Sürprizlerle dolu olan hayatımızda, Yüce Allah’ın
yaratılış gayesini unutmadan, cemiyet olarak içimizde barındırdığımız
farklılıkları “ayrılık” değil “zenginlik” saymalı; ilahi çizginin dışına
çıkmadan yaşamımızı devam ettirebilmeliyiz.
Ramazan Bayramı tatili münasebetiyle, biz de Konya’ya
gittik. Konya’da ziyaret ettiğimiz bir dostumuzun bize naklettiği bir olay,
Türkiye’de Kürt olmanın zorluklarını bir kez daha anlamamıza yetti. Nakledilen
olay şöyle: Türkiye’de ilgiyle izlenen ve
hâlihazırda TRT Haber’de yayını devam eden “Ömür Dediğin” programı ile ilgili.
Ve
aynen aktarıyorum:
“İzlerken
insanı duygulandıran, duygulandırdığı kadar da düşündüren bu program için, bir an aklıma aslen Erzurumlu olup
Konya’da ikamet eden, bilgi ve
tecrübesine güvendiğim, 85 yaşındaki bir tanıdığım geldi. Yaşlı amcamıza
ulaşmak; onun hatıralarını da toplumla ve yakınlarıyla paylaşmak için zaman
zaman görüştüğüm oğlu ile randevulaştık. Hac farizasını da yerine getirmiş olan
yaşlı bilge amcanın; bu bürokrat oğlu, çevresinde dinini, diyanetini bilen biri
olarak tanıyor ve Ankara’da, ismini vermek istemediği bir bakanlıkta görev
yapıyor. Açıkçası ben, bu “saygın” bürokratımızın Kürtlüğünü bugüne kadar kendi
çevresinden sakladığından bihaberdim. Bu “saygın” bürokratımızın annesinden,
babasından, atasından utanacağını nereden bilebilirdim. Yine de tüm cesaretimi
toplayarak saygın bürokratımıza düşüncemi anlattım; babasının söz konusu
programa konuk olmasını teklif ettim. Almış olduğum cevap karşısında dehşete
kapıldım ve insanlığımdan utandım. O an Allah’a (c.c.) sığınmaktan başka bir
şey düşünemedim. Bürokratımız, belki daha yüksek makamlara gelebilir düşüncesiyle
bu öneriyi kabul etmedi.
Sebebi
ise babasının Türkçe konuşacağı bir programda; doğduğu ve yaşadığı yerin bir
Kurmanç-Kürt köyü olması nedeniyle, bu “saygın” bürokratımızın Kürtlüğünün
deşifre olacağı ve güya bu gerçeğin ise kendi kariyeri açısından engel teşkil
edebileceği düşüncesi… Kendisinden utanan böyle bir idarecinin, Türkiye’ye bir
fayda veremeyeceğini düşünerek, bulunduğumuz ortamdan ayrıldım…”
Doğrusu,
bu ifadeleri duyduktan sonra yaşadığım şok karşısında ben de sözüm ona bu “saygın”
bürokrata karşı içimden bir an için sitem ettim. Cenab-ı Allah’ın bizim için
layık gördüğünü, beğenmemeyi nasıl izah edebiliriz? Bu korku ve utanç imparatorluğunun
nedenleri ne olabilirdi ki? Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, özellikle Kürtler
üzerinde uygulanmaya konulan sosyal ve kültürel mühendislik politikalarını
düşündüm. Bunu düşünürken bir an aklıma
çocukluğum, ilkokul yıllarım geldi. Yıllar geçmesine rağmen hâlâ unutamadığım,
bizzat şahit olduğum ve yaşadığım bir olayı bu vesileyle sizlerle paylaşmak
istedim.
Yıl
1978, okulların açıldığı ilk hafta. O
zaman ilkokul dördüncü sınıftaydım. Ve okula başlayan köyün çocuklarından çoğu
Türkçeyi bilmezdi. Tek derslikli okul binamızda beş sınıf aynı anda ders
işlerdik. Beşinci sınıflarda ya iki ya da üç kişi kalırdı. En kalabalık sınıf
ise birici sınıftı. O yıl dördüncü sınıfa dört kişi geçebilmişti. Öğretmenimiz
N.Ç. her zamanki gibi ilk dersi birinci sınıflar ile işlemeye başlamıştı.
Öğrencilerin karşısında kara tahta ve okuma fişlerini asmak için sıra sıra
ipler vardı. İplerdeki fişlerden biri düşünce, öğretmenimiz N. Ç. öğrencilerden
T.T.’ye (ipi göstererek) “bu nedir” dedi. Zavallı T.T. bir an neye uğradığını
bilmeden epeyce düşündü.
Ve
“bennîk” (Kürtçede ip demektir) deyiverdi. Bu cevabı duyan öğretmenimiz âdeta çılgına dönmüştü. “Bunca zamandır
bir ipin ismini dahi öğrenemedin” diyerek, T.T.’yi acımasızca dövmeye başladı. Maalesef
bu olay, tüm öğrencilerin gözü önünde
cereyan ediyordu… Dayak yemekten yüzü moraran T.T. yerine oturmaya çalışırken, şuursuzca bir
şeyler mırıldanıyordu.
Tabii
o zamanlar bu olaya bir anlam verememiştim. Okuldan ayrıldıktan sonra,
evlerinde Kürtçe konuşan arkadaşlarını öğretmene ihbar eden öğrencilerin
varlığını bile bile…
Sonuçta,
tarihi gerçeklere bakınca, “saygın” bürokratımıza sitem etmekle hata ettiğimi
anladım. Çünkü 1925’ten sonra dönemin idarecileri ve yöneticileri tarafından
sistemli bir “dönüştürme” operasyonuna tabi tutulan bölge aklıma geldi. “Kutsal
Hilal”… Yani Erzurum, Erzincan, Elazığ, Malatya, Adıyaman ve Şanlıurfa hattı…
Evet,
bu hat özel bir uygulamaya tabi tutularak “Türkleştirilmeye” çalışılmış bir
hat. Tarihi gerçekleri hatırlayarak, yaşanmış bu kadar acı olaya rağmen,
günümüzde de Türkiye’de Kürt olmanın ne kadar zor olduğunu anlamaya ve
anlatmaya çalıştım…
Hayırla
ve selametle kalın efendim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder