Son aylarda yaşanan
gelişmeler bize, iktidar ve muhalefet kesimindeki siyasi savrulmaların giderek
derinleştiğini gösteriyor. Bu derinleşme, doğal olarak Türkiye’nin dış
politikasına da yansıyor.
Türkiye, Kobani
politikasında tabir yerindeyse ABD'den yine gol yedi. ABD'nin "PYD
bizim için terör örgütü değildir" açıklaması, diplomasi dilinde
örtülü olarak "Evet, sizi tanıyorum" demektir. Daha açık bir ifadeyle
PYD’nin ABD için terör örgütü olmaması demek, PKK’nın da ABD için terör örgütü
olmadığı manasını taşır. ABD, Kobani üzerinden "Çözüm Süreci"ne
müdahil olmak istiyor. Türkiye, bölge Kürtlerine yönelik benzer bir hatayı,
ABD’nin birinci Irak işgalinden sonra Irak’ın kuzeyinde kontrolü eline geçiren
Talabani ve Barzani’ye karşı sürdürdüğü politikalarla yapmıştı. Oysa bugün
Irak'ın kuzeyinde Türkiye müttefiki federal bir Kürdistan var.
6-7 Ekim olaylarından sonra,
kamuoyunun merakla beklediği Öcalan ile HDP heyetinin görüşmesi nihayet
gerçekleşti. Bu kez rutinin dışına çıkan HDP heyeti, ilk olarak Kandil ile
görüştü. Kandil’den aldıkları mesajı/mesajları Öcalan’a ilettiler. Öcalan’ın
önünde devlet ile yaptığı görüşmenin sonucu, 6-7 Ekim olaylarının acı
bilançosu, KCK-Kandil’in mesajı, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Akil İnsanlar”la
gerçekleştirdiği görüşme sonucu ve yine Başbakan tarafından açıklanan yeni “İç Güvenlik Paketi”nin içeriği vardı.
Elindeki verileri
değerlendiren Öcalan, “Bugünden sonra
bölgede demokratik siyasete, barışa ve çözüme inanan tüm yapı ve kurumların
ciddi bir soruşturma ve yüzleşme sorumluluğuyla meseleye yaklaşmaları elzemdir.
Bu yaşanan olaylardan tarafların ders çıkartması, bu temelde demokratik çözümün
hayatiyetinin öneminin kavranarak müzakere temelli çabalara hız vermesi
ehemmiyet arz etmektedir. Taraflara düşen görev birbirleriyle olan hukuklarını
sağlam ve güvenli bir temele oturtmalarıdır. Bu yapılmadığı zaman içinden
geçmekte olduğumuz sürecin derin bir darbeyle sonuçlanması kaçınılmaz
olacaktır. Oysa bu topraklarda yaşayan bütün halklar ve inançlar için en önemli
seçenek köklü bir demokrasi olmalıdır” diyerek, bir kez daha çözüm
sürecini sahiplendi.
Son dönemde yaşanan olaylar,
Türkiye’nin kendi sorununu, kendi iç dinamikleriyle çözme gayret ve iradesine
dâhil olmak isteyen çevrelerin süreci sekteye uğratma gayretleridir. Uluslararası
derin odaklar ve Türkiye’deki uzantıları, başladığı günden bugüne, Türkiye’nin
“Çözüm Süreci” ile Kürtleri aldattığını iddia ettiler.
Öcalan ise “Henüz kendi yerelliğimizden yola çıkarak
evrensel çözümlere ulaşma şansımız varken bu hamleyi yapmazsak, Bölgemiz başka
güçlerin, salt kendilerini merkez alan dayatmaların ve uygulamaların girdabında
telef olacaktır” mesajıyla, Orta Doğu’nun kaygan ve kaypak zemininde
siyaset üretebilen ender kişiliklerden olduğunu, dünya ve Türkiye’deki gelişmeleri, birçok siyasetçi ve siyaset kurumundan
daha doğru okuyabildiğini bir kez daha göstermiş oldu.
Bir yandan Kandil’in (Özellikle
de KCK Yürütme Konseyi Sabri Ok’un ‘Tespitimiz, gerçekten de sürecin bittiği
yönündedir. Tutumumuz da bu yönde olacaktır’) “Çözüm Süreci bitmiştir” naraları,
diğer yandan Öcalan’ın süreci devam ettirilmesinin zarureti yönündeki son
mesajı…
Ortada
iki ihtimal var.
Birincisi;
Kandil, Öcalan’ın “Çözüm Süreci”ni sahiplendiği son mesajını sahiplenecek.
İkincisi; zayıf bir ihtimal de olsa Öcalan’a rağmen Kandil, silahı bir güç
olarak dayatmaya devam ettirecek.
PKK
içerisinde Öcalan’a rağmen silahlı mücadeleyi dayatan güçlü bir kesimin varlığı
bilinmektedir. Yeni Şafak Yazarı Hilal Kaplan’ın “Başbakan'ın sıraladığı kronolojiye göre Kandil, Türkiye içindeki tüm
illegal faaliyetleri sonlandıracağı sözünü vermiş ama sonuçta 6-7 Ekim'de
estirilen teröre önayak olmuş durumda. Sürecin iyiliğini gözeten herkesin bu
iddiayı Kandil'e ve HDP yetkililerine sormaları gerekiyor.”* ifadesi,
bu iddiamızın doğruluğunu gösteriyor.
Yine
Öcalan’ın son mesajının içeriğine bakıldığında, Kandil’e yönelik sert ifadeler
kullanmaması, Öcalan’ın Kandil’deki dengeleri göz ardı etmediğini ve Kandil’e
yönelik ihtiyatı elden bırakmadığı şeklinde yorumlanabilir. “Çözüm Süreci”nin
başarıya ulaşması, olasılık dâhilinde de olsa PKK’nın bölünmesi ile
sonuçlanabilir.
Kobani
olayları bahane edilerek öldürülen sivillerin faillerinin bir an önce bulunması
gerekir. Faillerin bulunamaması Türkiye’yi 1990’lı yılların karanlık ortamına
çekmek isteyen uykudaki derin odakları hareke geçirecektir. Nitekim Bingöl
Karlıova’da Hüda-Par üyesi Fethi Çakır’ın vahşice öldürülmesi, yeni bir
Hizbullah-PKK çatışmasıyla, bölge insanını birbirine kırdırtma girişimidir.
Bölgede hâlâ bu tür cinayetlerin yaşanıyor olması, devlet yönetimindeki otorite
ve yönetim boşluğunun devam ettiği anlamına gelir.
Yeni
“İç Güvenlik Paketi”nin detaylarını açıklayan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, "Ben evrensel değerlere inanan bir
insanım. Benim için birinci derecede kutsal olan şey, benim insanımın canıdır,
mal güvenliğidir…” açıklaması, bir an önce hayata geçirilmelidir. Söylemde
kalacak her açıklama bölge insanının devlete güvenini azaltacak, yaşanan güven
kaybı ise bölge insanının devletten uzaklaşmasıyla son bulacaktır.
*http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/kandil-yalan-mi-soyledi/56539
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder