31 Mart 2016 Perşembe

Ebedi Emanet…

Gözler kalbin aynası olsaydı,
Kelimelere ihtiyaç olmazdı.
O halde, yürekte dışa açılan gözler mi?
Bir kelamıyla öldüren ya da güldüren sözler mi?
Yoksa “Yâr”i gördüğünde titreyen eller,
Uzaklaştığında ise akıtılan gözyaşları mı?
Söyleyin!
Kim yalancı, kim?

Hani gözler bedenin dili, gönlün aynasıydı?
Aynalar mı yalancı, aynaya bakan yüzler mi?
Seven bir ruhta yalan olmaz.
Öyleyse, gönüle, yüze ve aynaya soralım?
Soralım ki tek, tek cevap verip, eşlik etsinler kelamımıza.
Kim doğru, kim yalancı?

“Gittiğim değil, düştüğüm yerde kalırım” dermiş gönül.
“Görünen değil, görünmeyen yüzüm var” diyor yüz.
“Cisimleri yansıtırım ancak kalpleri asla”
Ve “kalbin aynası, Yâr’in kendisidir.
Yâr’e göz ile değil, kalp ile bakılmalı ki
Yâr’i de Yaren’i de görebilesiniz” diyor ayna.
Sonuç?
Tanımlamalar doğru, yalancı olan biz...

Ey bakışlarıyla kalbime huzur veren Sevgili!
Sevdan, hasretiyle yaksın bu gönlü ki
Aşkın ve emanetin ebedi kalsın…

Memdoğlu...

Topyekûn Mücadele!...

29 Mart Salı günü, PKK’nın Avrupa’daki yayın organlarından Yeni Özgür Politika Gazetesi’nde, KCK’nın silahlı kanadı HPG sorumlusu Murat Karayılan’ın: “Bahara girdik; eyaletler de artık destek sunmalıdır. HPG artık devreye girmeli. Ancak bu devreye giriş HPG’nin şehirlere girmesi biçiminde olmamalı. HPG, Kürt gençlerinin YPS adıyla örgütlenip şehirlerde yürüttüğü öz savunma direnişini dağdan destekleyecek" açıklamasına yer verildi.

Geçmiş yazılarımızda yapmış olduğumuz analizlerimizde,  bahar ile birlikte PKK’nın şehir merkezlerindeki hendek ve barikat stratejisine ek olarak, kırsalda bulunan militanlarının da bölgedeki askeri üs ve karakollara yönelik eylemlere yönelebileceklerini dile getirmiştik. Çatışmaları şehir merkezlerine indirgeme stratejisiyle hendeklere gömüldüğünü Murat Karayılan’ın “Hâlbuki bu şehirlerde bu düzeyde bir savaş yaşanmasına gerek yoktu”  (Aynı Karayılan,  21 Aralık 2015 tarihli, yine Yeni Özgür Politika Gazetesi’nde yayınlanan bir açıklamasında: ‘HPG’nin resmi bölük ve takımları şehre inmemiştir; böyle bir karar da yoktur. Fakat bu noktada uyarı yapıyoruz: Bu biçimde devam ederse, artık HPG’nin de dâhil olma durumu söz konusu olabilir. Hareketimizin yönetimi bugün bunu gündemine almıştır; tartışıyor... Çünkü eğer bu biçimde zulüm gelişir katliama dönüşürse, o zaman HPG de devreye girebilir’ diyerek HPG’nin şehir merkezlerindeki çatışmalara müdahil olabileceğini ima etmiştik ki 29 Mart’taki açıklamasıyla kıyaslandığında PKK’nın Karayılan şahsında düştüğü çelişkiyi de ortaya çıkarmıştır.) sözüyle itiraf eden PKK, 2016’daki ilk kırsal eylemini Diyarbakır-Bingöl karayolu üzerinde bulunan Mermer Jandarma Karakolu’na bomba yüklü araçla düzenlediği saldırıyla gerçekleştirmiş, saldırıda üç asker şehit oluş, 23 asker de yaralanmıştı.

Suriye’yi Türkiye ile kıyaslayarak büyük bir strateji hatası yapan KCK, iç savaşın devam ettiği Suriye’de,  uzantısı PYD üzerinden elde ettiği kanton oluşumlara benzer oluşumlar hayali ve fantezisiyle başlattığı hendek ve barikat çatışmalarında darbe yemiştir. Halk nezdindeki desteğini de büyük bir oranda kaybeden PKK üst düzey yetkilileri, çatışmaları yeniden kırsal bölgelere yayarak kaybettiği prestiji elde etme uğraşındalar. Karayılan’ın 15 Ağustos 1984 Eruh baskını gerçekleştiren Agit kod Mahsun Korkmaz üzerinden “Egîd yoldaş, bir ruhtu, bir duruştu, bir komutanlaşma tarzıydı. Her şeyden önce başarı ve saldırı ruhunun sembolüydü. Bundan 32 yıl önce, 1984 yılının 15 Ağustosu’nda Egîd yoldaş komutasında 32 kişiyle bir yürüyüş başlatıldı. O zaman başlatılan bu mücadele, bir tarih yaratmış durumda. Bugün Egîd yoldaşın on binlerce askeri vardır. Milyonlarca insan onun çizgisini esas almaktadır” diyerek, terör örgütünü motive etmeye çalışması, PKK’daki çöküşün göstergesidir.

Yıllardır bir yandan terörle mücadele ederek bugünlere gelen Türkiye, bir yandan da eskiden kalma ırkçı-faşist zihniyetle de mücadele etmektedir, etmelidir de. 23-27 Mart tarihleri arasında Konya’da düzenlenen 14. Tarla Teknolojileri Fuarı’na davetli olarak katılan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Ziraat Bakanı Abdussettar Mecid, fuarda Kürtçe konuşacağı için tertip komitesi tarafından engellenmişti.

Olay sonrasında bir açıklama yapan Abdussettar Mecid, “Öncelikle protokol iyiydi ve biz gayet iyi karşılandık. Gümrük ve Ticaret Bakanı, Konya Valisi ile Tarım Bakanı yardımcısıyla daha öncesinden bir toplantı yapmıştık. O toplantıda Kürtçe konuştum. Konuşmam orada bulunan tercüman aracılığıyla Türkçe’ye çevrildi. Gerçekleşen toplantıda herhangi bir sıkıntı yaşanmadı ve verimli bir toplantı oldu. Aynı zaman da protokole uygun da bir karşılama da vardı” dedi. Olayı daha da vahimleştiren nokta; Gümrük ve Ticaret Bakanı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakan Yardımcısı ve Konya Valisi ile gerçekleştirilen toplantıda Kürtçe konuşan Mecid’in, fuar tertip komitesi tarafından engellenmiş olmasıdır. Fuar tertip komitesinin bu tavrı, -hükümetin de temsil edildiği bir organizasyonda- neticesi itibariyle, hükümeti bypass ettirmiştir.

Seçmeli de olsa Kürtçe eğitim verilen, TRT KURDÎ kanalı üzerinden 24 saat Kürtçe yayın yapılan Türkiye’de, bir organizasyon için davet edilen yabancı bir yetkilinin anadili olan Kürtçeyle konuşmasına izin verilmemesi, devletin kendi uygulamalarıyla çelişmiyor mu?

Bugün Türkiye’nin güneyi Irak sınırları içerisinde, “Kürdistan Bölge Yönetimi” adıyla bir hükümet var ve bu hükümetle ilişkilerine -siyasi ve ekonomik özellikle de enerji alanında yapılan anlaşmalar- bakıldığında, resmen olmasa da Türkiye mevcut hükümeti tanıyor denilebilir.

Demokrasi ve insan hakları noktasında hatırı sayılır ilerleme kaydeden Türkiye ne yazık ki eskiden kalma bu sakıncalı zihniyet ile zorda bırakılmıştır. (PKK ve medyası, bu fırsatı kaçırmayacak, önümüzdeki günlerde bu olayı kendileri için bir propaganda malzemesi olarak kullanacaklardır.) Bu zihniyet, devlet kurumlarında hayatiyetini devam ettirmektedir. Türkiye’nin bu ve benzeri zihniyetlere fırsat vermemesi gerekir. 

28 Mart 2016 Pazartesi

Meçhule Yolculuk!


Her yaşta farklı dünyaların açıldığı,
Bir garip yolculuktur hayat…
Açılan dünyaların birbirine benzersizliği de cabası.
Yıllar dediğimiz ve çok çabuk eskittiğimiz bu dünyada,
Tek kalıcı olmayan şey, huzur ve mutluluk.
Nedense her teşebbüsümüzde, bir avuç zehir saçarak geçiyoruz...
Sıra sıra, dize dize, dünya dediğimiz;
Yıl dediğimiz ve aslında yok ettiğimiz değer,
Varlığımızın ta kendisi...

Dünyaya ışık saçan inci tanesi parlaklığındaki
O şaheserden akıttık gözyaşlarını.
Zemheri soğuğu gibi olan hüzünler…
Acılar ve kırgınlıklar kapışılıverdi.
Kutsal olan her şey ellerimizde kaldı.
Yolculuğumuz ne kendimize, ne sevgiliye…
Anladık ki yolculuğumuz,
Perdenin ardındaki o muhteşem güzelliğe…

Memdoğlu...

24 Mart 2016 Perşembe

Ey Ruhumun Aynası!...


Yine hüzün, yine acı, yine keder…
Hepsini bir arada yaşıyor bu beden.
Kederli halimi her gördüğünde:
“Neden bakışların acı ve kederle bakıyor?
Üzülme, kaldır başını!
Kırk yıl hatırı olan kahvenin rengi gözlerinle bak.
Bak ki her yıla ayrı bir anlam katsın varlığın.
Bırak!
Adımların, omuzların değil;
bastığın yerler taşısın yükünü” derdi bir dost…

Derdi de…
Derdim, en yaralı yanım,
Sol yanım olduğunu bilmezdi, bilemezdi…
Sol yanım, evet.
Mevlânâ’nın “Mecnun’un devesi gibidir” dediği,
Yeryüzünün en hilekâr sihirbazı “nefsin”
İstila etmeye çalıştığı yaralı yanım, sol yanım, kalbim…
Aynalar!
Söyleyin! Bu ben miyim?
Beden aynı beden
Ama!
Kalp lekelenmiş, ruh kirlenmiş, sıfat ise “nefsi emmare”...

Şems: "İnsan kendisini ancak bir başkasının aynasında tanır
Ve ruhunun derinliklerini
Başkasında görebilir" dememiş miydi?
Ey ruhumun aynası!
Söyleyin!
Bu ben miyim?


Memdoğlu...

“AKP’li Kürtler! Ya İtaat, Ya Terk!”…

Defaatle dile getirdik, getiriyoruz, getirmeye de devam edeceğiz. Terör, etki alanı geniş olan ve insanlığı tehdit eden uluslararası bir sorundur. Terör her yerde terördür. Terörün ne dini, ne de kimliği vardır. Yıllardır terörle mücadele eden Türkiye’nin bir vatandaşı olarak, Belçika’nın Başkenti Brüksel’deki saldırıyı kınıyor ve lanetliyorum. Başkalarının acıları üzerinden siyaset yapmak bize yakışmaz. Bu, insani de değildir, İslami de değildir.

Yazımızın konusuna dönecek olursak:

HDP’li siyasetçiler, Diyarbakır’daki Nevruz etkinliklerinde bekledikleri kalabalığın çok çok altında bir insan topluluğuyla karşılaşınca, var olan akıllarını da yitirdiler. Ve bu ruh hallerini söylemlerine yansıtmaya başladılar.

İradesini Kandil’e teslim etmiş, aklınca politika yaptığını ve siyaset ürettiğini zanneden HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır’daki Nevruz etkinlikleri sonrası katıldığı bir televizyon programında “Başkanlık sistemine evet deseydik, AKP’li Kürtlerin sorunları çözülürdü ancak halkın sorunu çözülemezdi” diyerek, “bölücü” zihniyetini bir kez daha kamuoyu ile paylaşmış oldu.

Allah aşkına bu nasıl bir zihniyet, bu nasıl bir düşünce şekli?

AKP’li Kürtler de ne demek oluyor?

Kendileri gibi düşünmeyen Kürtlere hayat hakkı tanımayan bu ifade, faşist bir söylem değil midir?

AKP’li Kürtler derken kimleri kast ediyor, halk derken kimleri kast ediyorsun Demirtaş?

Bu söylem ve düşünce şekli “Kandilvari” bir söylemdir.  Kütler adına sivil siyaset yaptığını iddia eden (!) biri, Kürtlere ne verebilir? Merak edenler, Kandil’deki PKK baronlarının geçmişteki söylemlerine bakabilirler.

Ey Demirtaş?

İradeni teslim ettiğin PKK’nın hendek ve barikat fantezisi yaşanmamış olsaydı, tüm Türkiye bu kadar acı yaşar mıydı?

Özyönetim dediğiniz ve devlet olmayan,  devlet yapılanması “demokratik, özgür siyasal örgütletme” saçmalığıyla tarif ettiğiniz, “özyıkım” fantastik stratejisiyle bu ülkeye yıkımdan başka ne kazandırdınız?

“Biz Nevruz’dan çıkan mesajı aldık” diyorsun ve  “Savaş büyüsün diye değil, savaşa karşı barış umudu büyüsün” diyen insanların Nevruz meydanını doldurduğunu söylüyorsun da, “Bazıları PKK’nin şehir savaşına başladığını söylüyor. Hayır, PKK şehir savaşına henüz başlamış değil” diyen Kandil sözcüsüne ve PKK’nın “hendekistan” stratejisine neden söyleyecek söz bulamıyorsunuz?

“Devleti yöneten akıl ferasetsiz kalmışsa kinle öfkeyle hareket ediyorsa, devlet aklı partizanca davranırsa kendi halkını felakete sürükler” diyorsunuz ama Diyarbakır Bağlar esnafının HDP Milletvekili Ziya Pir’e, “Bunu devlet bize yapmadı sayın vekil bakın eve roket girmiş. Devlet hangi eve şimdiye kadar roket atmış. Böyle değil. Yani hak arayışı böyle değil. Kendi halkına sahip çıkmak böyle değil şimdi bu hal midir? Eğer polise karşı savaşıyorsan git dağda savaş. Ama sen buraya gelmişsin. Halkın içine. Burada ne var. Benim evime roket girmiş. Ne yapman gerekiyorsa onu yap. Bu halka sahip çık. Bu pislikleri topla, bu belediye bizim belediye değil mi? HDP belediyesi değil mi? HDP milletvekili değil misiniz gelin kaldırın bu pisliğinizi" diyerek âdeta ders veren çığlığını neden görmezden geliyorsunuz?

“Demokratik siyasetin alanını genişletmeliyiz. Bizler bütün arkadaşlarımızla birlikte yeniden çözüm masasına dönülmesi gerektiğine inanıyoruz” diyorsun da YPS’li teröristlerin Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesine bağlı Medya Mahallesi’nde evlerin boşaltılmasına yönelik bildiriler dağıtmasına, Valilik tarafından yasak olmasına rağmen, medarı iftiharınız HDP’li Büyükşehir Belediyesince mahallenin sokaklarında barikat kurulması için parke taşlarının hazır hale getirmesine sessiz kalıyorsunuz.

Aslında HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Başkanlık sistemine evet deseydik, AKP’li Kürtlerin sorunları çözülürdü ancak halkın sorunu çözülemezdi” sözü ile PKK’lı Murat Karayılan’ın “Bazıları PKK’nin şehir savaşına başladığını söylüyor. Hayır, PKK şehir savaşına henüz başlamış değil”  ifadesi, bir bitişin itirafıdır.

Söyleyecek sözü olmayanlar, toplumu manipüle etmek için her türlü yalanı meşrulaştırma gayreti içerisindeler. Nitekim Murat Karayılan denen aklı evvel, Brüksel’deki saldırıya ilişkin olarak,  “Erdoğan gerçekten DAİŞ’e karşı tutum almazsa, DAİŞ’in Avrupa’daki saldırıları da durmayacaktır. Araştırılsa, Brüksel’de eylem yapan kişilerin neresi üzeri Avrupa’ya gitmiş olduğu görülecektir. Bir biçimde mutlaka Türkiye’yle bir bağı vardır” diyebilecek kadar seviyesizleşebiliyor.  Geçmişte Karayılan’ın "Evleri, okulları, hastaneleri yerle bir edin. Ambulansları hedef alın vurun"  (Geniş bilgi için: http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/12/karaylann-hezeyanlar.html) dediği hezeyan dolu açıklamalarına şahit olmuş Kürtler, Karayılan’ın Brüksel saldırılarını Türkiye ile ilişkilendirmesine inanır mı?

HDP olarak, “barış” (!) diye diye Kürtlere hayatı zehir ettiğinizi,  anaların ve babaların evlatsız, genç kadınların eşsiz, çocukların babasız kalmalarına neden olan bu fitne ateşine benzin taşıdığınızın farkında mısınız? 

El İnsaf…

23 Mart 2016 Çarşamba

Brüksel’deki Saldırının Hedefi…

Terör, etki alanı geniş olan ve insanlığı tehdit eden uluslararası bir sorundur. Terör her yerde terördür. Terörün ne dini, ne de kimliği vardır. Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleştirilen saldırılarda 34 kişi öldü, çok sayıda insan yaralandı. Terörün her türlüsünü ve insanlığa yapılmış bu saldırıyı kınıyor ve lanetliyorum.

Brüksel’deki saldırıya yönelik farklı değerlendirme ve yorumlar yapılıyor. Saldırının arka planında, muhtemel oluşturulmak istenen algıya bakmak gerek. Bu saldırı ile Türkiye karşıtlarının ülkemize yönelik oluşturulmak istedikleri algı nedir?

Geçtiğimiz hafta içerisinde Taksim İstiklal Caddesi’ndeki canlı bomba saldırısında 4 kişi öldü, yedisi ağır 39 kişi yaralandı. Ve bu eylemin faili olduğu belirtilen Mehmet Öztürk’ün IŞİD ile bağlantılı Gaziantep’teki Durmaz grubu içesinde yer aldığı iddia edildi.

Ardından, PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesine rağmen Belçika hükümeti, AB’nin de başkenti konumunda olan Brüksel’de PKK’nın çadır açmasına izin verdi.

18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101. yılı dolayısıyla Çanakkale’de düzenlenen törenlere katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yapmış olduğu konuşmada haklı olarak “Terör örgütlerine doğrudan veya dolaylı kucak açan ülkelere sesleniyorum. Koynunuzda yılan besliyorsunuz. Beslediğiniz o yılan her an sizi de sokabilir.” sözleriyle terör ve terörizme dikkat çekmişti.

Başbakan Davutoğlu’nun Türkiye-AB Zirvesi sonrasında düzenlediği basın açakalmasında AB’nin önümüzdeki Haziran ayında vizesiz dolaşımını uygulamaya geçeceğini taahhüt ettiğini de göz önünde bulundurursak:

-Saldırının şekline bakıldığında, saldırının profesyonelce hazırlanıp icra edildiği görülmektedir.

-Saldırı sadece Belçika’ya yönelik değil, AB’nin başkenti konumunda olması nedeniyle AB’ye yapıldığı manasına da geliyor.

-Saldırının 13 Kasım 2015 tarihinde 130 kişinin öldüğü Paris’teki bombalı eylemlerin faili olarak aranan ve geçtiğimiz hafta içerisinde Brüksel’de ele geçirilen Belçika vatandaşı Salah Abdeslam’ın yakalanmasına misilleme olarak yapılmış olabileceği ihtimal dâhilindedir. Ve Salah Abdeslam’ın IŞİD militanı olması, saldırının arkasında IŞİD’in olabileceğini işaret etmektedir.

Şimdi:

-Saldırının Türkiye AB’ne tam üyelik görüşmelerini ve Türkiye-AB ilişkilerini sekteye uğratmak isteyen, en başından beri Türkiye’nin IŞİD ile ortak hareket ettiği iddialarıyla “Türkiye’nin teröre destek veren bir ülke” olduğu algısını yaymak isteyen derin odaklar ve hücreler tarafından planlanmadığı ne malum?

-Nitekim başta PKK medyası olmak üzere, Türkiye karşıtı tüm odaklar; Brüksel’deki saldırıların hemen arkasından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teröre destek veren ülkelere ithafen Çanakkale’de dile getirdiği “Dürüst olun. Bunun adı teröre teslim olmaktır. İşte Ankara'da patlayan bombanın, şehrin göbeğinde terör örgütü yandaşlarına şov yapma imkânının sağlandığı Brüksel'de veya Avrupa'nın herhangi bir şehrinde patlamaması için hiçbir sebep yok. Bu açık gerçeğe rağmen Avrupa ülkelerinin hâlâ aymazlık içinde hareket ediyor olmaları, mayın tarlasında dans etmek gibidir. Ne zaman mayına basacağınızı asla bilemezsiniz. Ama bunun kaçınılmaz bir son olduğu ortada” açıklamalarını servis etmeye başladılar.    Ve kendilerince Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklaması üzerinden Türkiye’yi terörle ilişkilendirip, mahkûm etmeye çalışıyorlar.

-Türkiye karşıtı şer odaklarının hazırlayıp gündeme getirdikleri bu “algı operasyonu”nun Türkiye açısından olumsuz sonuçları olacağı muhakkaktır. Taksim İstiklal Caddesi’ndeki saldırıda dikkate alındığında önümüzdeki yaz döneminde Avrupa’dan gelecek turist sayısında kısmi bir azalma olabilir.

Brüksel’deki saldırı bir insanlık suçudur.

Saldırının hedefinde Türkiye’nin olduğunu düşünüyorum. Ve bu saldırıların kaybedeni korkarım ki yine Türkiye ve Müslümanlar olacaktır.

Avrupa’da son dönemde gittikçe körüklenen İslamofobi unutulmamalıdır!

19 Mart 2016 Cumartesi

Yalnızım…


Gönül ne makam istedi, ne de mevki.
Ne miskinlik, ne de şatafat,
Bakışlarında bir ışık, yüreğinde bir masal
Sadece Seni, sadece Seni…

Yine, yalnızım!
Turnalar gibi göçecek ne yerim, ne de yurdum var.
Bırak, bakmasın gözlerin gözlerime.
Yorgunum, sarmala şu sana meftun ruhumu
Ellerim ol, kollarım ol, cananım ol…


Hep yapayalnızım!
Bir rüzgârın esintisiyle yıkılmaktan korkuyorum.
Gölgem ol da gölgene tutunayım.
Tut elimden ki
Sen olmayan yalnızlıktan kurtulayım.

İstemem gülün çeşitlerini,
Kalbime ektiğin güllerinle yetinirim.
İstemen bu canda bir başka sıcaklık,
Üşüdükçe miras kalan sevginle ısınırım.
Yaralı gönlüme uzat ellerini,
Bir daha yalnız ve kimsesiz bırakma sevgilim.

Memdoğlu...

Nevruz'un Kendisi Barıştır. Ama!...

Terör, Türkiye’nin kalbi Ankara'da kanlı ve acı yüzünü bir kez daha gösterdi. 37 ölü, 125 yaralı, bir ay içerisinde ikinci saldırı ve acı üstüne acı yaşayan Türkiye. Ankara'daki bombalı saldırıda hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah'tan rahmet,  yaralılara acil şifa ve milletimize sabrı cemil diliyorum.  Uluslararası şer güçler, Türkiye'deki maşaları üzerinden Türkiye'ye"Dünya beşten büyük değildir"mesajı vermeye çalışıyorlar. Rabbim, fitne ve fesat odaklarına fırsat vermesin inşallah.

Yaklaşan Nevruz Bayramı öncesi Kandil’deki KCK baronları, 21 Mart’ı kendilerine göre “Özgür Önderlik, Özerk Kürdistan ve Demokratik Türkiye” diye tarif ettikleri formülle adlandırıyorlar. 21 Mart’ta yeni bir aşamaya geçeceklerini ve bundan sonra yeni bir sürecin gelişip başlamasının ancak Türkiye’nin KCK’nın özerkliğini müzakere etmesiyle mümkün olabileceğini dile getiriyorlar.

Kandil’in açıklamasını talimat olarak gören HDP ise “Direnerek kazanacağız” -Bir yandan zavallı Kürtleri direniş adı altında ölüme gönderirlerken, diğer yandan kendileri sıcak evlerinde ve katlarında keyif çatmaya devam ediyorlar- sloganıyla 82 merkezde kutlama yapmayı planladıklarını, yine tüm dikkatlerin çevrildiği Diyarbakır’daki etkinliğin, 21 Mart’ta düzenleneceğini açıkladı.

Gündemdeki bir başka beklenti de bu yılki Nevruz’da Öcalan’ın mesajının okunup okunmayacağı yönünde. Öcalan’ın, geçmiş yıllarda okunan mesajlarını boşa çıkaran Kandil karşısında, yeni bir mesaj göndereceğini sanmıyorum. Devletin de böyle bir talebinin olacağını ya da buna izin vereceğini zannetmiyorum.

 2013 Nevruz’unda Diyarbakır’da okunan mesajında Öcalan: “Artık silahlar sussun fikirler konuşsun noktasına geldik… Ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğine diyorum ki, artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil, siyaset öne çıkıyor” mesajı vermiş ancak PKK silahlı unsurlarını yurt dışına çıkarmayarak, “Çözüm Süreci”ndeacaba dedirten kafa karışıklığına neden olmuştu.

Öcalan, 2014 Nevruz mesajında, “Diyalog süreçleri önemli olmakla birlikte bir bağlayıcılık içermezler. Bundan dolayı da kalıcı bir barış için yeterli güvence oluşturamazlar. Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz olmuştur” demiş,  devlet de çıkardığı bir kanunla, “Çözüm Süreci”ni yasal güvence altına almıştı. Bu yasal güvenceye rağmen, Kandil’in “bizden bağımsız hareket ediyorlar” diye adlandırdığı, PKK’nın gençlik yapılanması olan YDG-H’nin (YPS) şehir merkezlerindeki eylem ve faaliyetleri artarak devam etmişti.

2015 Nevruz’unda ise Öcalan: “Tarihi Dolmabahçe Sarayı’nda, hepimizce resmen ilan edilen on maddelik deklarasyon temelinde yeni bir süreci başlatma görevi ile karşı karşıyayız.Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim” demiş ancak Öcalan’ın 21 Mart’taki mesajı okunmadan önce, yani 09 Mart 2015 tarihinde KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık; "Apo gelip kongreye katılmadan, görüşmeden silah bırakma söz konusu olmaz” açıklamasıyla, “Çözüm Süreci”nin sona ermesine neden olan fitili ateşlemişti.

Bugünkü şartlara bakıldığında: Evet, Öcalan devletin gözetiminde ama tam anlamıyla kontrolünde değil. Kandil, “Öcalan”  kozuna sarılıyor ama Öcalan’ın kontrolünde değil. HDP, “Kürtlerin özgürlüğü” palavrasını sloganlaştırıyor ama Kürtlerin kontrolünde değil. İşte problemin ana kaynağı da bu üç konu.

Yıllarca “Kürt mağduriyeti” üzerinden yaydığı propaganda ve “Olağanüstü Hal”in benzeri yanlış uygulamalar ve güvenlikçi politikaların da etkisi ile her 21 Mart, Türkiye’deki Kürtler için, “kurtuluş” bayramı olarak algılandı. Kutlama etkinlikleri bu minvalde düzenlendi.  Ne zamana kadar? 1990’lı yılların “kanlı” Nevruz kutlamalarına kadar.
1991 Nevruz kutlamalarında Türkiye genelinde çıkan olaylarda 31 kişi öldü.Üç güvenlik görevlisinin şehit olduğu 1992 Nevruz'unda Şırnak, Cizre, Nusaybin'deki kutlamalarda meydana gelen olaylarda resmi kayıtlara göre 73 kişi, yerel kaynaklara göre ise 94 kişi hayatını kaybetmişti. 1993 Nevruz'undaki sağduyu çağrıları, herhangi bir çatışmanın yaşanmamasında etkili oldu. 1994 ve 1995 Nevruzlarında, sokak aralarında lokal çatışmalar yaşanmakla birlikte, ölümlerin olmadığı kutlamalar düzenlenmiştir. 1995’ten günümüze kadar kutlanan nevruzlarda kitle ile güvenlik güçleri arasında zaman zaman gerginlikler ve çatışmalar yaşanmış olsa da ölümler yaşanmamıştır. Nevruz,Türkiye’de 1995 yılından itibaren resmi bayram olarak kabul edilmiştir.

Şehir merkezlerindeki hendek operasyonlarında halkı sokaklara indirmeyi başaramayarak beklediği sonuçları (kısa vadede) elde edemeyen, (çatışmaların uzaması, buna kırsal bölgelerdeki çatışmaların da eklenmesi ve sivil kayıpların artması durumunda, bölgedeki halk da devletten uzaklaşmanın yaşanacağı, batı bölgelerindeki Türk-Kürt ayrışmasını ise derinleştireceği endişesini taşıyorum ve bu endişem zayıf gibi görünse de ihtimal dahilindedir) PKK, sivil halkı güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirmek için Nevruz kutlamalarının kendileri için son fırsat olduğunu bildiklerinden, ellerindeki tüm imkânları sonuna kadar kullanacaklardır.  

(Bu yazı ilk olarak 15 Mart 2016 tarihinde yayınlanmıştır.)

10 Mart 2016 Perşembe

Geceler!...


Rengiyle ve sessizliğiyle,
Halı gibi örtüyor çatıları, evleri ve gönülleri…
Soğukluğu ve karanlığıyla,
Yalnızlığımı döküveriyor kimsesiz sokaklara…
Sessizliğin ses çıkardığı anlarda ise
Yokluğun sarıveriyor geceyi…

Hayat bir başka yaşanıyor.
Gündüz düşlerini süsleyen ne varsa,
Karanlığında kâbusa yelken açıyor.
Geçmişi, geleceği ve hayalleri,
Hatta güneşin aydınlattığı her şeyi kapatıyor da…
Yüreğimin yalnızlığını acımasızca saçıveriyor kaldırımlara…

Tarifi mümkün olmayan bir başka soğukluk,
Bir başka yalnızlık, bir başka hasret…
Aklımdan geçenleri mi?...
Geceye renk katan yıldızlar yazıyor gökyüzüne.
Ve yaşanmış ne kadar acı varsa,
Hepsi can buluyor, olmayan renginde...

Memdoğlu...

9 Mart 2016 Çarşamba

28 Şubat ve Demokrasi!...

Geçtiğimiz hafta sonu İradeci ve Bürokratlar Birliği tarafından düzenlenen  “Tarihe Işık Tutanlar” programının konuğu Sayın Ahmet Cemil Tunç idi.

Ahmet Cemil Tunç, 19., 20. ve 21. Dönem Elazığ Milletvekilliği yapmış, TBMM İdare Amirliği ve 28 Şubat post-modern darbesinin yapıldığı dönemde, devlet bakanlığı yapmış seçkin bir devlet adamıdır.

28 Şubat post-modern darbesi hakkında çok şey yazıldı. Lakin Sayın Ahmet Cemil Tunç’un o dönemin hem tanıklarından, hem de mağdurlarından olması, açıklamalarının önemini önem katmıştır.

Ahmet Cemil Tunç’un açıklamalarını özetleyecek olursak:

Türkiye’nin, 28 Şubat’ta telafisi mümkün olmayan haksızlıklarla karşı karşı kaldığını belirterek söze başlayan Tunç:  “28 Şubat’ın bir tane sebebi vardır, o da Necmettin Erbakan’dır. Sayın Erbakan’ı siyaset dışına atmaktı.” Ana neden olarak bu noktaya dikkat çeken Tunç, 28 Şubat post-modern darbesini planlayanların bu noktada başarılı olduklarını dile getirmiştir. Tunç, “28 Şubat’ın, ekonomik olarak Türkiye’ye maliyetinin 300 milyar dolar olduğuna” da dikkat çekti.

 İkinci etken olarak, devlet bankalarının tek elde kontrolünü esas alan havuz sistemi olduğunu, Refah-Yol hükümetinin istifasının ardından işbaşına gelen Mesut Yılmaz hükümetinin ilk icraat olarak, merhum Erbakan Hoca’nın kurduğu havuz sistemini ortadan kaldırdığını ifade etti. Ayrıca, Refah-Yol hükümeti dönemine kadar zarar eden KİT’lerin, Refah-Yol iktidarı döneminde kâr ettiğini de ekledi. Ki 28 Şubat öncesinde, havuz sistemine en çok dönemin faiz lobisi karşı çıkmıştı.

Üçüncü neden olarak ise G-8’lere karşı alternatif bir teşkilatlanma olan D-8 (Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Mısır, Endonezya ve Nijerya) organizasyonunu işaret etti. Tunç, D-8 teşkilatına imza veren ülke liderlerinin tamamının bir yıl sonra iktidardan uzaklaştırıldığını, bunun tek istisnasının ise dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek olduğunu, Hüsnü Mübarek’in de toplantıya bir bakanını göndererek, toplantıya katılmayan tek lider olduğuna dikkat çekti.

Dördüncü sebep olarak, Türkiye’de faaliyete olan kumarhanelerin kapatılması olduğunu belirtti. Kapatılmadan önce kumarhanelerde kumar oynayanların %98’nin yerli, %2’sinin de yabancı uyruklu olduğunu da hatırlattı. O dönemde, Türkiye’nin ana muhalefetinin lideri Mesut Yılmaz’ın, Macaristan’da kumar oynamak için gittiği otelde, Veysel Özerdem tarafından yumruklanarak burnunun kırıldığını hatırlarsak, kumarhanelerin kapatılmasının bir devrim niteliğinde olduğu bir kez daha görülecektir.

Ve her zaman tartışılan -bence de 28 Şubat’ın açığa çıkan en önemli tartışma konusuydu-  “28 Şubat kararlarını Başbakan Necmettin Erbakan imzaladı mı, imzalamadı mı?” konusu. Bu konuya da açıklık getiren Tunç, Erbakan Hoca’nın 28 Şubat kararlarını imzalamadığını, bunun şahidinin de 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül olduğu söylemesi oldu.

28 Şubat’ın askeri, siyasi, bürokrasi ve ekonomik boyutları göz önünde bulundurulduğunda, 28 Şubat sürecinden kim ya da kimler, hangi odaklar nemalanmışa, post-modern darbenin müsebbibi de onlardır.

28 Şubat post-modern darbe sürecinde devletin bir memuru olarak görev yapan ve 28 Şubat sürecinin mağdurlarından biri olarak ifade edebilirim ki: Her ne kadar iddia edildiği gibi  “bin yıl” sürmemiş olsa da 28 Şubat’ın Türkiye’ye maliyeti ve mağduriyeti yıllarca devam edecektir.

Ve eğer, Türkiye’de hâlâ 1980 darbesinin ürünü olan bir anayasa hüküm sürüyorsa, demokrasimiz üzerindeki kara gölgeyi, varın sizler düşünün.

Selametle kalın… 

Ömür Masalım!...


Hani, heyecanla toprağa düşen yağmur damlaları?
Hani, yedi rengiyle dünyayı saran gökkuşağı?
Nerede benim cemrem, gökkuşağım, renklerim…
Çocukluğum nerede?

Hani, bir yıla dört mevsim sığardı?
Yazın sonu, hazan mevsimi sonbahardı.
Kışın sonu, gençlik çağı ilkbahar…
Nerede benim yazım, güzüm, kışım,
Gençliğim, baharım nerede?

Hani, “Evvel zaman içinde” diye başlayan masallar?
Hani, “İlk görüşte” sözüyle başlayan destansı aşklar?
Hani, “Onlar ermişti muradına…” diye,
Sonu mutlulukla biten hikâyeler?
Nerede masalım, nerede aşkım,
Nerede mutluluğum?...

Memdoğlu...