Sevdik, güldük,
üzüldük, ağladık…
Ve tek suçlu
gönül dedik.
Tebessüm ederken
bile
“Biz değil,
suçlu gönül” dedik.
Ne kadar kolaydı
suçlamak, değil mi?
Ne görürse o
sızardı hâlbuki.
Uçan kuştan esen
yele,
Gül dalında öten
bülbüle,
Radyoda çalan
türküye bile gönül dedik.
Yolların
çıkmazına, gözlerin damlasına,
Buluttan düşen
yağmura,
Gülün her rengine
Sevgili’yi kondurup,
Bir de bahane
ekledik, gönül dedik...
Dağa, dereye;
ovaya, yaylaya…
Kundaktaki
bebeğe de gönül dedik.
Ferhat ile Şirin’e,
Aslı ile Kerem’e,
Yetmiyormuş gibi,
Sevgili’ye
düşene de gönül dedik.
Ne suçluymuş bu
gönül?
Ne görür, ne
duyar,
Ne konuşur, ne
de koşar.
Her şeyden
habersizdir oysa.
Adına tükenmeyen
şarkılar,
Dinmeyen acılar
yetmezmiş gibi
Anlayamayana “taş
kalpli yar” dediler.
Oysa biz, ona da
gönül dedik Efendim!..
O mu istedi bunca
hüznü,
Bunca hezeyanı?
“Yar”
denildiğinde sızlayana,
Bir o kadar
yanana da gönül dedik.
Kime, neye ne
söyleyelim?
Atsan alan olmaz,
Suçlu gönül
desek, kimse inanmaz.
Düşündük,
düşündük, düşündük…
“Bu nasıl bir
iştir gönül?” dedik.
Sonra bir kez
daha düşündük.
Bu kez de “tek suçlu
gönül mü?
Yoksa gönlü
yeşerten
Sen mi?” dedik
Efendim?...
Memdoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder