Bu yazımızda, Halkların Demokratik
Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Al- Monitor’dan İrfan
Aktan ile gerçekleştirdiği; Rusya ziyareti, iç politika ve Orta Doğu’nun
geleceğine ilişkin değerlendirmelerinin yer aldığı röportajın satır aralarında
verilmek istenen mesajları analiz etmeye çalıştık.
Demirtaş Rusya ziyaretine ilişkin, “HDP’nin böyle bir dönemde itibar görmesi hükümeti çıldırtıyor” diyerek açıklamaya çalışıyor. Evet, bu ifadesiyle
Demirtaş, doğru bir değerlendirmede bulunuyor. Çünkü kendileri, Türkiye’yi
öteleyerek, Rusya’yı tercih etmişlerdir ve Rusya’nın elini Kürt kartıyla
güçlendirmişlerdir. “Ortadoğu’da
Rus etkinliğini artırıp Türkiye’nin etkinliğini azaltacak kadar zamana yayılmış
bir yaptırım süreci izleyecekler. Dolayısıyla gerilimin düşmesi şu an Rusya’nın
da çok arzuladığı bir şey değil” sözleri,
Türkiyelileşme (!) iddiasındaki bir siyasetçiden çok, Moskova adına konuşan bir
yetkilinin açıklamalarına benziyor. Devamında sarf ettiği “Türkiye ile Rusya arasındaki gerilimin düşürülmesi için üzerimize
düşeni yapmaya hazır olduğumuzu belirttik. Verimli, iyi bir görüşmeydi.” ifadesi
ile de Türkiye-Rusya
arasında arabuluculuk yapmaya çalışan üçüncü bir ülke politikacısı imajı vermeye çalışıyor. Demirtaş kendisini darı ambarında zannediyor
olsa gerek…
ABD’nin PYD’nin Suriye’de oluşturduğu Kürt kantonlara ilişkin
ne tür bir strateji izleyeceğine ilişkin sorulan soruya: “Burada önemli olan Kürtlerin kendi öz güçleriyle ne kadar ayakta
kalacaklarıdır.” ifadesiyle cevap veriyor. Bu ifade, PKK’yı bilen ve
Kandil’deki KCK üst düzey yöneticilerinin günübirlik yapmış oldukları
açıklamaları takip eden analizcilerin dikkatini celp etmiş olmalıdır. Açıklama “Kandilvari” bir söylemdir ve böyle bir
beyanı ancak elinde silahı bir tehdit unsuru olarak bulundurarak, Kürtleri
kazdıkları hendeklerde gömmeye çalışan, uluslararası istihbarat örgütlerinin
oyuncağı olmuş Kandil’deki KCK üst düzey yöneticileri yapabilir.
Demirtaş, uluslararası koalisyon geçlerinin Suriye’deki Kürt
güçlerine (PYD) destek verdiğini itiraf ettikten sonra, “Bu desteğin sonucunun bir Kürt statüsüne dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda
net bir tavır oluşmuş değil” cümlesiyle, Batı’nın Suriye’deki kanton Kürt
bölgelerini tanımaları arzuluyor. Ve “Özellikle
Türkiye ve İran’ın bu konudaki hassasiyetleri Rusya ve ABD tarafından dikkate
alınıyor” dedikten sonra ise “Uluslararası
dengelere güvenerek Kürtlerin kendiliğinden statü elde etmesini beklemek saflık
olur. Kürtlerin böyle bir saflık içinde olmadığını görüyorum ve buna güvenerek
diyorum ki, Kürtler açısından hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır” demeyi
ihmal etmiyor. Gayet açık ve net bir ifade ile bu saatten sonra, Kürtler kendi
statülerini elde edinceye kadar, silahlı mücadeleden vazgeçmeyeceklerdir demek istiyor.
ABD’ye gerçekleştirdiği seyahate ilişkin sorulan bir başka
soruya ise “Kürtler de artık inkâr
edilmez bir realite, bir güç olarak kabul edip ona göre politika
geliştiriyorlar. Kürtler, Amerika tarafından yönlendirilmiyor. Kürtlerin
mücadelesi ABD’nin Ortadoğu’daki Kürt politikasına yön veriyor” cevabıyla, Orta Doğu'da artık kendilerinin
de bir güç olduğu,
ABD’nin; kendi güçleri
karşısında Orta Doğu’daki politikalarını belirlediğini iddia ediyor. Türkiye’yi
tahrik edebilecek bir açıklama olan bu iddiası, ülkemizin ABD ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemeyi
amaçlıdır.
“IŞİD
neden Kürtlere musallat oldu?” (Yönlendirici
bir soru. Çünkü IŞİD, sadece Kürtlere saldırmış değildir. İslam ile ilişkisi bulunmayan bu silahlı
örgüt, tüm insanlığı hedef almış bir virüstür.) sorusuna; “IŞİD’in
Kürtlere saldırması hem Türkiye’nin hem de Esad’ın işine geldiği için, buna
karşı Şam da Ankara da sessiz kaldı” cevabını vermiştir. Esed’in IŞİD’e
karşı savaşan PYD güçlerine destek verdiği malumdur. Demirtaş’ın bu açıklaması,
PYD yöneticilerinin açıklamalarıyla çelişmektedir. PYD’nin, bugüne kadar Esed
geçleriyle çatışmaması, Esed-PYD ittifakının göstergesi değil midir?
Demirtaş’ın Türkiye’yi IŞİD ile ilişkilendirmeye çalışması, Türkiye ile bir
türlü barışmak istemediğini ve Kandil’in çizgisinden çıkmayacağının deklaresi
niteliğindedir.
Röportajın son bölümünde Sri Lanka ile Türkiye’yi kıyaslayan
Demirtaş, “Kürdistan, Sri Lanka değil,
PKK de Tamil Kaplanları değil” diyerek, PKK’yı meşrulaştırmış ve -alenen- Türkiye’yi de tehdit etmiştir.
Özcesi
Demirtaş’ın bu açıklamaları, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre siyaset üreten
bir siyasi parti liderinden ziyade, kendi başına buyruk ifade ve söylemlerde
bulunarak, PKK’nın özyönetim ilanının
dış politika ayağını tamamlamaya çalışan açıklamalardır ve Türkiye dış politikasını
gölgelemektedir.
HDP
Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve birçok HDP’li (Sırrı Süreyya Önder’in ‘Dokunulmazlığımızı kaldıracaklar. Durum
öyle gösteriyor. Ve tutuklanacağız. Ama bunun bu meselenin çözümüne hiçbir
katkısı olmayacak. Kişisel olarak HDP grubunun hiçbir vekilinin hiçbir cezaevi
kaygısı, korkusu taşımadığını biliyorum. Ben de taşımıyorum’ dediğini de
göz önünde bulundurursak) şimdiden kendileri için yeni bir mağduriyet mecrası
oluşturma peşindedirler.
Tecrübe
ile sabittir. PKK yıllarca 1991 yılında DEP Milletvekillerinin TBMM bahçesinde
kelepçelenerek gözaltına alınıp cezaevine konulmaları üzerinden nemalandı.
Devlet, Kandil’in hazırlayıp, HDP
üzerinden sahneye koymaya çalıştığı bu kirli oyununa gelmemelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder