19
Ocak’ta Fırat Haber Ajansı (ANF)’de Amed Dicle tarafından kaleme alınan “İmralı
Masasında Öcalan ve Devlet Arasında Neler Konuşuldu” başlıklı bir yazı
yayınlandı. Amed Dicle yazısındaki iddialara kaynak olarak, Mezopotamya Yayınları tarafından basılan; 3
Ocak 2013-14 Mart 2015 tarihleri arasında DBP-HDP heyetleri ile Öcalan arasında
yapılan görüşmelerin tutanaklarının yer aldığı “Demokratik Kurtuluş ve Özgür
Yaşamı İnşa-İmralı Notları” kitabını göstermiş.
Gerçek
ismi Vedat Tayfur olan Amed Dicle, 2010 yılında Selin Ongun’a verdiği bir
röportajda kendisini; “1980 Diyarbakır
doğumluyum. Diyarbakır’da büyüdüm, kendimi bildim bileli yaşadığım şehirde
politik olaylar, kavgalar vardı. Türkiye’de iken Kürt gazetelerinde yarı aktif
çalıştım... Sosyoloji okudum ancak devam etmedim. Baskıları görünce eğitimimi,
ailemi, her şeyimi bırakarak yurtdışına çıktım. 12 senedir Brüksel’de
yaşıyorum. 2002 yılında Medya TV’de haberci olarak çalışmaya başladım.
Kuruluşundan bu yana Roj TV’de çalışıyorum. 2007 yılından itibaren yayında
sorumluluk görevini üstlendim” diyerek tanıtmaktadır. Dicle, halen Nuçe TV
haber müdürü olarak çalışmaktadır. (http://t24.com.tr/haber/roj-tvnin-genel-yayin-yonetmeni-pkkde-orgut-ici-infazlari-belgesi-varsa-yayinlariz,110441)
Kandil
onaylı, tam bir “siyasal mühendislik” çalışması olan yazısında Amed Dicle; toplumu
manipüle etmeyi hedeflemiştir. Yazıya, (bizim
de bir hafta önce kaleme aldığımız “AİHM’in Son Kararı ve Kandil’in Öcalan
Kozu” (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2016/01/aihmin-son-karar-ve-kandilin-ocalan-kozu.html)
başlıklı yazımızda dikkat çektiğimiz ve “Öcalan’ın ‘silahlar sussun, siyaset
konuşsun, silahlı unsurlar Türkiye sınırlarını dışına çıksın’ çağrılarına kulak
tıkayan Kandil, son dönemlerdeki başarısızlığını perdelemek için, yine ‘Öcalan’
kozuna sarılmıştır” cümlesiyle özetlemeye çalıştığımız) “Ve bu koşulların oluşması için Öcalan,
sonradan özeleştirisini verdiği ‘geri çekilme çağrısı’ yaptı. Bu çağrıdan
sonra, tek taraflı çatışmasızlık süreci devreye girmiş oldu” cümlesiyle ile
giriş yapılmış. Yazının tamamı okunduğunda verilmek istenen mesajın “yazının kalbi” niteliğindeki bu
cümlede saklı olduğu fark edilecektir.
Kısaca:
Bir taş ile iki kuş vurulmaya çalışılmış. Nasıl mı?
Buyurun:
“Öcalan sonradan özeleştirisini verdiği
‘geri çekilme çağrısı’ yaptı”
cümlesinde, “aslında Öcalan’ın da silahlı mücadeleden yana olduğu,
İmralı’da tecrit altında olduğundan bunu açık bir dille ifade edemediği” mesajı
verilmek istenmiş. Daha da önemlisi,
yeri ve zamanı geldiğinde yanlış yapan Öcalan’ın kendisi dahi olsa, Kandil’e
özeleştiri vermek zorundadır denilerek, Kandil’in PKK üzerinde tek yetkili
organ olduğu anlatılmaya çalışılmış. Oysa KCK Sözleşmesi’nin 11. Maddesi; “Koma CivakênKurdistan (Kürdistan Demokratik
Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve
Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı
demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı
temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına
ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir.
Kongra Gel Genel Kurul kararlarının demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü
devrim çizgisine uygunluğunu gözetir. Yürütme Konseyi Başkanını görevlendirir.
Temel konulara ilişkin Yürütme Konseyi kararlarını onaylar” demektedir.
Öcalan’ın “özeleştiri” vermesi bu maddeye aykırı değil midir? Peki, Öcalan’ın
geri çekilmeye ilişkin sonradan verdiği özeleştirisi nerede? Öcalan ne zaman,
kim ya da kimler vasıtasıyla böyle bir özeleştiri verdi?
Devamında,
“Kürt hareketinin beklediği siyasal ve
demokratikleşme adımları da atılmadı. Ve Öcalan’ın İmralı görüşmelerinde
defalarca uyarısını yaptığı korkunç savaş, 24 Temmuz 2015 tarihinde Kandil’in
bombalanması ile başlamış oldu” denilerek, PKK masumlaştırılmaya çalışılmıştır.
Amed Dicle, özgür, objektif ve kendi iradesiyle yazı yazamayan bir kalem
olduğunu, Kandil’in bombalanması öncesinde; 20 Temmuz’da Adıyaman’da bir
askerin, 22 Temmuz’da ise Şanlıurfa Ceylanpınar’da iki polisin -hem de
uykudayken- PKK tarafından şehit edilmelerini yazmamakla ispatlamıştır.
Amed
Dicle, “Kitapta Öcalan ile devlet heyeti
arasındaki görüşmelerin tutanakları bulunmuyor. Zira bu tutanaklar sadece
devlet arşivinde var. Ama HDP Heyeti ile yapılan her görüşmede hazır bulunan
devlet yetkililerinin sohbete dâhil olduğu zamanlar da tutanaklara geçirilmiş”
cümlesiyle, devlet görevlilerinin ifadelerinin de bu tutanaklarda yer aldığı,
dolayısıyla bu ifadeler üzerinden devlete gözdağı verilerek, devletin bu yazıyı
muhatap kabul edip karşı belgelerle cevap vermesi düşünülmüştür. Ve bu
düşüncelerini hayata geçirmek için de 9 Ocak 2015 tarihinde Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu’nun yer aldığı, HDP heyetinin de
bulunduğu bir toplantıya ait anekdotlara yer verilmiştir.
Yazıyla; “Çözüm Süreci”ni devletin sonlandırdığı,
PKK’nın silahlı mücadelesinde haklı olduğu, dolayısıyla da hendek ve barikat
savaşlarının meşru bir direniş olduğu vurgusu yapılmaya çalışılmıştır.
Yıllardır
gazete köşelerinde “köşe” işgal eden, kimi gazetecilerin, Amed Dicle’nin
yazısını “mal bulmuş mağribi” gibi addedip, hiçbir analize tabi tutmadan kendi
köşelerinde yayınlamaları, PKK ile
mücadelede ülke olarak içerisinde bulunduğumuz durumun vahametini bir kez daha
göstermesi açısından önemli olmuştur.
Dicle’nin
yazısı, 13 Eylül 2011’de “Oslo Görüşmeleri” tutanaklarının, nasıl ve ne şekilde
basına sızdırıldığına ilişkin sorulara da cevap verir niteliktedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder