Gerçek demokrasilerde
vesayet sistemine yer yoktur. Her türlü vesayetin var olduğu sözüm ona
demokrasiler, zaten “demokrasi” olarak adlandırılamazlar.
Cumhuriyet
tarihinden günümüze gelinceye kadar, Türkiye farklı vesayet sistemlerinin kontrolüne
girmiştir. Bu vesayet sistemleri kimi zaman oligarşik, kimi zaman askeri, kimi
zaman bürokratik, kimi zaman da farklı isimler altında karşımıza çıkmıştır.
Siyaset
üzerindeki otoriter-vesayetçi yapılanmalar nedeniyledir ki demokrasinin aracı olan
ve seçimlerle iş başına gelen siyasi partiler, iktidar olabilmişler ama bir
türlü muktedir olamamışlardır.
Her
türlü vesayetin engellenmesi, devlet imkânlarının tüm ülke fertlerine eşit
hizmet sunmasıyla sağlanabilir. Türkiye toplumu bu vesayetçi zihniyetlerden çok
çekti. Bir vesayeti sonlandırırken, başka bir vesayetçi anlayış ve yapılanma
ile karşı karşıya kaldı. En son karşı karşıya kaldığımız vesayetçi sistem ise “sendikal
vesayet”…
“Olur mu hiç” dediğinizi duyar gibiyim. Burası Türkiye ve
ne yazık ki devlet kurumlarını etkisi altına almış olan yeni vesayet sisteminin
adı da “sendikal vesayet” iddiası.
Bu tanımlama ve tespitten, sendika ve sendikal
faaliyetlere karşı olduğum manası çıkartılmasın. Aksine tüm kamu çalışanlarının
(askeri ve güvenlik hariç) sendikal güvenceye kavuşmasını hep desteklemişimdir.
Birçok
devlet kurumundaki sendika temsilcileri, kurum insan kaynakları ve personel
işlerinden sorumlu birim gibi hareket ettikleri iddia ediliyor. Sendikadan onay alamamış bir personel,
kesinlikle herhangi bir kadroya atanamıyor, atanmıyor. Kendi vesayet sistemlerini kurmuş olan
sendika temsilcileri, istedikleri kadroları elde edebiliyor, hakkaniyetten ve liyakatten
yoksun bir şekilde kurum kadrolarını kendi (en çok el pençe duran) üyelerine
dağıtabiliyorlar.
Bu
atamalar yapılırken, ölçü olarak hangi kurallar dikkate alınıyor? Kurum içi
yükselme sınavlarına tabi tutulmadan yapılan bu atamalar ne kadar adil?
İtirazımız, atanması yapılan personelin
şahsına değil. Bizim itirazımız, devlet kadrolarının ehliyetsiz ve liyakatsiz
kişiler tarafından işgal edilmesidir.
Peki,
bu iddialar doğruysa ve iktidar partisi AK Parti’nin bu atamalardan haberi var
ise (ki olmaması mümkün değildir) o zaman, geçmiş dönemlerde bu ve benzeri
haksız uygulamaları eleştirken, bugünkü siyasi şartlar nedeniyle de o uygulamaların
mislisince yapılmasına göz yummak ne kadar doğru, ne kadar adil?
Sendikal
mücadelede “sosyal haklara sahip olmak istiyorsan sendikalı olmaktan başka yol
yok” sloganı, bugünlerde “iyi bir
kadroya atanmak istiyorsan, mutlaka sendikaya üye ol, bunun başka yolu yok”
sloganına dönüşmüş durumda.
Sendikalı
olmak, çalışanlar için bir koruma
kalkanına sahip olmak mıdır? Evet.
Sendikalı
olmak, işyerinde çeşitli konularda söz
sahibi olmak mıdır? Evet.
Sendikalı
olmak, bir siyasi partinin arka bahçesi olmak mıdır? Hayır.
Sendikalı
olmak, üyesi bulunduğu sendikanın eliyle işlenen haksızlıklara rıza göstermek
midir? Hayır.
Peki,
sendikalı olmak, kamu kuruluşlarındaki her atamaya müdahil olmak mıdır? Hayır.
Türkiye,
tarafgirlik ve taassupçuluk zehrinden kaynaklı bu kısır döngüden ne zaman ve
nasıl kurtulacak?
Anayasanın
güçler ayrılığı ilkesi gereği; yasama, yürütme ve yargı organları başta olmak
üzere, her birey, yapı, kurum, kuruluş, teşkilat, (vb.)
kendi görev ve yetki sınırları içerisinde hareket ettiği müddetçe…
Dost
söylerse, acı söyler…
Sağlıcakla
kalın efendim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder