28 Ocak 2015 Çarşamba

Bab-ı Şiir/Güldeste


"Bab-ı Şiir/Güldeste kitabını diğer şiir kitaplarından farklı kılan, on bir ayrı yazar ve bir değerli genç yazarın duygularını bir kapak altında okunabilecek olmasıdır."

Âcizane on iki şiir ile katkı sunduğumuz Bab-ı Şiir/Güldeste şiir kitabına yazdığımız  kısa Önsöz...

Şiir, şairin yüreğindeki duygunun, şair tarafından kelime oyunlarıyla kâğıda dökülmesidir. Şiir, şairin hayal dünyasının,  gönül penceresinden kanatlanıp uçması ve güle âşık bülbül gibi terennüm etmesidir.


Ne şairiz, ne de bir edip. Lakin zaman zaman dillenen gönül dünyamıza da söz geçiremiyoruz…

27 Ocak 2015 Salı

Hıçkırıklar...


Hani,
Hatıralarınız canlanır, maziye özlem duyarsınız ya.
Hüzün dolu bir tebessüm ile gözleriniz yaşarmaya başlar.
Acılar kuşatırken ruhunuzu,
Yüreğinize kor bir ateş düşer.
Bedeniniz titrer, kelimeler kifayetsiz kalır.
Kalp sıkışır, dil tutulur, boğazınız düğümlenir,
Hıçkırıklara boğulursunuz…
Uçsuz bucaksız bir vadiden boşalıp dökülen
Sular gibi akar gözyaşlarınız, sel olur.

Hıçkırıklar..!
Ne olur ses etmeyin?
Feryadımı kimseler duymasın.
Kalbim isyan etmişken, itaat edin,
Usul usul akın yüreğimin derinliklerine,..
Menekşelerim şahit olsa da
Ney’imden çıkan nağmelere sığının,
Esaretimi ifşa etmeyin…

Memdoğlu...

23 Ocak 2015 Cuma

Siyaset ve Feodalite


Feodalizm,  toprakların ve üstünde yaşayan köylülerin derebeyine, yani bir kişiye ait olduğunu kabul eden yönetim şeklidir. Bir başka ifadeyle,  toprak sahibi asillerin kendi topraklarında sürdürdükleri yönetim sistemidir. Avrupa’da 9. yüzyıldan Orta Çağ’ın sonuna kadar sürmüştür.

Osmanlı dönemindeki feodal sistem, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yapılan reformlara rağmen, bizatihi siyaset ve siyasetçi eliyle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Cumhuriyetin ilanıyla beraber CHP’nin tek parti iktidarından tutun, Demokrat Parti’nin iktidarı geldiği çok partili dönem de dâhil, bugüne kadar siyasi partilerden milletvekili olmuş çok sayıda aşiret reisi, ağa ve şeyh görebilirsiniz.

12 Eylül askeri darbesi ile kesintiye uğrayan Türkiye demokrasi, tam manasıyla işletilememektedir.  6 Kasım 1983 Genel Seçimleri üzerinden 32 yıl geçti.  1983’ten sonraki seçimlerde milletvekili olmuş birçok isim bugün de milletvekili olarak TBMM’de bulunmaktadır. Bunun en büyük nedeni,  seçilmişliğin neden olduğu doyumsuzluktur, hazdır. 1983 ve sonraki seçimlerde, farklı siyasi partilerin listelerinden milletvekili seçilmiş milletvekillerinin bulunduğu bir TBMM çatısı, Türkiye demokrasinin aynası niteliğindedir.

Türkiye’de devlet ve siyaset eliyle kurulmuş feodal bir yapı var. Bu yapıyı “seçilmişlerin seçme özgürlüğü” ismiyle tanımlamak, doğru bir tanımlama olur diye düşünüyorum.

Siyasi partilerin genel seçimlerde aday gösterme şekli ve biçimi buna en güzel örmektir.  Milletvekili adayları ya parti teşkilatları tarafından (merkez yoklama) ya da bizzat parti genel başkanları tarafından belirlenmektedir. Halkın -sözüm ona- demokrasi adına seçtiği vekiller, halkın değil, genel başkanların vekilleri olmaktan öteye gidememişlerdir.  Yani seçilmişlerden değil, atanmışlardan olmuşlardır. Parti içi demokrasinin olmadığı demokrasilerden demokrasi beklemek,  demokrasiye yapılmış büyük bir haksızlıktır.

Siyasi partilerin, mevcut siyası yapı ve teşkilatları tarafından yapılacak ön seçimlerin de tam manasıyla demokratik tercihler olacağı kanısında değilim. Siyasi parti teşkilatlarının çoğunluğu, parti genel merkezlerinin tasarrufu altındadır. Genel merkez tasarrufundaki parti delegelerinin de özgür iradeleriyle aday seçeceklerini düşünmüyorum.

14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AK Parti’nin parti tüzüğünde yer alan “üç dönem” “Madde 132 (Değişik fıkra: 30.09.2012 günlü BKK.m.10) AK Parti listelerinden aday gösterilip seçilmiş olan belediye başkanları ve milletvekilleri, kesintisiz en fazla üç dönem aynı görevi yürütebilir. Ancak, ara veren kimseler tekrar aynı görevlere aday gösterilebilir.”  kuralı, bu siyasi feodalizmi ortadan kaldırmaya yetmiyor maalesef.

Türkiye daha şimdiden seçim atmosferine girmiş bulunuyor. Milletvekilliği için aday adayı olmayı düşünen kamu görevlileri,  parti genel merkezlerinde nabız yoklama turlarına başladılar.

7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak milletvekili genel seçiminde aday olmak isteyen kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlilerinin en geç 10 Şubat 2015 Salı günü saat 17.00'ye kadar 2839 sayılı Kanun'un 18. maddesi uyarınca görevlerinden ayrılmaları gerekiyor.

Gerçek demokrasilerde tahakküm yoktur, hukuk vardır. Töre yoktur, kanun vardır. Gerçek demokrasilerde zorbalık yoktur, eşitlik vardır; seçme ve seçilme hakkı vardır, insan onuru vardır, en önemlisi de “adalet” vardır.

İnsanın, insana (haşa) kulluğu olan feodalitenin sonlandırılma zamanı gelmedi mi?

18 Ocak 2015 Pazar

Cizre’de Ne Oldu/Oluyor?


Çözüm Süreci’nin başladığı dönemlerde, süreci sabote etmeye yönelik provokasyonlar düzenlendi. İlk olarak Yüksekova ve Lice’de tertiplenen bu eylemlerin son dönemdeki merkezi Cizre oldu.

Cizre, Türkiye’nin Irak’a yönelik ticaretinin önemli merkezlerinden biridir,  stratejik olarak da bölgenin kalbi konumundadır.

Son yaşanılanlar üzerinden değerlendirmelerde bulunmak, Cizre’deki olayların derinliğini yeteri kadar yansıtmayacaktır. Cizre’deki olayları daha iyi anlayabilmek için,  öncelikli olarak Cizre’nin tarihi, kültürel ve sosyolojik yapısını bilmemiz ve tanımamız gerekir. Şerafettin Elçi Cizre’yi, “Cizre genel olarak üç mahalleden oluşur. Ali Bey Mahallesi, Kale Mahallesi ve Tor Mahallesi. Her mahalle kendi içinde ayrı bir devlet gibiydi. Kanton devlet gibi. Büyük bir dayanışma vardı. Bir mahalleli diğer bir mahalleliyle kavga ettiği zaman mahalle kavgası olurdu... Seçimlerde oy verme de dahil mahallerde toplu hareket etme geleneği vardı... Her şey güce göre değişiyordu. Yani ekonomik güç, sosyal güç ve kaba kuvvet...”* diyerek anlatmıştı.

İkincil olarak, Cizre’nin örgüt açısından arzettiği öneme bakmamız lazım. Cizre’nin PKK nezdinde özel bir konumu ve değeri vardır. KCK-Kandil ve örgüt sempatizanlarına göre Cizre; “Kürt Özgürlük Mücadelesi tarihinde ilk ‘serhildan’ın” -başkaldırı- yapıldığı yerdir. PKK,  yeni bir serhildan girişimi ile Türkiye’de ilk kantonunu resmileştirmeyi planlamaktadır.

23 yıl önce (1992 Nevrozu) Cizde’de yaşanan ve PKK’nın büyük bir “serhildan” olarak adlandırdığı olaylar için Öcalan (yakalandıktan sonra); “İsyan yanlıştı, Kürtler açısından silahlı mücadeleyi gerektiren bir durum kalmamıştı" demişti.

Hazırlıklarına günler öncesinden başlanılmış olan 1992 Nevruzu’na katılmak için Avrupa’dan (özellikle Almanya ve İngiltere’den)  çok sayıda gazeteci ve siyasetçi de Cizre’ye gelmişti. Nevruz günü başlayan olaylar sırasında, Alman Milletvekili UweHelmke’nin halkı provoke ettiği iddia edilmişti. Bugün de Cizre’de gazeteci kimliği altında çok sayıda ajan-provokatörün gezdiği iddia edilmektedir.

Üçüncü   ve son olarak Cizre’nin1990’lı yıllardaki PKK-Hizbullah çatışmalarında, PKK’nın Hizbullah’ın etkinliğini kıramadığı yerlerden olması.

Ayrıca, Çözüm Süreci’nin devam  ettiği iki yıl içerisinde PKK ile İran arasında hiç bir çatışmanın yaşanmamış olması dikkat çekicidir.

KCK-Kandil içerisindeki şahin kanat, DTK Başkanı Hatip Dicle’nin Çözüm Süreci’nde etkin rol almasını ve İmralı heyetine dahil edilmesini bir türlü hazmedemedi. Hatip Dicle ile birlikte Leyla Zana’nın da etkin rol alması, HDP’nin yükünü kısmen de olsa hafifletmiştir.

Cizre’deki olayların sonlanıp sonlanmayacağının şifresi DTK Genel Başkanı Hatip Dicle’nin, "Öcalan’ın Kürt gençlerinden daha önce yüzü kapalı eylem yapılmayacağı ve kepenk kapattırma eylemleri yapılmayacağı yönünde alınan kararları, pratiğe koymasını istediğini tekrarladı. Biz ümit ediyoruz ki Başkan Apo’nun etrafında kilitlenen, onun mesajına, onun yüreğine sahip çıkanlar olarak, örgütlülüğümüzü koruyarak, onun bu mesajına sahip çıkmak gerekiyor" dediği Öcalan’ın bu mesajda saklıdır.

Hatip Dicle’nin Öcalan’ın mesajını okuduğu gün Cizre’de 12 yaşındaki bir çocuk yaşamını yitirdi. HDP heyetinden İdris Baluken ve Pervin Buldan’ın Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile görüştüğü günün gecesinde Cizre İlçe Kaymakamlık binası roketatarlı saldırıya uğradı. Yani HDP ve DTK temsilcilerinin hükümet temsilcileri ile gerçekleştirdiği her görüşmenin ardından Cizre’de bir olay yaşanmaktadır. Öcalan’ın “yüzü kapalı eylem yapılmayacak, kepenk kapanmayacak” mesajından sonra YDG-H Cizre’de eylem gerçekleştiriyorsa, bu şu manaya gelir: Cizre’deki olayların ana kaynağını İmralı ile Kandil arasındaki güç ve otorite mücadelesidir. (Geniş bilgi için  http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2014/10/ocalanin-sarsilan-otoritesi.html)

Türkiye’de devlet değişti, iktidar değişti, muhalefet değişti ama PKK bir türlü değişmedi. PKK’nın değişememesinin en büyük nedeni, çok sert ve kapalı bir yapı olmaları; halktan ve toplumdan uzaklaşmasıdır. Çözüme yaklaşıldıkça PKK içerisindeki direnç artmaya devam edecektir. PKK’nın direncini kıracak en büyük etken bölgenin kendisindir, halkın kendisidir.

TBMM Cizre’ye el atmalı, gerekiyorsa Cizre’deki olaylar için bir araştırma komisyonu kurmalıdır. Kurulacak bir araştırma komisyonu halktaki güvensizliği en aza indirgeyecektir.

Kürt Sorunu sadece Kürtlerin sorunu olmadığı gibi,"Çözüm Süreci" de bir partinin sorunu olmamalıdır. Barış ve çözüm partiler üstü olmalıdır. Cizre’de yaşanılanlar sadece HDP-PKK/ ve Hüda-Par’ı ilgilendirmiyor. Cizre; AK Parti, CHP, MHP ve HDP’yi ilgilendirmeli, Cizre tüm Türkiye’nin sorunu olmalıdır.

Cizre’deki fitneyi gelin elbirliği ile temizleyelim...

 *Hasan Kaya/Doğu’nun Elçisinden Yüca Divan’a Şerafettin Elçi, s.332

14 Ocak 2015 Çarşamba

İnadına Barış..!

Terör ve terörizmin yeniden dünyanın gündemine girdiği bugünlerde, “barışın”  insanlık için ne kadar vazgeçilmez olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. İki yıldır devam eden “Çözüm Süreci”,  birkaç kez sekteye uğratılmaya çalışılmışsa da,   nihayetinde bu sürecin Türkiye’ye iç barışı getireceği ümit ediyorum.

KCK üst düzey yetkilileri zaman zaman “Çözüm Süreci”nin devam ettirilmesi yönünde açıklamalar yapmakla birlikte, PYD’nin Suriye’deki otorite boşluğundan yararlanarak Rojava’da hayata geçirdiği kantonlara (bir başka ifadeyle demokratik özerklik) benzer oluşumların inşasından vaz geçmemişlerdir.

PKK-KCK, bu denemeyi gençlik yapılanması olan YDG-H üzerinden hayata geçirmeye çalışmaktadır. Zamana ve zemine göre hareket eden YDG-H, Kandil tarafından pilot bölgeler olarak seçilen Lice, Yüksekova ve Cizre’de demokratik özerklik hedefini fiiliyata geçirmeye çalışmaktadır. Uzun bir süredir Cizre’de yaşanan olaylar, Kandil’in “demokratik özerklik” hedefinden uzaklaşmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda Cizre’de kurban eti dağıtan 16 yaşındaki Yasin Börü ve arkadaşlarının PKK tarafından katledilmesini görmezden gelen KCK Eşbaşkanı Bese Hozat, 6 Ocak 2015 tarihli Özgür Gündem Gazetesinde yayınlanan yazısında, “27 Aralık günü patlak veren Cizre olayları, üzerinden es geçilecek durumlar değildir. Perde arkasında çok tehlikeli bir planın devreye konulduğunun işaretidir. Nasıl ki 1990’lı yıllarda Türk devleti Hizbullah’ı Kürt yurtseverlerini katletmede kullandıysa bugün de adını Hüda-Par olarak değiştiren aynı Hizbullah’ı tekrardan Kürtleri katletmede kullanmaya başlamıştır”  diyebilecek kadar pervasızlaşabiliyor.

KCK-Kandil ve HDP, öncelikle bölgedeki diğer Kürtlerle barışmalıdır. Kendisi gibi düşünmeyen Kürtlere tahammül gösteremeyen bir yapı,  Türkiye ile barışabilecek midir? HüdaPar’ı Kürt Hamas’ı olarak gören ve değerlendiren Bese Hozat; PKK’nın, kendileri gibi düşünmeyen diğer Kürtler nezdinde nasıl algılandığını ve tanımlandığını biliyor mudur?

PKK-KCK-Kandil, bölgede yaşanan gerginlik ve çatışmalar karşısındaki sorumluğunu,  “Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, Hizbulkontra, JİTEM” gibi yapılanmalar üzerinden atmaya çalıştığı sürece, barış ve çözüm konusundaki samimiyetsizliğini gizleyemeyecektir. Devletten ve siyasi iktidardan dönüşüm ve demokrasi bekleyen PKK, hâlâ kuruluş dönemindeki söylemlerinden vaz geçememiştir.

Bese Hozat, Türkiye’yi (3 PKK’lı kadının 9 Ocak 2013’de öldürülmesi) Paris cinayetleriyle ilişkilendirmeden önce, öncelikli olarak, PKK’nın bu cinayetlerdeki rolü ve sorumluluğunu (http://www.kurdistan-aktuel.org/katledilen-sakine-ve-yanitlanmamis-sorular-makale,59.html) açıklasın.

Ankara-Kandil-İmralı üçgenindeki iletişimi sağlayan, tüm Kürtleri temsil ettiğini iddia eden HDP'nin,%10 barajı sıkıntısı devam ediyorsa -böyle bir risk var-  bu, HDP'nin Türkiye'deki Kürtler ile sorunlu olduğu gösterir. Kendisi gibi düşünmeyen Kürtlere tahammül göstermeyen seküler bir anlayış, “Çözüm Süreci”nin tek muhatabı olmamalıdır. Kürt sorunu sadece Kürtlerin değil, tüm Türkiye'nin sorunudur. Meseleye bu açıdan bakmamız gerekir.

Batı, yıllarca Orta Doğu ve Afrika'daki mezhepsel, etnik ve dinî çatışmaları kendi çıkarları için kullanmıştır ve hâlâ da kullanmaktadır. Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Çerkezlerin, Lazların; farklı farklı grupların (dinî ve etnik) geleceği birbirine bağlıdır. Türkiye halkı olarak, farklılıklarımızı birer zenginlik olarak görmeli, ötekileştirmeden birbirimizi kucaklayabilmeliyiz. Bakın bunun güzel bir örneğini “Kırmızı Benekli Alabalık Daveti” başlıklı yazısıyla Fatih Çekirge anlatmış. Çekirge, MHP’li Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nünHDP’li belediye başkanlarını misafir ettiği yemeği, “İşte diyalog bu... Hani diyalog, barış, dostluk, hoşgörü diyoruz ya... MHP'li Adana Belediye Başkanı'nın HDP'lieşbaşkanlara böyle bir ev sahipliği yapması... Ve en önemlisi, Tunceli Belediye eşbaşkanının MHP'li Belediye Başkanı'nı Tunceli'ye ‘kırmızı benekli alabalık yemeğe’ davet etmesi önemlidir. Ben aslında bugün Paris'teki ‘barış yürüyüşü’nü yazacaktım. Ama Adana'dan gelen bu ‘demokrasi ve hoşgörü masası’nı seçtim.”diyerek özetlemiş.

Siyaseten sorumlu olan şahsiyetlerin, bu ve benzeri buluşmaları sıklıkla gerçekleştirmeleri “Çözüm Süreci”ne yönelik şüphe ve korkuları azaltacaktır.

Türkiye’deki “Çözüm Süreci”nin başarıya ulaşması, aynı zamanda tüm Orta Doğu halklarına barış getirecektir. Orta Doğu'daki değişim ve yeni gelişmeler, Türkler ve Kürtlerin birlikteliğini zorunlu kılıyor. Ahhh, bir de bugünkü siyasi konjonktürde durumdan vazife çıkarmak isteyenler olmazsa.

Barışa gidilen yolda yürüyebilmek, barışı getirmekten çok daha zordur…


13 Ocak 2015 Salı

Dost ve Dostluk


Anlatımı zor olsa da
Yalnızlığımızın tesellisidir…
Dört harften oluşmasına rağmen,
Aşk gibi,
O da bir heceden müteşekkildir.
Destanlara, hikâyelere, şiirlere, türkülere,
Şarkılara, ağıtlara konu olmuştur çoğu zaman.
Ekmek kadar zaruri,  su kadar azizdir o
Kimden mi bahsediyorum?
Varlığı mutluluk, yokluğu hüzün veren “can”dır dost.
Yani “dost”
Ne kırgınlık, ne de küskünlük,
Yeşermez dostun yüreğinde, dostluğun bahçesinde…

Dostluk,
“Dost” ile inşa edilen sevgi kulesinin adıdır.
O halde!
Dostluk, ahde vefa demektir…
Dostluk, dosta köprü olmaktır...
Dostluk, Dost’a yakin olmaktır…
Dost’un kalbine düştün mü?
Bak o zaman mesafeler nasılda kısalıyor.
Dost o kişidir ki.
Uykuda olduğun anlarda bile,
Uyumayıp, senin için dua edendir.
Öyle bir gönüle düş ki
Sana hep dostu hatırlatsın.
Öyle bir gönüle düş ki
İsmini Sevgili’ye sevdirsin.
Öyle bir gönüle düş ki
Seni hatırladığında kalbine huzur,
Gönlüne ferahlık gelsin.

Memdoğlu…

8 Ocak 2015 Perşembe

Terörün Dini ve Milliyeti Olmaz!

Terör, uluslararası bir sorundur. Etki alanı geniş olan ve insanlığı tehdit edebilen bir problemdir. Terörün ne inancı ne de kimliği vardır. Türkiye'deki de Fransa'daki de terördür.

Önce Dolmabahçe’ye yönelik bombalı saldırı girişimi, ardından İstanbul Sultanahmet Meydanı’ndaki Turizm Polisi Şube Müdürlüğü’ne yönelik menfur saldırı.  Sultanahmet'teki saldırıda polis memuru Kenan Kumaş şehit edildi.  Saldırıları yasa dışı DHKP/C terör örgütü üstlendi.

DHKP/C eleman temini için çoğunlukla Alevi kökenli ailelerin çocuklarını hedef seçmektedir. Yurtdışındaki merkez üsleri AB ülkeleri (Yunanistan, İngiltere, Hollanda, Belçika, Fransa ve Almanya) ve Suriye olan örgüt, finansman ihtiyacını da AB üyesi ülkelerden temin etmektedir.

Çözüm Süreci ile birlikte yüzyıllık Kürt sorununa çözüm hedeflemektedir. Türkiye, Kürt Sorununun çözümü ile birlikte Alevi Sorununa da nihai çözüm getirmek için çalışma başlatmıştır. DHKP/C son iki saldırıda da kullandığı teröristleri âdeta yem olarak kullanmıştır. DHKP/C ve uluslararası bağlantıları, terörist cenazeleri üzerinden Alevi vatandaşlarımızı sokağa indirmeyi hedeflemiştir.  

Her iki saldırının güvenlik boyutu ayrı ayrı değerlendirilebilir ancak bir terör örgütü, gençleri "canlı bomba" olarak eğitebilecek düzeye getiren doneler, argümanlar bulabiliyorsa, devlet ve toplum olarak bir kez daha kendimizi sorgulamalıyız; toplumsal gerçeklerimizle yüzleşmeliyiz. Sorgulanması gereken şey, terör örgütlerinin varlığı değil, terörü ve terör örgütlerini besleyen odakların, kaynakların varlığı olmalıdır. Her vicdana bir polis yerleştiremedikçe, sokakların, toplumun ve ülkenin güvenliğini tam olarak sağlayamayız. Toplum olarak birbirimizi ötekileştiren ifadeleri terk etmedikçe, siyasetçiler toplumu kutuplara ayıran söylemlerden uzak durmadığı müddetçe, kalplere ve vicdanlara sevgi yerleştiremeyiz.

Fransa’daki terör saldırısına gelince; ilk bulgular ve değerlendirmeler El Kaide ya da IŞİD gibi terör örgütlerini gösteriyor olsa da birkaç Avrupa ülkesinin (İsveç, İspanya, Hollanda) ardından Fransa'nın da Filistin'i bağımsız bir devlet olarak tanıdığını unutmayalım. Yani Fransa için 11 Eylül yeni başlıyor olabilir…

Son dönemlerde başta Almanya olmak üzere, Avrupa’da artmaya başlayan İslam ve yabancı karşıtı gösteriler, İslamofobiye dönüştü. Fransa’daki sosyal ve kültürel yapı da buna müsaittir. Özellikle Kuzey Afrika ülkelerinden çok sayıda göçmenin Fransa’yı mesken tutması ve bu göçmenlerin çoğunluğunun Müslüman olması, IŞİD’in neden olduğu travma Fransa’daki İslam ve yabancı karşıtı düşmanlığının artmasına neden olmuştur.

Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’nin üç gün önce dile getirdiği "Suriye'ye 2013'te kimyasal silah kullanılırken müdahale etmediğimiz için pişmanım. Müdahale gerçekleşmedi ve şimdi karşımızda IŞİD var. IŞİD'in ise Esed'le ilişkisi olması gerektiğini sorguluyoruz" bu açıklamayı unutmayalım ve bir yere not edelim…

Fransız yetkililer, Paris’in göbeğinde uzun namlulu silahlarla ellerini kollarını sallayarak Charlie Hebdo dergi binasına giren ve ortalığı kan gölüne çeviren iki zanlının kimliklerinin tespit edildiğini açıkladı. Fransız vatandaşı oldukları belirtilen saldırganların,  34 yaşındaki Said Kouachi ve 32 yaşındaki Chérif Kouachi’nin görgü tanıklarının beyanlarına dayanılarak El Kaide ile irtibatlandırılması dikkat çekicidir.

Çözüm sürecinin başladığı günlerde Fransa’nın Başkenti Paris’te (9 Ocak 2013) üç PKK’lı üst düzey üç kadın yöneticinin öldürülmesinin ardından, katil zanlısı Ömer Güney kısa bir süre sonra yakalanmıştı.  Fransız yetkililer, Ömer Güney’in Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika ve Türkiye’deki ilişkilerinin neredeyse tümünü deşifre etmelerine rağmen,  cinayetin üzerindeki sır perdesi hâlâ aralanmamıştır. Cinayetlerin derin PKK ile bağlantılı uluslararası derin yapılanmalar tarafından gerçekleştirildiğini iddia edenlerdenim ve bugün hâlâ aynı fikirdeyim.

Son terör saldırısı hakkında geniş bir bilgiye ulaşacağını düşünüyorum.  Fransız yetkililer çok yakında bunu açıklayacaklardır.  Ancak! İki yıl önce Paris'in göbeğinde vuku bulmuş saldırıya, "Fransız" kalmaya devam edeceklerdir.


Fransa’nın Başkenti Paris’te gerçekleştirilen her iki saldırı da istihbarat desteği alınmadan gerçekleştirilebilecek eylemler değildir. Bu saldırısı İslam ile ilişkilendirilemez. Eylemin uluslar arası boyutları ve muhtemel sonuçları göz ardı edilmemelidir.

6 Ocak 2015 Salı

Çözüm Süreci ve Derin PKK!


Müjdat Gökçe: Sayın Memdoğlu, öncelikle bize vakit ayırıp, röportaj yapma imkânı verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. KCK’nın “çekilme durdu, ateşkes sürüyor” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz. KCK bu tür açıklamalar ile neyi amaçlıyor?

Mehmet Memdoğlu: Sayın Gökçe,  takdir edersiniz ki Türkiye bu günlere kolay gelmedi. Bu açıklamadaki mesaj, kanaatimizce iki yönlüdür. Birincisi bu ve benzeri açıklamalar, devleti ve hükümeti sıkıştırma, taviz verdirme ve tehdit etme amaçlıdır.  Ki böyle bir şeyin kabul edilebilir tarafı yoktur. İkinci mesaj ise direkt Öcalan’a yöneliktir. Hatırlanacağı üzere, İmralı ile görüşmeler başladığı andan itibaren, çözüm sürecine yönelik engelleme girişimleri olmuştu. Uluslararası derin bağlantıları olan ve “derin PKK” olarak adlandırılan kesimden de süreci sabote etmeye yönelik eylemler yapıldı. Mesela, Fransa’nın Başkenti Paris’te öldürülen 3 PKK’lının bu derin yapılanmalar tarafından öldürüldüğünü ve amacın süreci sekteye uğratmak olduğunu düşünenlerdenim.

Müjdat Gökçe: Efendim yani KCK içerisinde Öcalan’a rağmen çözüm istemeyen silahlı gruplar mı var?
Mehmet Memdoğlu: Evet… Bu kesim, Öcalan’a rağmen, Öcalan’sız da silahlı mücadeleyi sürdürebileceklerini düşünüyorlar. Öcalan ise 21 Mart Nevruz Bayramı’ndaki açıklamasında “silahlı mücadele döneminin bittiğini ve silahlı unsurların sınır dışına çekilmesi gerektiğini” açıklamıştı. Bu açıklamadan sonra uluslararası derin yapılanmalar ile bağlantılı olan derin PKK buna direnmeye başladı.

Hatırlarsanız, Öcalan; “sınır dışına çekilme işlemi haziran sonu itibarıyla biter” demişti. Şu ana kadar PKK’nın ancak yüzde 25-30’u çekildi. Öcalan PKK içerisindeki bu direnci aşmak için “silahlı” ve “silahsız” olarak mücadele diyen ve bölünmenin eşiğine gelen KCK’nın başına Cemil Bayık’ı getirterek, şimdilik PKK’daki bu bölünmeyi engellemiştir.
Müjdat Bey,  KCK’nın Eş Başkanlığına getirilen Cemil Bayık, son açıklamasında, “Biz Rojava’da (Suriye’de) siyasi çözümden yanayız” diyor. Sormazlar mı adama, Suriye’de siyasi çözümden yana olan bir terör örgütü, kimler adına Türkiye’de silahlı mücadeleyi dayatıyor.
Müjdat Gökçe: Sayın Hocam, “çözüm sürecini” nasıl değerlendiriyorsunuz. Yani gerçekten bu süreç ile bir çözüme ulaşılacak mı?

Mehmet Memdoğlu: Türkiye, yüz yıldır çözülememiş bir problem olan Kürt sorunu çözebilmeli. Türkiye’nin iç dinamikleri buna müsait. Kendi sorununu kendisi çözmeli, dışarıdan bir müdahaleye müsaade etmemeli. Dünya ve bölgedeki gelişmeler paralel olarak, kendi sorunların çözememiş bir Türkiye’nin; küresel güç olamayacağı aşikârdır. Nitekim mevcut şartlar bunu doğrular niteliktedir. 2012 yılının son aylarında İmralı ile başlayan çözüm sürecinin, tüm engelleme ve boşa çıkarma çabalarına rağmen, umut ettiğimiz noktaya; yani başarılı olacağına inanıyorum.

Müjdat Gökçe: Sayın Memdoğlu bu süreci PKK’ya verilmiş bir taviz olarak görenler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Mehmet Memdoğlu: Sayın Gökçe, elbette ki böyle düşünenler olabilir. Yıllarca bu ülkede dini “öcü” gibi gösteren ve “irtica geliyor karanlığa gömüleceğiz” paranoyası ile bu toplumu korkutanlar; şimdi de “bölündük”, “bölünüyoruz” paranoyası ile kendilerine bir korku imparatorluğu oluşturmak istemişlerdir. Böyle süreçlerde toplum algısını iyi yönetmek gerekir. AK Parti’nin Kürt sorununun çözümü ile terörü sonlandırılması gibi kronikleşmiş sorunların çözümünde, sosyal algıyı iyi yönettiği söylemek doğru değildir.

Bugün yanı başımızda bir Suriye gerçeği var. Suriye’deki iç savaş Orta Doğu’nun tüm dengelerini değiştirebilir.  Maalesef Irak’ta oluşan fiili bölünme, Suriye’de de gerçekleşecek gibi. Suriye’nin kuzeyinde oluşan fiili durum,  yani PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD’nin etkinliği; doğrudan Türkiye’yi de ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelere paralel olarak, kendi iç problemini çözemeyen bir Türkiye’nin Suriye’de oluşan fiili duruma müdahil olması mümkün değildir.  Kaldı ki Türkiye, yıllardır Esed’den kimlik dahi alamayan Suriye Kürtlerini de kendi safına çekebilirdi. PKK’nın Türkiye’deki tüm Kürtleri temsil etmediği gibi, PYD’denin de Suriye’deki tüm Kütleri temsil etmediği gerçeği ortada iken.
Müjdat Gökçe: Hocam, Başbakan’ın 30 Eylül’de açıklayacağını duyurduğu “demokratikleşme paketi” için ne düşünüyorsunuz. Kamuoyunda bu yönde büyük bir beklenti oluşmuş durumda.

 Mehmet Memdoğlu: Evet, beklentilerin yüksek olması doğal karşılanabilir. Bilindiği üzere toplumun beklentileri karşılamak her zaman mümkün olamamıştır. Paket ile ilgili olarak kulislere sızan bilgilere göre: “Daraltılmış seçim sistemi modeline geçilmesi, buna bağlı olarak seçim barajının düşürülmesi, kamuda başörtüsü yasağının kaldırılması, yüzde 1 ve üzerinde olan siyasi partilere hazine yardımının yapılması, ana dilde kamu hizmetlerine erişim, ana dilde özel okullarda eğitim vermeye imkân sağlayacak düzenlemenin yapılması, Alevi kesimin sorunlarının dikkate alınarak Alevi dedelerinin maaşa bağlanması”  gibi düzenlemelerin yapılacağı konuşuluyor.

Paketin içeriğini tam görmeden, fazla da yorum yapmak doğru değildir. Tabii “önce demokratikleşme” diyen BDP ve KCK, henüz paketin içeriği açıklanmadan paket hakkındaki görüşlerini beyan ettiler. Bu tavrın nedeni; demokratikleşme paketini manipüle etmektir.
Türkiye'nin 90 yıllık çözülemeyen sorunlarının bir anda bir "demokratikleşme paketi" ile çözülmesini beklemek aşırı iyimserlik olur. Bekleyip görmek lazım.

Müjdat Gökçe: Sayın Memdoğlu, değerli vaktinizi bize ve okuyucularımıza ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Oldukça aydınlatıcı ve yol gösterici bir sohbet oldu. Sağ olun…

(Bu röportaj ilk olarak 28 Eylül 2013 tarihinde gazetesiz.com  haber sitesinde yayınlanmıştır.)

5 Ocak 2015 Pazartesi

Ve Aşk...

Bir âşığa sordum?
“Aşk nedir bilir misiniz?”

Cevap verdi âşık…
Aşk ile “sadakattir aşk” dedi.
Çöz, çözebiliyorsan artık…

“Sadakat nedir sadık kimdir?” dedim
“Sadakat aşk, sadık, aşkta ihlâsa ulaşan kişidir” dedi.

Ve beyhude bir uğraştı…
Âşığın kalbiyle bulduğunu,
Akılla anlamaya çalışmak?
Oysaki bilmek değil…
Bil(me)me sanatıydı aşk…


Bilmez misin, aşkta sadece mantık değil…
“Yok”ta yoktu, yani sonsuzluk…

Devam etti âşık:
“Yok’ta var olmak,
Var’da yok olmaktır aşk
Kâl olarak değil,
Hâl olarak yaşanılan,
Ve hâlden hâle geçiştir aşk

Bağrında hiçbir kötülüğe,
Kirlenmişliğe yer vermeyen
Denizdir, okyanustur aşk

Öfke ateşinin dahi yakamadığı…
Bacası tütmeyen ocağın,
Hâlin adıdır aşk

Düşünceler farklı olsa da
Ruhların aynı yöne kıyam etmesidir aşk

Kâbe’nin örtüsüne sarılan Kays’ın ifadesiyle!
‘Ya Rab! Belây-ı aşk ile kıl aşina beni
Bir dem belâyı aşktan etme cüda beni’ duasıdır aşk

Hedef şaşırtmak için hırkasına bürünüp,
Sevgili’nin yatağına uzanmaktır aşk.

Aşk tektir,
İlahi olmayan aşk ise  
Aşk değildir” dedi.
Ve uzaklaşarak, gözlerden kayboldu…

3 Ocak 2015 Cumartesi

Kamus'ul 'Alam'da Ma'muratül 'Aziz

Kitap: KAMUS’ÜL-A’LÂM
Yazar: Şemseddin Samî
Cild: 6
Sahife: 4330 – 4333
Konu Ma’muratul ‘Aziz

Shf: 4330

Ma’muratul ‘Aziz: 

Nefs-i Anadolu’nun mıntıkası olup, Hakan merhum Sultan Abduleziz Han zemanında Diyarbakır Vilayetinden tefrik ve tenkil olmakla bu isimle tesmiye olmuştur.

Ğarben Sivas ve Halep, (Maraş Sancağı) cenuben Halep, şark-i cebub-i Diyarbakır, şimali şarki tarafından ve şarken

Shf: 4331

dahi Erzurum vilayetleriyle mahdud olup 20 dakika 37 derece ile 35 dakika 39 derece ğarbi şimali ve 10 dakika 35 derece ile 37 derece 50 dakika tûl-i şark aralığında mümteddir.  Mesahe-i sathiyesi 37800 merbu’ yani takriben 41 000 000 dönümdür

Arazisi arızalı ve muhtelif olup, Anadolu’nun sevahil-i  cenubiyesi hizasını te’kep ederek gelen ve Adana vilayetinin hududunda şimali şarkiye döner (Tarsus) yani “bağa” silsile-i cibali birkaç kule münkasıp olduğu halde Ma’muratül 'Aziz vilayetini cenubi garbiden, şimali şarkine doğru Şak ile Dersim Sancağı’nda daha ziyade irtifa’ ve husunet kesb Kafkas silsile-i azimesine oluşmak üzere Erzurum ve Diyarbakır vilayetlerine girer. Bu silsilenin şubelerinden olarak dahili vilayet de bulunan dağların en büyükleri Malatya ve Harput cihetlerine mütevaziyen mümted olan Baliyan ve Nemrud dağlarıyla Eğin cihetindeki Sarıçiçek  ve Dersim hudud-i şimaliyesindeki Munzur dağlarıdır.

Bunların en yüksek dağları 1600 metreye tecavüz etmeyip, ekseri 1000 ile 1500 merte aralığındadır. Vilayetin bütünü Fırat Havzası dâhilinde olup, Basra Körfezi mailesine tabidir. Erzurum vilayetinden yemini şimali ğarbiyeden gelen (Karasu) ile Bitlis ve Diyarbakır vilayetlerinden yemini şarkiden Fırat ırmağı teşkil ediyor. Ki vilayet derununda cenube ve ba’dehu şarka doğru dolambaçlı bir ceryandan sonra vilayetin hudud-i şarkisine vasıl olur. Ve oradan cenub-i ğarbiye dönerek bir büyük mesafede hudud vilayeti ba’de tefrik Halep vilayetine girer. Bu vecihle Ma’muratül 'Aziz vilayeti öncesinden cezire hıtasıyla hemhudut olup, hat-ı merkezi vilayetinde dâhil olduğu bir parçası mevkien cezireden mahduttur. Doğrudan Fırat’a mensup olmak üzere vilayet dahilinde Kuruçay, Tahma çayı, Kahta suyu, Göksu vesair bazı çaylar ğarb ve ğarb-i şimalisinden şark ve şark-i cenubiye doğru aktığı gibi  Karasu da Kemer çayı ve diğer birkaç çay ve Murat nehrine de Dersim sancağından Munzur suyuyla Çemişgezek çayı ve birçok dereler dökülür. Bu vecihle vilayetin miyah-ı cariyesi pek çoktur. Vilayet dâhilinde yalnız bir göl bulunur ki Harput’un 65 kilometre cenub-i şarkısında olup,  mesaha-i sathiyesi 50 merbu’ kilometredir. Umkî sevahilde bir metre iken, ortalarında 70 metreye kadar varır. Bu gölde leziz yılan balığıyla sair balık envai ve çok güzel midye ve su samuru sayd olunur mezreenin civarında birkaç bataklık dahi var ise de havayı ihlal edecek derecede değildir.

Ma’muratül 'Aziz vilayetinin havası umumiyet üzere mu’tedil ve pek sağlam olup, Malatya ve Keban ma’deni gibi bazı yerlerde sıtma eksik değilse de bu bataklık ve diğer esban-ı mehaliyeden olmayıp mücret meyvelerin kesretiyle ahalinin perhize riayet etmesinden ileri gelir. Kışın çok kar yağarsa da Şubat’dan sonra başlayıp kar kalkar. Arazisi pek mümbit ve mahsuldar olup, bu vilayet Anadolu’nun ve hala kısmı şarkinin en mümbit yeridir. Ancak iskelelerden baid mesafesi gibi bazı ‘avaresi ziraatın çok ileri varmasına manidir.

Başlıca Mahsulleri: Buğday, arpa, mısır, pirinç, fasulye, nohut vesair hububatla, afyon, pamuk, tütün, üzüm, dut, badem, ceviz vesair meyveler ve sebzelerin envainden ibaret olup, üzümünden şerbet ve pekmez yapıldığı gibi, gerek bunun ve gerek sair meyvelerin kurusu dahi ihraç olunur. Afyon ve ipek,  mukaddemen vilayetin en büyük varidatını teşkil eder ki bu son senelerde tenezzül ve tedenni etmiştir. Tütünün senevi 200 000 kıyye kadar olup, pek sert olmakla yalnız dâhil vilayet de ve en ziyade Kürtler tarafından isti’mal olunur.

Ormanları vaktiyle çok iken,  yolsuz kesmekten ve alelhusus Keban Madeni'nde ihrak olunan odundan itlaf olunarak, şimdiki halde vilayetin ekser tarafında mahrukat yerine tezek ve kereste yerine meyvedar ağaçların ahşabı kullanılmakta olup, ormanları pek seyrek ve pek azdır. Yalnız, Dersim sancağında elyevm orman bulunursa da orada dahi gittikçe azalmaktadır.  Madence şimdilik yalnız Keban

Shf: 4332

           Madeni'nde ki sümbülî kurşun ve Çemişgezek’te ki krom madenlerinden bunların birincisi çok zengin olup, eskiden beri doluca ihrac olunmaktadır. Malatya’da bir büyük memleha dahi olup, tuzlu bir gölün, yarın suyu tebahhur etmekle teressüp eden tuzdan senevi bir milyon kıyye kadar toplanıp, dahili vilayet de ve civar mahallerde sarf olunur. Ve yalnız şimal cihetlerine Siirt ve Sivas’tan tuz ithal olunur. Merkez sancağıyla Dersim sancağında birkaç sıcak ma’den suyu bulunup bazı emraze nefi’ ise de henüz yeterli temin etmemiştir.

           Meraları az olup,  ma’haza ahali hayli miktar hayvanat ehliye yetiştirip, en ziyade merkep ve esterlere (katırlara) ehemniyet verilir. 

Hayvanat ehliyesinin Senavi’ Tevellüdatı:  180.000 koyun, 90.000 keçi, 114 000 sığır, 18.000 Merkep, 9000 Beygir ve 4500 esterden ibarettir. Dağlarda ayı, kurt, tilki, tavşan, geyik, zerdeva vesair postları kürk imale yarar hayvanat bulunur.

      Vilayetin sanayi mahaliyesi hayli ileri olup, yünden kilim ve perdelik vesair ile pamuktan bez ve manuse ve ipekten kezi ve çetare ve çiçekli kumaşlar imal olunur. Başlıca Eğin, ve Arapgir’de senevi 16.000 tup manuse 20.000 top bez Harput ve mezrada 2300 top peykli kumaşı, 1000 parça kilim, 500 perdelik ve saire imal olunur.

Bu mensucattan başka dahil vilayet de me’mulat debağiye ve bakır ve demirden alet ve edavat yapılır. Vesair sanai’ adiye icra olunur. Vilayetin her tarafından karalarla muhat ve iskelelerden uzak olmasıyla araba işleyecek yollarının noksan ve nakliyatça olan suubet ve emniyetsizlik ticaretin terakisine mani’ olup, vilayetin ekser mahsulât ziraiye ve sanaiyesi hemcivar olan vilayetle ihraç olunur. Ve ahali ihtiyaçlarından ziyade mahsulât ve me’mulat yetiştirmeye özenmemektedirler.  Yalnız hafif ve nakliyeleri kolay olan bazı şeyler, Avrupa ya nakil olunur. Ahalinin ihtima-i ecnebiye iştırasına rağbetleri olmadığı gibi daha ucuz ve daha dayanıklı olan emtiye-i mahaliyenin revacını mucib olmaktadır. Binaenaleyh ihracının azlığıyla beraber, ithalat, ihracatın nısfi miktarıne dahi baliğ olamıyor.

En başlı ihracatı: Afyon yapağı, pamuk, keçi ve karaca derisi, ipek ve pamuk, mensucat, zahire ve ikinci derece kilim, ayakkabı, pamuk kozası ve tohumu, kuru yemiş bal ve bal mumu, şarap, kereste vesaireden ibarettir.

İthalatının ise en birincisi pamuk, iplik ve ondan sonra mensucat muhtelife ile Kavsale (kösele) kahve, şeker, taş yağı, demir bakır kalay ve sair ma’den, saat, mücevharat, bıçak, ve çilingirliğe, mutfak muad muhtelife ecza, boya, kağıt,  ciğare (sigara) kağıtı, kibrit, fes vesairedir.  Mecmua ihracat-ı seneviyesi 21 ve dahilatı 10 milyon kuruş radelerindedir. Yalnız Samsun iskelesinin bade-i eden bir şusesi Sivas vilayetinden gelip, mezra’adan geçerek Diyarbekir vilayetine girer. Buna vilayet dâhilinde bazı şu’beler dahi yapılmaktadır.  Su değirmenleri çoktur. Vilayetin varidat-ı senaviyesi 20 ve mesarik mehaliyesi 7 milyon kuruş radelerinde olup, varidat-ı mezkure vilayetin vus’atıyla ve kuvve-i imbatıyla fevkaladesiyle gayri mütenasıb olduğu zahirdir.

Ma’rif Cihetine Gelince: Merkez vilayetinde bir idadiye-i mülkiye ile bir Rüştiye-i mülkiye ve bir Rüştiye-i askeriye-i ve zükûr ve ünasa mahsus mekteb-i ibtidai bulunduğu gibi, sancak ve kaza merkezlerinin ekserinde rüştiye mektebleri ve ekser muhalat ile bazı karada sübyan mektebleri ve kasabatda az çok me’mur medreseleri bulunur. Bütün vilayet de 13 rüştiye, 215 ibtidai ve sübyan mektebleri 31 medrese 45 Ermeni, 12 Ermeni ve Protestan ve 6 Ermeni Katolik mektebi, bunlardan başka da Katolik misyonerlerine mahsus 8 ve Protestan misyonerlerine mahsus 5 mekteb ki cemien vilayet de 226 mektep ve medrese mevcuttur.  Merkez vilayet de hükümete ait bir matbaa (yani matbaa-i vilayet) bulunub, haftada bir kere Türkçe resmi gazete ve her sene bir salname-i vilayet

Shf: 4333

         Neşir olunur.  Dâhil vilayet de 88 cami-i şerif ve 199 Kilise bulunuyor.

     Ehli vilayet 575 314 kişi olup, bunların 514 946’sı Müslim, 61 983’ü Ermeni, 6060’ı Ermeni Protestan, 1675’i Ermeni Katolik, 650’sı Rum’dur. Ehli-i Müslimesinden 54 950’si Kürd ve kusuru Türk olup, bunların da 186 580’i Kızılbaş ve bakiyesi sunnidir.  Kürtler Dersim sancağında ekseriyet üzere bulunuyorlar. Eğin ve Arapgir gibi bazı yerleşik erkekleri hizmetçilik ve odacılık gibi işlerle İstanbul’da vesair taraflarda ve umumiyet üzere bir kısmı askerlikte bulunuyorlar.

           Vilayet Bervechi Ati: 3 Sancak ve 16 kazaya münkasım olup, 70 nahiye ve 1890 karyeyi havidir.

                                        MA’MURATÜL 'AZİZ VİLAYETİ



































SANCAK

















Harput

















Kaza





Harput





Nahiye

Çay Karaali
Ernekil 
Hav-i Aliye
Mollakendi
Şeyh Haci
İskan
Sisli
Düşeydi
Mikdar-ı Kura

41
37
27
21
22
69
20
42



Arapkir

Nahiye
Şûtik
Matmur

29
32




Keban
Madeni


Nahiye
Hebuk
Karaca
Derice
Tahir
İmer
7
15
4
22
13



Eğin


Nahiye
İliç
Eyhi
İmranik
Ağın
Paşaklı
19
24
7
19
14




Pötürge



Nahiye
Telsim
Keferdiz
Sinan
Tafsu
Gerger
Bilbul
Mendiz
9
5
25
23
13
14
16













Malatya












Kaza


Malatya


Nahiye
İzoli
Közne
İspendere
Yorga
26
13
19
9


Hısn-ı
Mahsur


Nahiye
Samsat
Çalğan
Karıcık
Koçali
Kuyucak
54
32
35
33
40





Besni




Nahiye
Hori
Sürgü
Bilviran
Pervazi
Tut
Kızılin
Keysun
Şambayat
15
15
9
13
14
19
18
12




Akçadağ



Nahiye
Hekimhan
Eyvalı
Körne
Hasançelebi
Londoğlu
Yulah
Kasımoğlu
25
21
15
10
13
11
18


Kahta

Nahiye
Tokaris
Sincik
Alaves
78
22
26








Dersim







Kaza

Dersim
Nahiye
Sekdik
Sin
106


Mazgirt

Nahiye
Pah
Mahendi
Morho

301


Çarsancak

Nahiye
Pertek
Eşkerd
Netenk

110


Çemişgezek

Nahiye
Kerimli
İşkavar
Başvorteng

95

Kızıl Kilise
Nahiye
İrsek
Remezan
33


Ovacık

Nahiye
Hubek
Kalan
Çaryazan

83



İcmalen
Harput Sancağı           : 5 Kaza,  27 Nahiye,  589 Karye
Malatya Sancağı         : 5 Kaza,  27 Nahiye,  675 Karye
Dersim Sancağı          : 6 Kaza,  16 Nahiye,  626 Karye.

(Merkez Sancağıyla, merkez vilayet için “Harput” maddesine müracaat buyurula)

http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2014/08/osmanli-arsivlerinde-kamusul-alam-harput.html