“Şiddet kelimesinin etimolojik kökeni Arapçadır
ve ‘bir gücün derecesi’, ‘sertlik’, ‘peklik’ anlamlarını barındırır. Kelimenin
İngilizce ve Almanca kullanımı ise Latince birkaç kavramın birleşiminden
oluşmaktadır ve bir yandan ‘ihlal etmek’ ve ‘zarar vermek’ anlamlarını taşırken
diğer yandan ‘kuvvet’, ‘hız’ ve ‘aşırılık’ anlamlarını da karşılamaktadır. Bu
bağlamda şiddet kavramı, en geniş tanımıyla gücün, kuvvetin, otoritenin ve
üstünlüğün kötüye kullanımı ile ortaya çıkan sınır ihlalini ifade eder.”*
Genel anlamda şiddet; öfke, korku, kaygı
ve hislerin farklı boyutlarıyla dışa yansımasıdır. Şiddet, sadece fiziksel
boyutta değil; sosyal, psikolojik, hatta ihmal ve istismar boyutunda da
değerlendirilmelidir.
İnsanların problemlerini sağlıklı bir
iletişim kurarak çözme yeteneğinden mahrum olmaları, bireyler arası ilişkiler,
kızgınlık kontrolü ile kızgınlığın etkin ifadesi ve çatışma çözme becerileri
konusunda eğitimsiz olmaları şiddeti arttırır. Toplumun çoğunluğunun nezdinde
sorun çözme yöntemi olarak benimsenmesi ise şiddeti arttıran bir başka
faktördür.
Türkiye’de yeterince şeffaf olmayan
kapalı bir toplum yapısı mevcuttur. Bu kapalı toplum yapısında, şiddet; kimi
zaman fiziksel, kimi zaman psikolojik, kimi zaman cinsel içerikli olabileceği
gibi, bazen de ekonomik nedenlerden kaynaklı olabilmektedir.
Geçtiğimiz
günlerde HDP’nin çağrısıyla sözüm ona Kobani’yi protesto adına, düzenlenen
eylemlerde şiddet ve vandallık bir kez daha tavan yaptı. Yaşanan olaylarda
maalesef 38 kişi hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı. Ev ve işlerleriyle
kamuya ait binalar vahşice yakıldı, yıkıldı. Hatırlanacağı üzere, Türkiye’de bu emsalde bir
şiddet, 2013 yılında Taksim-Gezi olaylarında da yaşanmıştı.
Türkiye kendi gerçeğiyle bir kez daha
yüzleşti. Kobani protestoları, Türkiye’deki toplumsal ve sosyal fay hatlarını
yerinden oynatmaya yetmiş, toplumsal dokumuzun inceliğini bir kez daha gözler
önüne sermiştir. Ne yazık ki bu eylemler, Türkiye toplumunda var olan
kamplaşmanın, kutuplaşmanın daha da açılmasına, derinleşmesine neden olmuştur.
Demokrasi adına siyaset yapan tüm siyasetçileri, bir kez daha sorumlu
davranmaya davet ediyoruz.
Tüm Türkiye, Kobani’yi protesto adına
yaşanan olaylar karşısında dehşete düştü, şiddete sebebiyet verenleri kınandı. Maalesef
yine kolaycılığa kaçılarak bireyi, toplumu şiddete yönelten nedenler yeterince irdelenmedi.
Özeleştiriye hazır mıyız?
Evde şiddet: Ebeveylerinden şiddet gören
çocuk, elbette şiddete meyilli olur. Ebeveylerinin birbirlerine yönelik
şiddetini gören çocuk, şüphesiz şiddete yatkın olur ve şiddet içermeyen, şiddet
gerektirmeyen bir numayişte bile gördüğü şiddet dışa yansımaya başlar.
Eğitim sistemimizdeki çarpıklıklardan
kaynaklı şiddet: Okulda öğretmeninden, arkadaşlarından fiziki ya da psikolojik
şiddet gören öğrenci, kendince, kırılan onurunu kurtarmak adına, yaşadığı acıyı
hafifletmek için toplumda kendisinden zayıf gördüğü kimi bireylere yönelik
şiddet içerikli eylemlere başvurabiliyor. Bu şiddet, bazen öğrencinin
öğretmenine yönelik şiddetiyle de karşılık bulabiliyor.
Şiddeti o kadar özümsemişiz ki, bugün
devletin güvenlik gücünün yetiştirildiği askeri okullar (lise ve harp okulları dâhil)
ve polis meslek yüksekokullarındaki öğrencilerden kaynaklı “devrecilik” diye
tabir edilen psikolojik şiddeti görmezden gelemeyiz. Disiplini tesis etmek
adına, insan onurunu ayaklar altına alan bu sistematik işkenceler, kimi okul
görevlilerince görmezden gelinebiliyor. Oysa
bu okullardan mezun olacak olanlar, yarın vatandaşın, ülkenin güvenliğini
sağlayacak. Baskı ve şiddet ortamında yetişecek görevlilerin en küçük bir toplumsal
olayda uygulayabilecekleri şiddeti düşünebiliyor musunuz? (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM’e dava
başvuru sayısında, yıllardır Rusya’nın ardından ikinci gelen Türkiye, 2013
bilançosunda beşinci sıraya geriledi.)
İşyerinde şiddet: İster kamu kurumu,
isterse özel sektör olsun; adaletli davranmayarak, mahiyetimiz altındaki
personele fiziki ya da psikolojik şiddet uygulayabiliyoruz.
Sporda şiddet: Sporun, dostluk ve
kardeşlik olduğunu her fırsatta dile getiririz. Gelin görün ki sadece spor
olsun diye yapmış olduğumuz sportif faaliyetlerde, sportif karşılaşmalarda
sporu kendi egomuzu tatmin aracına dönüştürebiliyoruz. Hakaret ve küfür
yetmiyormuş gibi sporu şiddete alet edebiliyoruz.
Sokakta şiddet: Sonuçta her türlü baskı ve şiddet ile
yoğrulmuş olan toplumumuz, anayasal hakkı olan demokratik bir eylemde bile
sokakları ateşe verebiliyor. Hak arama adına, insanların haklarına tecavüz
edebiliyor. Bununla da yetinmeyip, kendi kardeşini kolaylıkla öldürebiliyor.
En nihayetinde, toplum içerisindeki
ötekileştirme; kin ve nefreti, kin ve nefret ise çatışmayı ve şiddeti
doğurur.
Amacı sadece şiddet olan birisine, karşı
şiddetle mukabele ederseniz, kalıcı bir
çözüm bulamazsınız.
Unutmayın! Şiddet, şiddeti doğurur.
*Y.Dursun
“Şiddet nedir ?”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2011, sayı: 12