Abdullah Can - Mehmet Memdoğlu
Şemseddin Samî (1 Haziran 1850′de Arnavutlukta doğmuş 5 Haziran 1904′te İstanbul’da vefat etmiştir. Osmanlı yazar, ansiklopedist ve sözlükçüsüdür.
Kamus’ül A’lâm adlı 6 ciltlik ansiklopedisinin yazımına 1889′da başlamış; Kamus-u Türkî adlı Lügat’ını ise 1901 yılında yazmıştır.
Kitap: KAMÛS-U TÜRKÎ
Yazar: Şemseddin Samî
Shf. 1156 – 1157
KURD: Irak-ı Arab ile Irak-ı Acem arasında ve Cezîre’nin şark-ı şimalinde, yani hudud-u İranîyenin iki cihetinde sakin, ma’ruf bir kavim efradından olan adam.
KURDİSTAN: Memalik-i Osmanîye’de hudud-u İranîyenin iki cihetinden ve Cezîre’nin şark-ı şimal taraflarından ibaret yer.
*************************
Kitap: KAMUS’ÜL-A’LÂM
Yazar: Şemseddin Samî
Cild: 5
Sahife: 3840 – 3843
Shf. 3840
KURDİSTAN: Asya-i Garbî’de kısm-ı azâmı Memalik-î Osmanîye’de ve bir kısmı İran’a tabi büyük bir memleket olup, ekseriyet üzere ahalisi bulunan Kürt kavminin ismi ile tesmiye olunmuştur. Bu isim taksimat-ı mülkiye ve siyasiyeye dâhil olmayıp, vaktiyle bizde “Kürdistan Valiliği” ve şimdi İran’da “Kürdistan Eyaleti” bu isimle müsemma memleketin bütününü ihata etmediği gibi, Kürtler dahi dağınık ve sair akvamla karışık bulunduklarından, Kürdistan’ın hududunu tamamıyla tayin etmek müşküldür. Ancak takribî olarak diyebiliriz ki:
Kürdistan; Urmiye ve Van Göllerinin sevahilinden, Kerhe ve Diyale Nehirlerinin menabiîne ve Dicle’nin mecrasına dek mümted olup garb-ı şimalîye doğru hududu Dicle’nin mecrasını takible Fırat’ı terkib eden Karasu mecrasına ve oradan şimale doğru Aras Havzası’nı Fırat ve Dicle Havzası’ndan ayıran taksim-i miyah hattına kadar vasıl olur. Bu itibarla Memalik-i Osmanîye’de Musul Vilâyeti’nin kısm-ı azamı, yani Dicle’nin solunda bulunan yerleri ve Van ve Bitlis vilayetleriyle Diyarbekir ve Ma’muratul-Aziz Vilayetlerinin birer parçası ve Dersim Sancağı Kürdistan’dan ma’dud olduğu gibi, İran’da dahi Kürdistan namıyla ma’ruf olan eyaletle Azerbeycan Eyaleti’nin nısfı, yani cenub-i garbî kısmı Kürdistan’dır.
Bu vecihle Kürdistan; şimal-ı şarkî cihetinden Azerbeycan, şarken Irak-ı Acemî, cenuben Loristan ve Irak-ı Arabî, Garb-ı Cenubi cihetinden Cezîre, garb-ı şimalî tarafından dahi Anadolu ile mahduttur. Bu hudut dâhilinde 34 derece ile 39 derece arz-ı şimalî ve 37 derece ile 46 derece tûl-i şarkî aralarında mümted olup, büyük bir müselles ve daha doğrusu sivri tarafı garb-ı şimalîye doğru dönmüş bir armut şeklini ibraz ediyor. Fırat’ı teşkil etmek üzere Karasu ile Murat Çayı’nın mültekasında olan en şimal-i garbî noktasından Loristan’ın hududuna dek olan tûl-î azâmın takriben 900 kilometre ve arzı 100 ile 200 kilometre aralarındadır.
Kürdistan’ın medar-ı tefrikî, ahalisinin cinsiyeti olduğu halde, Kürtler yalnız bu memlekette münhasır olmayıp, Cezîre’nin kısm-ı şimalisinde, Şam ve Haleb cihetlerinde, Anadolu’nun her tarafında, Rusya’ya tabi olan Mavara-i Kafkas Eyaletlerinde ve İran’ın her tarafında, hatta Horasan’da ve Afganistan’da ve Belucistan’da bile birçok Kürt aşiretleri bulunur. Bir taraftan dahi, hududu zikrolunan Kürdistan dâhilinde Arap, İranî, Türk ve sair cinsiyetlere mensup ahali vardır. Yalnız ekseriyete itibarla hudud-u mezkûrde tayin olunabilir.
İran’ın Loristan Eyaleti ahalisi olan Lorîleri dahi Kürtlerle münasebet ve karabet-i cinsiyeleri olduğu halde, lisanlarında bir dereceye kadar muğayyerat ve beynlerinde münaferet bulunduğundan, Loriler kendilerini Ekrad’dan saymak istemiyorlar ve Kürdler dahi Lorîleri kendi cinslerine kabul etmeye meyil göstermiyorlar. Alelumum Kürdlerin miktarı iki buçuk milyona karib tahmin olunup, bir buçuk milyonu Memalik-î Osmanîye’de, yedi bin beş yüzü İran’da, on üç bini Rusya’nın Maveray-ı Kafkas Eyaletinde, kusûri dahi Afganistan ve Belucistan’da ve sair taraflarda dağınık bir halde bulunuyorlar.
Kürdistan’ın her tarafı dağlık ve mürtafiî olup, yalnız enharın vadilerinde bazı dar ovaları vardır. En düz ve alçak ciheti cenûb-i şarkî kısmı yani Şehrezor ve Süleymaniye Sancaklarıyla İran’daki Kürdistan olup, o cihette dağlar daha alçak, vadiler daha geniş ve ovalar daha çoktur.
Shf. 3841
En mürtefiî yerleri münteha-i şimalinde bahre hazar ile Basra Körfezi maileleri arasında bir taksim-i miyah hattı teşkil eden dağlardır. Ancak bunların ormanlar ve meralarla mestûr güzel yayla ve etekleri ve ziraate salih vadileri çoktur. Memalik-i Osmanîye ile İran hududunu teşkil eden ve şimal-ı garbîden, cenûb-i şarkîye doğru birkaç sıra teşkil ederek, mümted olan dağları ise mürtefiî olmakla beraber, ekseri taşlık ve çıplaktır. Kıt’a-i mezkûrenin o ciheti hakikaten kabil-i sükna olamayacak derecede sert ve çetin bir yerdir. Kıta-i mezkûrenin miyah-ı carîyesi çok olup Fırat’ın en büyük kolu olan Murat Çayı’nın ve Dicle, kıt’a-i mezkûre dağlarından nebean ettikleri gibi, Dicle’ye münsib olmak üzere dahi şimalden başlayarak, Batman Suyu, Bitlis ve Siirt Çayları, Habur, Zab-ı Âla, Zab-ı Esfel, Edhem ve Diyale nehirleri cenûb-i garbîye akarak, mezkûr ırmağa dökülür ve kıt’a-i mezkûre dağlarından inen bir çok çayların sularını cem’ ederler.
İran’daki kıta-i mezkûrenin yalnız şimal cihetindeki Katur Nehri, Kür vasıtasıyla Bahr-ı Hazar’a münsib olan Aras Nehri’ne pek çok olan enhar-ı sairesi Urmiye Gölü’ne dökülür. Van Gölü’ne münsib olan bir hayli enharı dahi vardır. Kıta-i mezkûre, arzen hayli sıcak olacak bir derecede iken, mevkiînin irtifaından dolayı havası umumiyet üzre soğuk olup, kışları uzun ve pek serttir. Ve kar aylarca dağlarını örter. Yalnız Dicle Vadisi’ne karib olan alçak yerlerinde kışın hava mülayim ve lâtif ve yazın hayli sıcaktır. Yüksek yerlerinde yazın meraları pek güzeldir. Ve bazı tarafları çam ağaçlarını havi ormanlıktır. Daha alçak taraflarında meşe, kestane ve çınar ağaçları ve daha aşağılarda arpa, buğday, keten, kenevir, mısır, tütün, üzüm ve meyvelerin envaı ve en alçak yerlerinde pamuk, pirinç vesaire hasıl olur. Bir nev’ budur meşe yapraklarından alınan kudret helvası şeker yerine kullanılır.
Kürd aşiretleri, külliyetli koyun, at, deve ve keçi sürüleri beslerler. Dağlarda ayı, domuz, pars, vaşak, geyik, yabani keçi, karaca, çakal, tilki ve sair hayvanat-ı vahşiye ve küçük av hayvanları kesretle bulunur.
Şimal cihetindeki dağlarda demir, bakır, kurşun ve sair madenler bulunduğu tahakkuk etmişse de ihraç olunanları yoktur. Cenûb cihetlerinde neft ve taşyağı bulunur.
Kürdler mazı, fıstık ve yağ çıkarmaya yarar hububat-ı mütenevia ile yapağı ve tiftik gibi mahsulâtı ihraç ederler.
Kürdler ekseriyet üzere aşiret halinde yaşayıp, mevsime göre mera talebiyle mahall değiştirdiklerinden, ziraatle pek de iştigal etmeyip başlıca medar-ı taayyüşleri, hayvanat-ı ehliyeleri ve sanatları çobanlıktır. Koyun ve tay satışından kazandıkları akçe ile geçinirler. Bunun için kışın köylerinde kalıp, haneleri ve tarlaları var ise de yazın ziraate çok ehemmiyet vermeyip, ekseri çadırlarla sürüleri arkasından yaylalara çıkarlar.
Kıta-ı mezkûrede sanayi-i mahalliye kilim ve halı ile kaba bez ve keçe kabilinden çul ve saire imalinden ve ticaret-i mahalliye zahayir ve hayvanat ahz ve i’tasından ibarettir.
Vasait-i nakliye, Dicle’de işlettirilen “Kelek”ten ibaret olup, bu da pek külfetlidir. Ve kışın üç ay mevaridat büsbütün münkati’ bulunur.
Kürdlerin asl ve menşeî ve ne vakitten beri oralarda sakin bulundukları, tarihçe meçhul ise de ezmine-i kadimede kıta-i mezkûrenin kısm-ı cenûbîsi “Asurîye” ismiyle ma’ruf idi. Ve şimal-ı şarkî ciheti “Midya”dan ma’dud idi. Eski Midyalıların cinsiyetleri meçhul olup, akvam-ı Turanîyeden, yani Türk cinsinden oldukları meznun ve Asurîlerin ise akvam-ı Samîyede bulunmuş oldukları ve Keldanîlerle karabetleri malum ve muhakkaktır. Halbuki Kürdler, akvam-ı Aryanîyeden olup, İranîlerle pek yakın karabetleri olduğu lisanlarından ve sair ahvallerinden anlaşılıyor. Binaenaleyh, Kürdlere ne Midyalıların ve ne de Asurîlerin ahfadı nazarıyla bakılıp, şark cihetinden yani Horasan ve Herat taraflarından oralara gelmiş bir kavim olduklarında şüphe yoktur. Ancak şimdi bulundukları yerlere ne vakit hicret ettikleri malum değildir.
Shf. 3843
Milad-ı İsa’dan 401 sene evvel, yani bundan 2300 sene mukaddem askerle o tarafa azimet ve bad’el mağlubiye perişan bir halde avdet etmiş ve sefernamesini yazmış olan Yunan-ı Kadim meşahir-i Muharrirîninden Eksenefon, el-yevm kıta-ı mezkûre Diyarbekir ve Ma’muret’ül-Aziz’e ve emsali yerlerin her tarafında “Kardukh” tesmiye ettiği kavme mensub ahaliye rast geldiğini beyan ediyor. Kardukh isminin ise Kürd isminin bir Yunanlı ağzında aldığı tebeddülden hâsıl olmuş galatı olduğundan şüphe yoktur.
Binaenaleyh, 2300 sene evvel dahi oraları Ekradla meskûn idi. Bu halde diyebiliriz ki; Ninova’da ve Dicle Vadisi’nde şüphesiz Babil cihetlerinden gelmiş olan Asurîler ve Midya’da, yani Azerbeycan ve Irak-ı Acemî cihetlerinde, belki Ceyhun ve Seyhun Vadilerinden gelmiş olan Midyalılar hüküm sürmekte iken, yine dağlarda Kürd aşiretleri cevelân ederek nîm-müstakil bir halde bulunuyorlardı. Nitekim bugün dahi Musul ve Diyarbekir’de Araplar, Tebriz ve Hemedan’da İranîler bulunduğu halde, iç tarafları hemen sırf Kürdlerle meskûndur.
Kürdler, akvam-ı Aryanîden oldukları halde, ne Asurîlerin ve Midyalıların ahfadı olabilirler. Bu hususta şahid-i adil olunmaya şayan olan lisanlarına baktığımızda vakıa, Asurî ve Keldanî lisanlarından me’huz oldukları anlaşılan birçok kelimeler görüyorsak da lisan-ı Pehlevîde dahi bulunan bu kelimeler, Asurîlerle Keldanîlerin hükümetleri zamanında ve bunların medeniyeti tesiriyle kabul olunup ba’del-İslâm Kürdçe ve Farisînin ahz eyledikleri kelimat-ı Arabiyeye mümasildir; esasen lisan ise Farisîye müşabihtir. Bu kelimelerin vücudu Kürdlerin Asurîlerin neslinden olduklarına değil, belki o vakitten beri oralarda sakin bulunmuş ve Asurîlerle birlikte yaşamış olduklarına delalet ediyor.
Kürd lisanı Farisî’ye ve belki ondan ziyade eski Pehlevîye müşabihtir; ancak telaffuzu Farisînin ki gibi lâtif olmayıp, dağ adamlarına ve öyle bir hal-i bedeviyette yaşayan aşaire yakışacak surette sert ve derşeddir. Ve boğazdan telaffuz olunur harfleri çoktur. Her ne kadar Kürdlerin uleması öteden beri Arabî ve Farisî ile iştigal edip, kendi lisanlarına ehemmiyet vermediklerinden Kürdçenin edebiyatı bulunduğu iddia olunamazsa da, eskiden beri bu lisanda dahi bir hayli eş’ar söylenmiştir. Ve bu lisanın dahi Farisî gibi huruf-u Arabîye ile tahriri kolay olduğundan bazı divanlarıyla sair kütüb-i edebiyeleri vardır.
Avrupalılar Kürdçenin kavaid-i sarfiyesini ve lügatlerini dahi mühemmen-emken zabt etmiş; ve kendi lisanlarına mütercem kavaid ve lügat kitapları neşr eylemişlerse de elsine-i İslâmiyemizde henüz bu lisanın kavaid ve lügat ve edebiyatına dair hiçbir şey yazılmamıştır.
Kürdler umumiyetle cesur ve cengâver ve süvarilikte pek mahir adamlar oldukları gibi, ilim ve terbiye ve medeniyete de fevkalade istidatları vardır.
Kürd isminin Farisîde “yiğit, kahraman, bahadır” manasıyla kullanılır bir sıfat olup Şehname’de bu mana ile pek sık isti’mal olunduğu malumdur. Bu ismin Kürdlere cesaret-i tabiîyelerine binaen, ibtida bu mana ile verilip ba’dehu alem olduğu anlaşılıyor.
Kürdler hemen umumiyet üzere Müslim ve Suni olup ekseri Şafi’ul Mezhebdirler. İçlerinde yalnız 50.000 Yezidî vardır. Pek az miktarda Kızılbaş bulunur. O mevkilerde Nasturî ve Keldanî cemaatlerine mensub bir miktar ahali dahi bulunuyorsa da bunlar eski Keldanîlerin ve Süryanîlerin ahfadından olup, Kürd cinsiyetine mensup değillerdir. O cihette bulunan büyük şehirler, mesela Diyabekir, Musul, Bağdat, Hemedan, Tebriz, Kürdistan’ın kenarlarında ve haricinde tesadüf edip asıl mevaki-i mezkûrenin dâhilinde olan ve Kürdlerle meskûn ma’murelerin başlıcaları: Süleymaniye, Kerkük, Revanduz, Erbil, Siirt, Bitlis, Van, Urmiye, Kirmanşah ve sairedir.
Tarihin zabt edebildiği zamanların en eskisinde Ninova’daki Asurîlerin taht-ı hükmünde görülüp, Asurîlerin hitamında Ninova ile beraber,
Shf. 3843
Midya hükümdarlarının ve ba’dehu Keyhusrev’in zabtına geçmişlerdir. Hatta Keyhusrev’e yardım edip, sair memaliki zaptında askerin meyanında hizmet etmiş oldukları mervidir. Keyanîyan Devleti’nin sukutunda İskender’e ve halefleri olan Makedonyalı tavaif-i mülüke, ba’dehu Eşkaniyane ve nihayet Sasaniyane tabi’ olup Kadisîye muzaferiyetinden sonra, Hilafet-i İslâmiyenin taht-ı itaatına girmiş ve din-i İslâm’ı kabul etmişler idi.
Hileafet-i Abbasîyenin zaafa düçar olmasıyla memalik-i İslâmiye’nin her tarafında birtakım umera ve mülük zuhur etmeye başladığı sırada, Kürd rüesasından birçok adamlar dahi Musul ve Diyarbekir ve Cezîre cihetlerinde birer kal’a veya memleket ele geçirip birçok hükümat-ı sağire teşkil eylemişlerdiyse de umum kıt’a-i mezkûreyi bir idareye alarak cinsiyet esasına müstenid bir hükümet teşkilini düşünmemişlerdir. Nihayet bu cinsiyete mensub olan meşhur Selahaddin-i Eyyubî Mısır’da devlete nail olup, kendisi ve evladı Şam ve Haleb ve Hicaz ve Yemen’de hüküm sürdükleri ve evlad ve akrabalarının taht-ı idaresinde birçok hükümat-ı mümtaze teşkil ettikleri vakit dahi hüküm ve nüfuzları haricinde kalmış idi. Cengiz hurucunda dahi sair memalik-i İslâmiye gibi Moğolların payimal-i zulm ve te’diyesi olmuş ve ba’dehu birçok Türk ve Türkman aşiretleri gelerek, bazı taraflarına sokulmuş ve Akkoyun, Karakoyunlar hercümercinden ve hepsine kapak koyan Timur’un hurucundan sonra kısm-ı azâmı Şah İsmail’i Safevînin eline geçmiş iken, Yavuz Sultan Selim Han’ın Şah-ı Müşarünileyhin üzerine vaki’ seferinde Kürd rüesası Sünniyul-Mezheb olmak saikasıyla ve meşhur İdris-i Bitlisî’nin sa’y ve himmetiyle tev’an taraf-ı Devlet-i Osmanîye’ye dönüp o vakitten beri kısm-ı azamı Devlet-i Müşarünileyhanın taht-ı idaresinde bulunmakta ve yalnız kısm-ı şarkîsi muahhiren ta’yin olunan hatt-ı hududun ortasında kalıp, muğayyeret-i mezhebten dolayı İranîlerle beynlerinde bulunan münaferetle beraber, İran’ın taht-ı hükmünde bulunmaktadırlar.
LÜGATÇE
Ahfad: Torunlar.
Ahz ve i’ta: Alış-veriş, ticaret.
Ahz: Almak, alıvermek.
Akvam: Kavimler.
Akvam-ı Aryanî: Aryan(İran) Irkına mensup kavimler.
Alelumum: Ekseriyetle, genellikle.
Alem: Sembol.
Arzen: Arazi olarak, coğrafî olarak.
Arz-ı şimalî: Kuzey arazisi(Enlem)
Asl ve menşe: Asıl ve köken.
Asya-i Garbî: Batı Asya.
Aşair: Aşiretler.
Avdet: Geri dönme, dönüş.
Azimet: Gitme, yola çıkma.
Ba’dehu: Sonradan.
Ba’del-İslâm: İslâm sonrası.
Bad’el mağlubiye: Mağlubiyet (yenilgi) sonrası.
Beyn: Ara.
Cem’: Toplama.
Cenuben: Güneyden, güney yönünden.
Cenub-i garbî: Güneybatı.
Cenûb-i şarkî: Güneydoğu.
Cevelân: Dolaşım, hareketlilik.
Cezîre: Arap Yarımadası.
Cinsiyet: Irk.
Derşed: Sert, kaba.
Ekrad: Kürd isminin çoğulu; Kürdler.
Eksenefon: Ksenefon.
Elsine-i İslâmiye: Müslümanların konuştuğu diller; İslâmî diller.
El-yevm: O gün.
Enhar: Nehirler.
Enhar-ı saire: Başka nehirler.
Eş’ar: Şiirler.
Ezmine-i kadim: Antik çağlar, eski zamanlar.
Galat: Yanlış telaffuz, yanlışlık.
Garb-ı şimalî: Kuzeybatı.
Halefler: Sonradan gelenler, ardıllar.
Hal-i bedeviyet: Köylülük yaşamı.
Havi: Kapsayan, içine alan.
Hayvanat-ı ehliye: Evcil hayvanlar.
Huruf-u Arabî: Arapça harfleri.
Hükümat-ı mümtaze: Seçkin hükümetler.
Hükümat-ı sağire: Küçük hükümetler (yönetimler).
Irak-ı Acem: Kürt ve İran toprakları.
Irak-ı Arab: Irak’ın Arap kısmı.
İbtida: Başta, başlangıçta.
İrtifa: Yükselti.
Kabil-i sükna: Yerleşime elverişli.
Karabet: Yakınlık, akrabalık.
Karabet-i cinsiye: Irksal yakınlık, akrabalık.
Kardukh: Karduk.
Karib: Yakın.
Kavaid-i sarfiye: Dilbilgisi kuralları.
Kelek: Sal, bot.
Kesret: Çokluk.
Kısm-ı cenûb: Güney kısmı.
Kısm-ı şarkî: Doğu kısmı, doğuda (İran sınırları içinde) olanlar.
Kıt’a-î mezkûre: Adı geçen kıta (coğrafya).
Kusûr: Artık, arta kalan.
Kür: Kura Nehri.
Kütüb-i edebiye: Edebi kitaplar.
Lâtif: Hoş, tatlı, yumuşak.
Ma’dud: Sayılan.
Ma’dud: Sayılma, addedilme.
Ma’muratul-Aziz: Elazığ.
Ma’mure: Bayındır, gelişmiş şehirler.
Ma’ruf: Bilinen, tanınan.
Ma’ruf: Bilinen, tanınan.
Mahall: Ortam, mekân.
Mavara-i Kafkas: Transkafkasya, Kafkasya Dağlarının güneyinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’ı kapsayan bölge.
Me’huz: Alınmış, alıntılanmış.
Mecra: Akarsu yatağı, çığır, ark.
Medar-ı taayyüş: Geçim kaynağı.
Medar-ı tefrikî: Farklılık nedeni.
Memalik: Memleketler.
Menabi: Kaynaklar.
Mervi: Rivayet edilen, anlatılan.
Mestûr: Kaplı, örtülü.
Meşahir-i Muharrirînin: Ünlü yazarlarından.
Mevaki-i mezkûre: Adı geçen mevkiler.
Mevaridat: Gelirler.
Meyan: Ara.
Mezkûr: Adı geçen.
Meznun: Zannedilme.
Midya: Med İmparatorluğu.
Miyah-ı carî: Akarsular.
Muahhiren: Sonradan, daha sonraları.
Muğayyeret-i mezheb: Mezhep farklılığı (değişikliği).
Mukaddem: Önce, evvel.
Mühemmen emken: Olabildiğince, imkânlar ölçüsünde.
Mülayim: Yumuşak, ılıman.
Mülteka: Kavuşma, ulaşma, katılma.
Mülük: Melikler, krallar.
Mümted: Uzanan.
Münaferet: Nefretleşme.
Münkati’: Kesik.
Münsib: Bağlı, bağlanan.
Münteha-i şimal: Kuzey sınırı.
Mürtafi: Yükselti.
Müselles: Üçgen.
Müsemma: İsimlenlendirilen.
Müstenid: Dayalı.
Nebean: Kaynaklanma.
Neft: Petrol.
Neşr: yayınlama.
Nîm-müstakil: Yarı bağımsız.
Sa’y: Çalışma, gayret.
Sakin: Yerleşik.
Sanayi-i mahalliye: Mahalli sanayi, zanaat.
Sünniyul-Mezheb: Sünni mezheplere bağlı.
Şafi’ul Mezheb: Şafii mezhebine mensup.
şahid-i adil: Doğru tanık, sağlam delil ya da kanıt.
Şarken: Doğudan, doğu yönünden.
Şark-ı şimal: Kuzeydoğu.
Şimal: Kuzey.
Şimal-ı şarkî: Kuzeydoğu.
Şimal-i garbî: Kuzeybatı
Şimal-i garbî: Kuzeydoğu.
Tahrir: Yazı, kayıt.
Taht-ı hüküm: Yönetiminde, idaresinde.
Taht-ı itaat: İtaat altı, buyunduruk.
Takribî: Yaklaşık.
Taksimat-ı mülkiye: İdari bölüşüm.
Taksim-i miyah: Su bölümü çizgisi.
Taşyağı: Kömür.
tavaif-i mülük: Beylikler, emirlikler; bölge devletleri.
Tebeddül: Değişim, dönüşüm.
Tev’an: Kendi isteğiyle, zorlanmaksızın.
Tûl-i şarkî: Doğu boylamı.
Umera: Beyler, emirler.
Vasait-i nakliye: Ulaşım vasıtaları.
Yunan-ı Kadim: Antik Yunan.
Zab-ı Âla: Yıkarı Zap Suyu, Büyük Zap Suyu.
Zab-ı Esfel: Aşağı Zap Suyu, Küçük Zap Suyu.
Zahayir: Tahıllar.
Ziraate salih: Ziraete elverişli.