25 Mayıs 2016 Çarşamba

İç İnfazlara “Mücadele Şehitleri” Demek (?)...

PKK her yıl mayıs ayını “Kürdistan Şehitler Ayı” diyerek, 18 Mayıs’ı da “Kürdistan Şehitler Günü” (18 Mayıs 1977, Öcalan’ın ‘benim gizli ruhum gibiydi’ dediği, PKK’nın kurucu kadroları arasında yer alan Haki Karer’in ölüm tarihidir.) olarak kutlar. Terör örgütü tarafından bu amaçla mayıs ayında çeşitli anma etkinlikler düzenlenir, KCK Üst düzey yöneticileri tarafından da “kahramanlık ve şehitlik” yazıları kaleme alınır. Bu yazıların ortak özelliği, 68 kuşağı olarak bilinen diğer sol terör örgütleri içerisinde faaliyet göstermiş olan birçok ismin de yer bulmasıdır.

Uluslararası üst aklın Kandil’deki maşaları, terör örgütünün kuruluşundan günümüze gelinceye dek infaz ettikleri teröristleri ( kendi iç infazlarını) de “mücadele şehitleri”  yalanıyla kamuoyuna paylaşarak bunlar üzerinden nemalanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir.

Mesela: Duran Kalkan (Selahattin Erdem) “Daha gerillanın hazırlık çalışmaları içinde ve ilk adımlarının atıldığı dönemde 2 Mayıs 1983 günü Hilvan ve Siverek direnişlerinin komutanı Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin Kandil’de şehit düşüyor”  diye pazarladığı Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin’in, Öcalan’ın planlaması neticesi Talabani güçleri tarafından öldürüldüğü iddia edilir. “Mehmet Karasungur, Kuzey Irak’a yerleşmek için, Barzani KDP’si ve İran hükümeti ile yapılan anlaşmanın çok karanlık amaçlar taşıdığını fark etmişti. Bu nedenle anlaşmayı KDP’lilerle tartışıyordu. Sonuçta Mehmet Karasungur ve İbrahin Bilgin, akıllara durgunluk veren bir komplo ile Apo tarafından 2 Mayıs 1983 tarihinde Celal Talabani’nin adamlarına öldürtülür.” (http://www.nesra.org/pkk-infazlar-6-mehmet-karasungur/)

“Mehmet Turan, 27 Kasım 1978 de, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’ne bağlı Fis Köyü’nde gerçekleşen, PKK’nın 1. Kuruluş Kongresi’ne katılan kadrolardan ve ilk oluşum safhasında örgütün önde gelen eylem adamlarından biridir. Birçok eyleme katılmış, MİT ajanı olarak bilinen Pilot Necati ile Öcalan’ın ilişkisini derinlemesine bilen, derin devletle olan ilişkisine ve birçok karanlık olaya şahit olan Mehmet Turan, Ajan-provokatörlükle suçlanır, 1979 yılında Mardin’de infaz edilir. İnfaz edilen ilk PKK-MK yedek üyesi olarak tarihe geçer.”  Örgütün iç infazları sonucu öldürülen PKK’lı bazı isimler: (Mehmet Uzun, Ali Yaylacık ve Ahmet Ballı, Baki Karer (Süleyman), Abdullah Kumral (Yusuf Hoca), Şükrü Karakuş (Şoreş), Cemile Merkit (Seher), Murat Bayraklı, Enver Ata, Resul Altınok (Davut), İzzettin Evcil (Serdar), Zülfü Gök, Çetin Güngör (Semir), Lamia Baksi (Dr. Jîyan), Mustafa Ömürcan (Sarı Ömer), Mahmut Bilgili, Mehmet Tunç, Dilaver Yıldırım (Haydar), Halil Kaya (Kör Cemal) Mustafa Çimen (Teyfik), Metin Değer, Şahin Dönmez, Şahin Baliç (Metin), Zeki Yılmaz, Mehmet Şener (Ahmet), Cemil Işık (Hogır), Mehmet Çimen (Ali Rıza), Yıldırım Merkit, Hidayet Bozyiğit, Nazime Aktürk, Faruk Bozkurt (Dr. Nasır), Faysal Dumlayıcı (Kani Yılmaz), Ramazan Topbaş (Sarı İbrahim) (http://pkkningercekyuzu.com/pkk-orgutunun-ic-infazlari-abdullah-ocalanin-infaz-ettirdigi-yardimcilarinin-listesi/)

PKK’nın iç infazlarından bir diğeri de Mahsum Korkmaz infazıdır.   Terör örgütünün kuruluşunda yer almış,  28 Mart 1986 tarihinde Gabar Dağı’nda güvenlik güçleriyle girdiği bir çatışmada, bizzat Öcalan tarafından görevlendirilen bir PKK tetikçisi tarafından -derin PKK da denilebilir- öldürülmüştür.

 Şemdin Sakık bu olayı “APO” adlı kitabında; "Mahsum Korkmaz önderliğinde 25 kişilik grup olarak Gabar Dağı'na gönderildik. Sessiz ve kansız bir katliamın kurbanlarıydık. Ama farkında değildik. 28 Mart 1986'da, sadece ekmek bulmak amacıyla gece yürüyüşü yapmak zorunda olduğumuz bir gece, güvenlik güçlerinin pususuna düştük. Bu pusuda bir arkadaşımızın hafif yara alması dışında hiç birimize zarar gelmezken, Apo kişiliğinin sağ kolu Mahsum Korkmaz alnından aldığı tek kurşunla öldü. Kendi aramızda Mahsum'un nasıl vurulduğunu tartıştık. Olay yerine tekrar gittik. Sonuçta içimizden birisinin kurşunuyla vurulduğu kanısına vardık. Bu kişinin Feyzi Aslan (Selim) olduğundan şüphemiz kalmamıştı. Tabancasını olay yerinde bırakmıştı ve olay öncesinde Mahsum Korkmaz ile kavgaya varan bir tartışmaya girmişti. Raporlar yazıp Apo'ya gönderdik. Girişimlerimiz engellendi. Daha sonra Apo, Fevzi'yi bütün bu olanlara rağmen, mükafatlandırdı." diyerek anlatıyor.

Benzer bir iç infaz ise (öldükten sonra mezarı anıtlaştırılan) PKK’nın bir dönem Avrupa sorumluluğunu da yapan Engin Sincer cinayetidir. "Erdal" kod adlı Engin Sincer, 15 Ağustos 2003'te Kandil’de gerçekleştirilen PKK Kongresinde, dönemin PKK’lı yöneticilerine yönelik yaptığı sert eleştirilerinden sonra, “eğitim atışları sırasında kaza kurşunuyla öldü” uydurmasıyla, PKK tarafından infaz edildi.  PKK, daha sonra Engin Sincer için 2004 yılında Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesine bağlı Seyrantepe köyünde devasa bir anıt mezar yaptırdı.  Pazarcık Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturmada anıt mezar ile ilgili “suç unsuru” teşkil etmediği kararına varılmıştır. (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2014/08/cozume-heykel-engeli.html)

Kamuoyunu sistematik dezenformasyon ve yalan haberlerle aldatmayı alışkanlık haline getirmiş olan PKK, şimdi de “hendek ve barikat” stratejisi sonunda Sur, Cizre, Şırnak, Nusaybin ve İdil’de bile bile ölüme mahkum ettiği PKK’lıların kanı üzerinden nemalanmayı meşru görüyor.

Kendi iç infazlarını “şehit” olarak pazarlayan KCK’nın bu oyununu görmek istemeyenler!

PKK'nın Diyarbakır-Dürümlü'de gerçekleştirdiği katliam ve katliamda şehit edilen masumlar için söyleyecek bir sözünüz var mı?...

17 Mayıs 2016 Salı

Kalbin Dili!...

Farklı farklı lisanlarda da olsa,
Dil konuşur…
Lakin gözler farklı dilden konuşur. 
“Aşk” ile baktığı anda,
Bedenin değil,
Ruhun içine gizlenmiş olan kalbi dile getirir.
Sahibi’ne teslim edilememiş kalbin,
Işığı söner ve kararır.
Oysaki!
Görünmeyen bir mücevherdir kalp.
Yeter ki ustası müzehhip olsun.

Ritmi, atışı ve akışıyla,
Yâr’in avuçlarının içerisine konar kalp.
Yâr, “Aşk” ile avucundaki mücevheri işledikçe,
Dil susar, kalp dile gelir.
Kalp dile geldiğinde,
Göz görmez, kulak duymaz olur.
Karanlıklar aydınlanır, mesafeler kısalır,
Kuruyan çeşmeler akmaya,
Dereler ve nehirler coşmaya başlar.
Sıladaki kuşlar bile yuvalarına döner.
Ey gönlü güzel Yâr!
Taş duvarları sarmalayıp güzelleştiren
Sarmaşık gülleri gibi,
Kalbimi sarmala,
Ruhumu güzelleştir…


Memdoğlu

13 Mayıs 2016 Cuma

Ah Gönül!...

Sevdik, güldük, üzüldük, ağladık…
Ve tek suçlu gönül dedik.
Tebessüm ederken bile
“Biz değil, suçlu gönül” dedik.
Ne kadar kolaydı suçlamak, değil mi?
Ne görürse o sızardı hâlbuki.
Uçan kuştan esen yele,
Gül dalında öten bülbüle,
Radyoda çalan türküye bile gönül dedik.
Yolların çıkmazına, gözlerin damlasına,
Buluttan düşen yağmura,
Gülün her rengine Sevgili’yi kondurup,
Bir de bahane ekledik, gönül dedik...

Dağa, dereye; ovaya, yaylaya…  
Kundaktaki bebeğe de gönül dedik.
Ferhat ile Şirin’e, Aslı ile Kerem’e,
Yetmiyormuş gibi,
Sevgili’ye düşene de gönül dedik.
Ne suçluymuş bu gönül?
Ne görür, ne duyar,
Ne konuşur, ne de koşar.
Her şeyden habersizdir oysa.
Adına tükenmeyen şarkılar,
Dinmeyen acılar yetmezmiş gibi
Anlayamayana “taş kalpli yar” dediler.
Oysa biz, ona da gönül dedik Efendim!..

O mu istedi bunca hüznü,
Bunca hezeyanı?
“Yar” denildiğinde sızlayana,
Bir o kadar yanana da gönül dedik.
Kime, neye ne söyleyelim?
Atsan alan olmaz,
Suçlu gönül desek, kimse inanmaz.
Düşündük, düşündük, düşündük…
“Bu nasıl bir iştir gönül?” dedik.
Sonra bir kez daha düşündük.
Bu kez de “tek suçlu gönül mü?
Yoksa gönlü yeşerten
Sen mi?” dedik Efendim?...

Memdoğlu

Kanlı İttifak!...

Haklarında açılmış dava dosya bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasını içeren Anayasa değişikliği teklifinin, TBMM Anayasa Komisyonunda kabul edilmesi, mahkemelere taşınan MHP’deki olağanüstü kongre süreci ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 22 Mayıs’ta AK Parti’nin olağanüstü kongresini gerçekleştireceğini ve bu kongrede aday olmayacağını açıklamasının ardından, Türkiye gündemi bir kez daha iç politikaya odaklandı. 22 Mayıs sonrasının Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcı olacağını unutmayalım.

Siyasetin ısınmasının birlikte, yeni Anayasa ve Başkanlık tartışmaları gündemin diğer konularını oluştururken, Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığı devam ediyor. Nusaybin ve Yüksekova şehir merkezlerinde devam eden operasyonların yüzde yetmiş sona yaklaşıldığı dile getirilse de çatışmaların yaz boyunca devam edebileceğini düşünenlerdenim.  

PKK-KCK, havaların ısınmasıyla birlikte farklı eylem stratejileri uygulayacaktır: Sabotaj türü eylemlerden tutun da şehir merkezlerine yönelik bombalı araç saldırıları, kırsal kesimlerde vur-kaç taktiği içeren eylemler, güvenlik güçlerinin intikallerine yönelik mayınlama eylemleri…

20 Nisan 2016 tarihli, “PKK-KCK’nın Yeni Stratejisi” başlıklı yazımızda “PKK-KCK-Kandil’in yurt içindeki ve yurt dışındaki tüm bileşenlerinin, her şeye rağmen;  Leninizmin çizgisini yansıtan Lenin’in; ‘eylemde birlik, eleştiri ve tartışmada özgürlük’ söylemine sadık kalmaya devam etmektedirler.” (Geniş bilgi için http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2016/04/pkk-kcknn-yeni-stratejisi.html) diyerek, terör örgütünün kuruluş felsefesindeki “Marksist-Leninist” çizgiyi esas alacağına dikkat çekmiştik.

Gerek kırsal alanda, gerekse şehir merkezlerindeki hendek ve barikat çatışmalarında, güvenlik güçlerinden büyük bir darbe yiyen PKK, örgüte katılımların düşük olduğu yeni dönem için, “Marksist” gelenekten gelen, irili ufaklı diğer sol terör örgütleriyle ortak eylem birliğine giderek, bu alandaki zafiyetini kapatmayı planlamaktadır. PKK bu planlaması ile diğer sol terör örgütlerinin örgütlü olduğu -Karadeniz kırsalı- ve eylem yapabileceği bölgeler üzerinden gerçekleştirilecek saldırılar vasıtasıyla güçlü olduğu  -özellikle de tabanına-  izlenimi vermeye çalışmaktadır. PKK, bu birlikteliği Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) adıyla gerçekleştirdikten sonra, (1997 yılında da PKK ile silahlı sol terör örgütleri arasında benzer bir birliktelik yaşanmıştı) 06 Mayıs 2016 günü saat 16.30 sularında Giresun’a bağlı Çaldağ Beldesi Jandarma Karakolu’na yönelik düzenlenen saldırıda,  karakol komutanı Zafer Çalışkan şehit edilmişti. Hain saldırı, HBDH tarafından üstlenildi.

10 Mayıs’ta Diyarbakır merkez Bağlar ilçesinde bir polis servis aracına yönelik gerçekleştirilin saldırıyı da KCK’nın silahlı kanadı HPG üstlendi. Gerçekleştirilen saldırıda, sağlık raporu için hastaneye götürülen üç PKK’lı ölmüş, 12’si polis 45 kişi de yaralanmıştı. Türkiye’nin PKK’ya yönelik bölge kırsalı ve sınır ötesi hava operasyonlarının devam edeceği düşünüldüğünde PKK’nın şehir merkezlerine yönelik bombalı eylemleri önümüzdeki dönemde artabilir.

PKK’nın bir başka ittifak girişimi de büyük bir kısmını Suriye’deki yapılanması PYD’nın silahlı kanadı YPG’nin oluşturduğu “Demokratik Suriye Güçleri” ittifakıdır.  Demokratik Suriye Güçleri, ABD ve koalisyon ülkelerinden silah desteği, Rusya’dan ise zaman zaman hava harekâtı desteği almaktadır. Kendi çıkarları uğruna YPG’ye destek veren ABD ve Rusya, çıkarları nihayete erdiğinde, YPG’yi yüz üstü bırakacaklardır.

PKK’nın yurt içi ve yurt dışında, kendi düşüncesine yakın diğer silahlı terör örgütleriyle ittifak etmesi, silahlı gücünden büyük oranda kayıp verdiğini göstermektedir.

Geçtiğimiz kış aylarında, Şırnak’ın Cizre ilçesinde PKK’nın kazdığı hendekleri kapatmak, kurduğu barikatları kaldırmak için güvenlik güçlerince düzenlenen operasyonlarda insan hakları ihlalleri olduğu iddiasıyla, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin Cizre’de yürütülen operasyonlara ilişkin bağımsız bir soruşturma yapılması çağrısında bulunarak, Türkiye’den soruşturmayı yürütecek ekibe bölgede engellenme olmadan inceleme yapma izni verilmesini talebinin (ki böyle bir talep, Türkiye’nin bölgedeki egemenliğinin uluslararası camiada tartışmaya açılması manasına gelir) önümüzdeki süreçte Türkiye’nin başını ağrıtacağa benziyor.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Kahve ve Göz!...

Allah’ın en büyük hediyesidir gözler…
Hele ki renklileri…
En özeli ve en güzeli de
Rengiyle kimi gönüllere nakış nakış işlenen
Ve kırk yıl hatırı olan kahvenin rengidir.
Kahve!
Dibeklerde incitilmeden dövülene “mırra” derler.
Kısık ateşte saatlerce pişirilir.
Tadı acı ama!
Bir fincanına kırk yıl değer biçilir.
Yâr eliyle,
Toz haline gelinceye kadar dövülene,
“Kahve” derler, dövüldükçe kıymetlenir.
Acı da olsa, şekerli de olsa değişmez,
Kahve fincanının yükü de ağırdır,
Onun da kırk yıl hatırı vardır.
Acı mırraya,
Şekerli kahveye…
Kırk yıl değer biçen Sevgili!
Kahveye rengini veren gözlerin,
Hiç hatırı yok mu?

Anlatır göz, anlayanı bilince.
Dertleşir, içini döker...
Kahvenin rengi kahveyle, yudum yudum içilir,
Baktıkça közde pişen kahve gibidir.
Bazen pişmanlık, bazen heyecan, bazen de hüzün…
Kimi zaman da ılık ılık süzülerek
“Aşk”ın en saf haliyle bakar…
Ey kahvenin rengiyle nazar eden Sevgili!
İşte!
Baktıkça kahverengi gözlerine,
Yavaş yavaş pişiyoruz…


Memdoğlu

3 Mayıs 2016 Salı

Uçurtmalar!...


Çocukluğumuzda uçurtmaları ne çok severdik.
Onlar yükseldikçe bizi de götürüyor…
Dünyaya kuşbakışı bakar, özgürce seyri âlem ederdik.
Bizler büyüdükçe,
Uçurtulmalar yükselmiyor artık.
İpler elimizde, uçurtmalar dalgalanmıyor,
Sam yeli misali
Özgürlüğümüz de kayboluyor.
Ya çocukluğumuzdaki gibi
İpi tutmayı bilmiyor,
Ya da ortada tutulacak bir ip yoktu...

Uçurtmalar beni bırakıp,
Sen’i de aldılar.
O kadar uzaklara götürdüler ki
Ne bir daha beni aldılar,
Ne de Sen’i geri gönderdiler.
Meğer!...
Uçurtmaların da masumluğu
Çocukluğumuzda kalmış.

Ey Uçurtmalar!
Hatırlıyorsunuz değil mi?
Ne kadar da güzeldi o günler.
Ne güzel şeydi
En yakınındakilere canımın yarısı diyebilmek.
Onlara içini döküp,
Hem ağlayıp, hem de gülebilmek.
Onları sonsuza dek,
Yüreğinin en güzel yerinde taşıyabilmek.
İşte böyle yüreğimin yarısı, işte böyle…
Hayat da en güzel şeydir,
Koşulsuz ve karşılıksız sevebilmek…

Memdoğlu...

“Selam Olsun” Operasyonu!..

Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatından sonra Hz. Ömer: “Resulullah ölmemiştir ve sağdır! Ona sadece Hz. Musa’ya arız olan saika gibi bir saika arız olmuştur. Kim ‘Muhammed öldü’ derse onu kılıcımla iki parça ederim”   sözlerini işiten Hz. Ebubekir: “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah Hayy’dır, ölümsüzdür” sözleriyle cevap vererek sahabe-i kiramı rahatlatmıştı.

Şahısları merkeze almak, Allah’ın (C.C) yaratılış kanunlarına aykırıdır.  Şahıslar fani, davalar bakidir. Baki davalar fani şahıslar üzerine inşa edilmez, edilemez. Şahıslar üzerine inşaa edilen hiçbir dava amacına ulaşamamıştır. Bugün Türkiye’de hayırlı adımlar atılmışsa, hayırlı başarılar elde edilmişse, bütün bunlar; topyekûn halkın verdiği destekle gerçekleşmiştir. Dolayısıyla övülmeye layık olan halkın kendisidir, halkın ferasetli tercihleridir. Şahısları ön plana çıkarmak, o halkın bütün hayırlı teşebbüslerini ve bu yolda atmış oldukları adımları yok saymaktır. İyilikler paylaşılarak çoğalır ve değer bulur. İdarecilerin tekeline indirgenmeye çalışılan güzellikler, kalıcı olmayabilir.

Türkiye’yi “Reis muhalifleri, reis karşıtları” ya da “Reis’in fedaileri, reis muhibbanlığı” diyerek bölmek isteyen ve bu yönde siyasi mühendislik çalışmaları yürüten kesimlerin algı operasyonlarına karşı uyanık olmak zorundayız. Bu çalışmaları yapanlar, bilsinler ki bu ülkeye en büyük düşmanlığı ve kötülüğü yapmaktadırlar.

Bu girizgâhtan sonra asıl konumuza dönecek olursak:

Birileri, Türkiye’yi içerden vurmaya, parçalamaya yönelik kozlarını oynamaya başladı. Özelde AK Parti, genelde Türkiye’yi siyasi bir kaosun içerisine sürükleyecek olan bu oyunu göremez ve bu ve benzeri oyunları sahnelemek isteyen odakları tasfiye edemezsek, ülkemizi zor günler bekleyecektir. Ne acıdır ki sahneye konulmak istenen bu oyun, “Reis” muhibbanlığı üzerinden oynatılmak istenmektedir. https://pelikandosyasi.wordpress.com/” linki üzerinden yayınlanan “Selam Olsun!” başlıklı, her cümlesinden fitne dökülen yazı, Türkiye siyasetini iki farklı kutupta dizayn etme amaçlıdır. AK Parti içerisindeki bir iç çatışma, veya Külliye ile AK Parti arasındaki bir kavga, üçüncü odakların, kesimlerin aradan sıyrılması demektir.

AK Parti, içerisindeki paralel hainleri zamanında tasfiye edememenin bedelini ödüyor. Bugüne kadar kendilerini ustalıkla kamufle edebilmiş olan “kripto paralelciler”, hedeflerine ulaşmak gayreti içerisindedirler.

Bir taşla birden fazla kuş vurmayı hedefleyen bahse konu yazının, paralel ya da paralelle ilişkili bir kalem tarafından yazıldığı şüphe götürmüyor.

-Anti-paralelci bir kalem tarafından yazıldığını varsayacak olursak, bu kalemin; 20 Nisan’da yayın hayatına başlayan ve tamamen Zaman Gazetesi’nin eski yazarlarını bir araya getiren ve  “Yeni Hayat”  Gazetesi’ne değinmemiş olması ne manaya geliyor?

-Yazıda, Mustafa Karaalioğlu, Etyen Mahçupyan, Hakan Albayrak, Yıldıray Oğur, Ceren Kenar gibi gazeteci ve yazarları Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı olduklarının gösterilmeye çalışılması, yazının kripto paralelci birinin kaleminden çıktığını ele veriyor. Çünkü; yukarıda isimleri geçen gazeteci ve yazarlar, 17 ve 25 Aralık operasyonları sonrasında paralel karşıtı yazılar yazan gazeteci ve yazarların başında gelmektedirler.

-Yazıda İbrahim Karagül’e yönelik iddialar dile getirilirken, Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Salih Tuna, İsmail Kılıçarslan, Leyla İpekçi ve İbrahim Tenekeci gibi isimlerin istisna tutulması   düşündürücüdür. İsmi geçen yazarların geçmişte yazdıkları yazılar göz önünde bulundurulduğunda, "Selam  Olsun" başlıklı yazıyı kaleme alanların “kripto paralelci” olabileceği ihtimalini doğurmuyor mu?

-İslami hassasiyetleriyle öne çıkan ve hükümet içerisinde yer alan bazı siyasileri (Numan Kurtulmuş, Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal…) Erdoğan karşıtı gösterme gayreti “parçala-böl” taktiğinin bir tezahürüdür. İsmi geçen siyasilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı olmadıkları kamuoyunca bilinmektedir.

-17 ve 25 Aralık operasyonları öncesinde, “paralel yapılanma”nın, (komitacıların) Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile ilişkili Bilgi teknolojileri ve İletişim Kurumu’na bağlı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)’i kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda işlevsizleştirdikleri unutulmamalıdır.

Gizlilik ihanetin en temel özelliklerindendir. Bu yazıyı kaleme alan kişi ya da kişiler neden kimliklerini gizleme ihtiyacı duymaktadırlar. Yazı müellifleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok seviyor ve hâlâ kendisini gizliyorsa, demek ki kendileri de gizli hesapların peşinde koşan cenaha hizmet etmektedirler.

İç ve dış politikada çözüm bekleyen sorunlarımız varken, Türkiye'nin enerjisini kısır siyasi çekişmelere kurban etmek isteyen odaklara fırsat vermeyelim, bu odakları sevindirmeyelim.

"Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin!" (Hadisi Şerif)