Bireylerin anlaşmazlıklarını sağlıklı bir iletişim kurarak çözme yeteneğinden mahrum olmaları, bireyler arası ilişkiler, kızgınlık kontrolü ile kızgınlığın etkin ifadesi ve çatışma çözme becerileri konusunda eğitimsiz olmaları şiddeti arttırır. Toplumun çoğunluğunun nezdinde sorun çözme yöntemi olarak benimsenmesi ise şiddeti arttıran bir başka faktördür.
Genel anlamda şiddet; öfke, korku, kaygı ve duygularının farklı boyutlarıyla dışa vurmasıdır. Şiddet, sadece fiziksel boyutta değil; sosyal, psikolojik, hatta ihmal ve istismar boyutunda da değerlendirilmelidir. Buna bir de siyasetçiler tarafından siyaseten yapılan şiddeti de ekleyebiliriz.
Türkiye’nin demokrasi tarihine bakıldığında, siyaset kurumunu temsil eden siyasetçilerin, genelde sert bir siyasi üslup kullanıldıklarını görüyoruz. Siyasetçilerin kullandıkları bu üslup, zaman zaman toplum arasında şiddet unsuru olmuş, hatta çatışmalara bile sebebiyet verebilmiştir.
Son bir yıldaki siyaset dili, Türkiye’nin sosyal ve toplumsal dokusunda hissedilir derecede kamplaşmalara neden olmuştur. Bu kamplaşmalar 30 Mart yerel seçimlerinde de net olarak görülmüştür. Son dönemlerde siyasi parti liderlerinin TBMM’deki grup toplantılarında, basına verdikleri beyanlarda kullandıkları dil ve üslup, maalesef bu kamplaşmaları daha da derinleştirmiştir.
Yenilenen 1 Haziran seçimlerinde hem Yalova’yı hem de Ağrı'yı kaybeden AK Parti için en iyi çözüm, sağlıklı bir özeleştiri yapmak olacaktır. Ağrılılarca sevilmeyen bir adayda ısrar etmenin, AK Parti’ye Ağrı’yı kaybetmesinde etkili olduğu iddia edilmektedir.
Siyaseten sert bir dil ve üslup kullanmak, Kürt seçmeni kaybetmekle sonuçlanır. Geçmişte böyleydi, bugün de böyle olur. Başbakan, Ağrı'yı kaybetmenin verdiği moralsizlik ile sert bir dil ve üslup kullanmaktadır. Kaybetmek de kazanmak da demokrasinin bir sonucu değil miydi? Başbakan'ın son dönemdeki kimi açıklamaları, PKK'ya; kendi propagandasına alet edebilecek yeni argümanlar sunmaktadır.
BDP ve HDP cephesinden de yine aynı sertlikte ve dozajda açıklamalar gelmekte. PKK tarafından çocukları alıkonulan annelerin, çocuklarının geri gönderilmesi için başlattıkları eylemler, bugüne kadar bu tür karşı bir eylemle karşılaşmayan BDP-HDP ve KCK-Kandil’in kimyasını değiştirdi.
Eylemlerin başladığı ilk günlerde Diyarbakır’daki anneler ile görüşen ve “Sorunun çözümü için Kandil'le diyaloga geçeceğim" diyen Selahattin Demirtaş, "Çocuklar kendi isteğiyle gitmiş!", "Bazı aileler istihbarattan aldıkları ücret karşılığında o eylemi yapıyor. Onların çocuğu kaçırılmış değil" yine Başbakan’ı kastederek, "Derdi Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken anneleri nasıl kullanabilirim" diyebilecek, anneleri satılmışlıkla suçlayabilecek bir hukukçu kimliğiyle bağdaşmayan sorumsuz açıklamalar yapabilmiştir. Sayın Demirtaş! Bu çelişkinin sebebi nedir? Yoksa birileri (Kandil) kulağınızı mı çekti?
Çatışma ve şiddetin olduğu ortamlarda silahlı örgütlere katılım, her zaman tavan yapmıştır. Çatışma ve şiddetin yaşanmadığı durumlarda silahlı örgütler-yapılar-gruplar, varlık sebeplerini sorgulamaya başlarlar. Terör örgütlerindeki bu iç sorgulama, beraberinde çözülmeyi getirir, getirecektir. Lokal sokak eylemleri baz alınarak, yeni bir algı operasyonuyla, “PKK şehirleri kontrol etmeye başladı” propagandası yapılmak istenmektedir.
Bir buçuk yıllık çatışmazsızlık ortamı, “Çözüm süreci” karşıtları gibi, çatışma ve şiddet üzerinden strateji belirleyen KCK-Kandil cenahını da zor durumda bırakmış görünüyor. Kandil, çözüm sürecinin sadece Öcalan üzerinden yürütülmesinden pek de memnun görünmüyor. Nitekim KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, 5 Haziran günü yapmış olduğu açıklamada, “Bir daha vurgulayalım ki, doğru politika ve adımlar kendiliğinden sonuca ulaşmazlar. Doğru politika ve stratejiler ancak doğru taktikler, doğru yol, yöntem ve araçlarla pratikleşirse sonuca ulaşırlar. Bunlar yapılmadan sadece İmralı’daki görüşmelerden sonuç çıkacağını beklemek Kürt Halk Önderine yanlış bir yaklaşım olduğu gibi, büyük bir haksızlığı da ifade etmektedir.” diyerek, bu konudaki rahatsızlığı dile getirmiştir.
Bölgenin hassasiyetleri çok iyi bilen, bölge insanı bir gazeteci dostum, “Okul, öğretmen ve ilimin olduğu yerde PKK yeşermez tersine yok olur, bunu bilen PKK tüm enerjisini Kürtlerin cahil kalması için kullandı.” değerlendirmesiyle, bölgenin acı gerçeğini bir kez daha hatırlattı.
İnsanoğlunun yaşarken tüketemediği şey, yüzyıllardır bitmeyen eşsiz bir hazinedir ümit…
Ümitvar olun, ümidinizi kaybetmeyin dostlar…
(Bu yazı ilk olarak 7 Haziran 2014 tarihinde yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder