siyaseti PKK’ya peşkeş çeken HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş...

     “Kürt halkının hukuki, siyasi ve statü talebi kabul edilmediği için Kürt halkı da kendi öz gücüne dayanan bir mücadele sürecine girmiştir” ifadesiyle PKK’nın hendek saçmalığını siyasi statü ile meşrulaştırmaya çalışan DTK...

     Genel seçimden ziyade, “referandum” niteliği taşıyan ve AK Parti’nin bir kez daha tek başına iktidar olduğu 1 Kasım seçimi sonrası, terörle mücadele adına -zarureten- adı konulamayan derinlikli bir savaş ile karşı karşıya kalan Türkiye...