27 Ağustos 2015 Perşembe

MHP’nin Siyasi Manevraları!...

7 Haziran’dan sonra çıkan siyasi tablodan bir koalisyon hükümeti çıkar mıydı? Bence evet. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte, AK Parti’nin yapılacak erken seçimde kendisini, yeniden ve tek başına iktidara gelebileceğine inandır(ıl)mış olmasıdır.

Siyasi literatürümüze  “istikşafi görüşmeler” tabirini dâhil eden AK Parti’nin CHP ile gerçekleştirdiği görüşmeler, kamuoyunda hükümetin kurulabileceği yönünde beklentilerin oluşmasına neden oldu. Bir ay boyunca bol çay içmeyle geçen karşılıklı görüşme trafiği.

Sonuç? 1 Kasım’da yine sandık başına.

1999 genel seçiminde TBMM, bugünkünden çok daha farklı ve renkli bir tablo ile karşı karşıya kalmıştı. DSP 136, MHP 129, FP 111, ANAP 86, DYP 85 ve bağımsızlar da 3 sandalye kazanmışlardı. Hükümet kurma görevi dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından seçimden 1. parti olarak çıkan DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e verilmişti.  MHP yöneticilerinin dahi beklemediği bu seçim başarısı Bahçeli’yi koalisyon alternatiflerinin kilidi konumuna getirmişti.

Kamuoyundaki beklentilerin aksine, Demirel’in de devreye girmesiyle, medya, sermaye ve  -açık açık ifade edilmemiş olsa da- askerin beklentisi DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinden yanaydı.  Bahçeli’nin “FP ile DYP’nin bu dönem dinlenmeleri lazım” çıkışı, düşünülen koalisyon hükümetinin kısa bir zamanda oluşturulabileceği yönündeydi.

DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit’in tarihe “Rahşan Hanım krizi”  olarak geçen ve MHP’ye ithafen söylediği “Eli kanlı katillerle hükümet kurulmasını içimize sindiremeyiz” çıkışıyla, her şey altüst olmuştu. Bahçeli’nin, Rahşan Hanım’ın “özür dilesin” şartına Rahşan Ecevit’in, ”MHP’yi kastetmedim”  yanıtı ve askerin de devreye girmesiyle kriz aşılmış, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti kurulmuştu.

1999 genel seçim sonucunda DSP’ye kucak açan Sayın Bahçeli, 7 Haziran seçimi gecesi, partisinin içerisinde yer almadığı muhtemel koalisyon seçeneklerini sıralamış, “Böyle bir koalisyon içerisinde MHP şerefi ve haysiyetiyle, ilkeli ve dürüst davranışıyla çok güzel ve mecliste denetimi görev alan bir ana muhalefet görevini almaya hazırdır. Bunların hiçbirisinden sonuç alınamıyorsa, en erken seçim ne zaman olacaksa o zaman da seçim olur”  sözleriyle muhtemel bir AK Parti-MHP koalisyon seçeneğini ortadan kaldırmış oldu.

Başbakan Davutoğlu’nun kendisiyle gerçekleştirdiği koalisyon görüşmelerinde de çok sert bir tutum sergileyen Bahçeli, dört şartlı kırmızı çizgileri ile tüm koalisyon çabalarını boşa çıkardı.

Bahçeli, “AKP’nin en uygun koalisyon partneri hiç kuşkusuz HDP’dir. Bu iki partinin toplam milletvekili sayısı 338 olup süreçle ilgili hedef ve politikaları hayata geçirmek yeterlidir” sözüyle bu ortamda ironi yapmayı da ihmal etmedi.

Başbakan Davutoğlu’nun hükümet kurma görevini iade etme ihtimali belirdiğinde Sayın Bahçeli, “MHP oluşacak seçim hükümetine katılmayarak herhangi bir üye vermeyecektir. Türkiye seçimlerin tekrarlanmasıyla karşı karşıya kalmıştır. 45 günlük sürede hükümet kurulamadığı takdirde, Cumhurbaşkanı’nın sorumluğu aktif hale gelecektir” sözleriyle dikkat çekti.

Bahçeli, yapmış olduğu siyasi manevralarla AK Parti’de gedik açmaya hazırlanırken, seçim hükümeti için kendisine gelen bakanlık teklifine “evet” diyen Tuğrul Türkeş, Bahçeli’nin MHP’sinde büyük bir gedik açmıştır. Tuğrul Türkeş, vermiş olduğu cesur karar ile Bahçeli’nin muhtemel “AK Parti HDP ile hükümet kurdu” argümanını boşa çıkarmıştır.

Sayın Bahçeli!

Sadece muhalefet olsun diye, halktan yüzde 52 oy almış ve Türkiye’nin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanına, “Erdoğan haysiyetli değildir. Ailesi ve şahsından başka kimseyi düşünmemektedir” diyerek hakaret etmeniz, MHP terbiyesi ve ilkelerine aykırı değil midir? Yine Başbakan Davutoğlu’nu tahkir etmeniz, ne size ne de MHP’ye bir şey kazandırmaz, aksine kaybettirir.

Peki, 1 Kasım’da mevcut siyasi tabloda bir farklılık olur mu? Mümkündür, çünkü burası Türkiye! 

23 Ağustos 2015 Pazar

KCK’nın “Demokratik Özerklik” Aldatmacası-II...

PKK-KCK, Öcalan’ın; “Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik özerklik bedendir. Demokratik özerklik, demokratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüşhalidir, onun somutlaşmış bedenleşmiş halidir”sözü üzerinden,  son yüzyılda dünyada yaşanan sorunların temel nedeni olarak ulus-devlet egemenliğini gösterir. Örgüte göre bunu aşmanın tek yolu “demoktarik ulus-demokratik özerklik” sisteminin inşasıdır.

Demokratik Özerkliğin Kültürel Boyutu: Abdullah Öcalan, “Demokratik Özerkliğin” en temel unsuru olarak kültürel boyutu işaret etmektedir. Öcalan, özerkliğin kültürel boyutun önemini;“Bu kültürel boyut daha çok dil, anadilde eğitim, tarih ve sanatı kapsar... Kürtçenin Türkçe ile ilişkisi nasılolmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun dil politikası nasıl olmadır bunlartartışılmalıdır. Bir eğitim politikası oluşturulmalıdır.”diyerek açıklıyor.

PKK-KCK, “Son bir iki yılda Türk devleti TV, radyo ve yazılı metinler ile Kürtçeyi kullanmaya başladığı halde bizzatKürtlerin kendileri bu hakları resmiyette kullanamıyorlar. Radyo ve TV yayını Kürtlere tümüyle yasaktır.Kürtçe üzerinde resmi ve fiili bir yasak vardır. Bu yasaklar Q,W,X harflerinde “sapık” bir zihniyet ilekendisini dışa vurmaktadır” iddiasıyla hem kendi tabanını, hem de uluslararası kamuoyunu yanıltıyor.

PKK, bu ve benzeri iddialarla manipülasyon amaçlı haberler yapmaya devam etmektedir. Kürtçe radyo ve TV yayınları serbesttir. Devlet eliyle yayın yapan TRT-KURDÎ’nin yanısıra, Türkiye’de Kürtçe yayın yapan sayısız özel TV ve radyo kanalları mevcuttur. İddia edildiğinin aksine Kürtçe üzerinde hiçbir yasak bulunmamaktadır. Seçmeli ders olarak okutulmasının yanında, birçok üniversitedekiKürdoloji bölümleri, akademik çalışmalarına devam etmektedir.  Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, 2000-2012 yıllarını kapsayan demokratikleşme çalışmalarını Kürtçe “ŞOREŞA BÊ DENG” (Sessiz Devrim)  adıyla kitaplaştırmıştır. Bu çalışmanın Kürtçe olarak basılması (ki bugüne kadar devletin hiçbir kurumunda böyle bir çalışma yapılmamıştı) başlı başına bir devrimdir. İlk kez bir kaynak, devlet tarafından Kürtçe basılırken, PKK-KCK’nın “sapık” zihniyet olarak değerlendirdiği X, Q ve W harfleri de resmi literatürde kullanılmaya başlanmıştır.

PKK-KCK, Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesi için okulları boykot eylemleri ile Türkçe eğitim sistemini sekteye uğratmayı meşru bir hak olarak göstermiştir. Hatırlanacağı üzere “Çözüm Süreci”nin devam ettiği dönemlerde,  PKK, bu ve benzeri eylemleri ile sık sık gündeme gelmişti. Kültürel boyut içerisindeki en insaflı bölüm, “Kürtlerin, Kürtçe yanında Türkçeyi eğitim de dâhil yaşamın diğer alanlarında ihtiyaç duydukları kadarkullanmalarında bir sakınca yoktur. Bu, Kürtlere sosyal ve kültürel zenginlik getirecektir” ifadesi olmuş olsa da devamındaki, “Kürdistan'dagünlük diyalog ve hizmetlerin tümüyle Kürtçe olması, işin doğası gereğidir. Demokratik özerklik gereği,yaşamın Kürdistan'da Kürtler için tümüyle Kürtçe olması bir zorunluluktur” cümlesi, PKK-KCK’nın samimiyetsizliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Öcalan,“Demokratik Özerkliğin” Öz Savunma Boyutunu: “Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz... Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması sağlanır. Toplum burada kendi özsavunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlıyapıyı değil halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini,kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum... Bugüvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.” diyerek açıklıyor.

01 Ocak 1994 tarihinde Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) öncülüğündeki yöre halkı, Meksika’nın Guatemala sınırındaki kentlerin dördünü, kendi yaşam tarzlarına uygun özerk birimler oluşturmak amacıyla işgal eder. İşte, PKK-KCK’nın“öz savunma” boyutunun esin kaynağı da Meksika’ya karşı silahlı faaliyetlerine devam eden (EZLN) ile FKÖ benzeri bir öz savunma ve halk hareketidir.

“Öz savunma salt PKK-KCK tarzı bir silahlı yapıyı öngörmez. Ama ulusal savunmaörneğinde de gördüğümüz gibi böylesi bir yapılanmayı da dıştalamaz.Diğer bir konu öz savunma salt silahlı yapılanma olarak ele alınamaz... Elbette sadece Kuzey değil, dört parça ve diğer bölge güçleri ve uluslararası güçler ve onların askerisaldırıları düşünüldüğünde,  etkin bir gerilla gücü en önemli öz savunma unsuru olarak varlığını koruyacaktır” anlayışı, Öcalan’da görmeye alışık olduğumuz çelişkiler yumağının -tabiatıyla- PKK-KCK’yı da sarmaladığının ispatıdır.

PKK-KCK, uygulamaya koymak isteği Demokratik Özerkliğin Diplomasi Boyutunun, klasik devlet veya ülkelerarası diplomasi tarzında olmayacağını iddia ediyor. Bunun aksine diplomasinin, direkt halklar arasında ortak yaşam, dayanışma ve çalışma şartlarının oluşturulması gerektiğini belirtiyor ve  bunu da  “halk diplomasisi” veya “halklar diplomasisi” olarak isimlendiriyor..

Diplomasi ve stratejiyi bir arada yürütmeyi hedefleyen KCK, “Demokratik özerkliğin stratejik yönelimi devlet olmayan, devletle uzlaşmaları olsa da devlet olmayı hedeflemeyen toplulukların yönetimidir. Yani politik-ahlaki toplumun, toplum kesimlerinin doğrudan kendi kendilerini yönetmesidir. Öyleyse tüm diplomatik ilişkilerinde de devlet olmayı değil, halkların, toplulukların öz örgütlerinin yaratılmasını ve bunların birbirleriyle doğrudan demokrasi, farklılıkları içinde eşitlik temelinde ilişkilenmelerini, özgür iradeleriyle ortak organizasyonlara katılarak kendilerini yönetmelerini esas alır” ifadesiyle dile getiriyor.

PKK-KCK’nın diplomasi konusunda başarılı olduğunu kabul etmek durumundayız. PKK’nın silahlı eylemlerinin başladığı ilk günden günümüze gelinceye kadar Avrupa ülkeleri, İran, Rusya ve İsrail’den aldığı desteğe bakıldığında, bu başarının bu ülkelerin salt Türkiye düşmanlığından kaynaklanmadığı, terör örgütünün (kendi kontrollerindeki medya desteğini de hesaba katarsak) lobi ve diplomasi konusundaki başarısının sonucu olduğu aşikârdır.

Batı’daki Kürt diasporası (özellikle de ABD ve AB) Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üzerinden Avrupa Parlamentosu’nda etkili lobi ve diplomatik faaliyetler yürütmektedir. KNK üyelerine içerisinde sadece Türkiye’den değil; PKK’nın İran yapılanması PJAK’tan, Irak yapılanması PÇDK’den ve Suriye yapılanması PYD’den de isimler yer almaktadır. KNK’nın Belçika, Fransa, Almanya, İngiltere ve Rusya başta olmak üzere, Avrupa’nın birçok ülkesinde temsilcileri bulunmaktadır.

Son dönemlerde, İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin, PKK kamplarındaki militanları, masum ve sempatik  “özgürlük savaşçıları” şeklinde göstermeye çalışması, ulusal medyadaki kimi yazılı ve görsel yayın kuruluşlarının iktidar partisi ile hesaplaşma adına, PKK’yı aklamaya çalışan yayınları da bu kategoride değerlendirilebilir.

Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan, ABD ve Batı’nın bölgedeki stratejik ortağı gibi hareket eden ve Suriye’de “defacto” bölgeler oluşturan, uluslararası kamuoyunun sempatiyle baktığı bir PKK-KCK gerçeği de gözardı etmeyelim.

Yine, Batı’nın emperyalist çıkarları gereği, Orta Doğu’yu bir kez daha şekillendiriyor olması,  elbette ki Türkiye’yi doğrudan ilgilendirir/ilgilendirecektir de.  Çizilmesi muhtemel yeni sınırlar, dış politikadaki tercihlerimizle birlikte, büyük emekler verilerek, kendi iç dinamiklerimizle çözmeye çalıştığımız “Kürt Sorunu”nu farklı bir mecraya taşıyabilir.

Türkiye’nin bu saatten sonra, bölge ve konjonktürel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak, “Kürt Sorunu”nun çözümü noktasında yeni bir yol haritası belirlemesi gerekmektedir.

Özetle: PKK-KCK’nın -sözüm ona- Kürtlere vaat ettiği “özerklik ve özyönetim”  yapılanmalarının hepsi birer aldatmacadan ibarettir. Günümüz itibariye PKK, fabrika ayarlarına geri dönmüştür. Yani gerçekte hedeflenen şey, kuruluş bildirgesinde belirlenen “PKK, çöken emperyalizm ve yükselen proletarya devrimleri çağında, Kürdistan halkını emperyalist ve sömürgeci sistemden kurtarmak, bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’da demokratik bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai olarak sınıfsız toplumu gerçekleştirmek amacındadır” hedeflerdir.

Kısacası PKK-KCK, bölgede yaşayan ve kendisi gibi düşünmeyen tüm kesimleri bölge dışına göçe zorlayarak, (PYD’nin Suriye’de kontolü altında bulundurduğu kanton bölgelerdeki uygulamaları buna örnektir) Arap baasçılığı benzeri, seküler düşünce yapısının egemen olduğu yeni bir toplum modeli oluşturmaya çalışmaktadır.


19 Ağustos 2015 Çarşamba

KCK’nın “Demokratik Özerklik” Aldatmacası-I...

PKK/KONGRA-GEL tarafından kabul edilen KCK Sözleşmesinin 7. Maddesi: “Kürdistan Demokratik Konfederalizminde asıl karar yetkisi köy, mahalle ve şehir meclis ve delegelerinindir… Kürdistan Demokratik Konfederalizmi bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan de­mok­ratik sistemidir. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkın tüm kesimlerinin kendi demok­ratik örgütlenmesini yarattığı politikayı doğrudan ve özgür-eşit konfederasyon yurttaşlığı temelinde, yerelde kendi özgür yurttaşlık meclislerinde yaptığı bir sistemdir… Demokratik Konfederalizm, dört parçaya bölünmüş ve dünyanın her tarafına yayılmış olan Kürt halkının demokratik birliğinin ifadesidir”  şeklindedir.

Öcalan’ın yakalanmasından sonra PKK’da hızlı bir değişim ve dönüşüm gerçekleşmişti. Bu dönüşüm, avukatları aracılığıyla örgüte ulaştırılan Öcalan’ın Avukat Görüşme Notları’nda sıklıkla değindiği “Demokratik Cumhuriyet” fikriydi.   “Demokratik Cumhuriyet” fikri sırasıyla; “Demokratik Uygarlık”, “Demokratik Ekolojik Toplum” gibi ifadelerle açıklanmaya çalışılmıştır. KCK sözleşmesinin 11. Maddesi gereğince (KCK’nın kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur) Öcalan’a atfedilen “yücelik” sebebiyle de bu kavramlar yeterince tartışılmadı.

“Demokratik Özerkliği şöyle izah edebiliriz; Demokratik ulus bir ruh ise, demokratik özerklik de bedendir. Demokratik özerklik demokratik ulus inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir, onun somutlaşmış bedenleşmiş halidir” diyerek tarif eden Öcalan,  18 Ağustos 2010 tarihli avukat görüşme notunda “Demokratik Özerkliğin” (Siyasi Boyut, Hukuki Boyut, Ekonomik Boyut, Kültürel Boyut, Öz Savunma Boyutu, Diplomasi Boyutu)  altı boyutlu olduğunu belirtmiştir.

Merkezi Kandil’de olan ve PKK’nın kontrolü altındaki yazılı ve görsel meydanın tamamını sevk ve idare eden “Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi”, Öcalan’ın belirlediği bu altı boyutun içeriğine ilişkin hazırladığı metinleri ayrıntılı bir şekilde inceleme imkânı bulduk.  

Demokratik Özerkliğin Siyasi Boyutu: Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi demokratik özerkliği, “Kürt halkının kendi demokrasisini kurma ve kendi toplumsal sistemini organize etme hareketi” olarak tanımlamakta.  Devamında ise “Toplumun siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, inanç ve mezhepsel, etnik, cinsiyet özgürlüğüne dayalı, ekolojik, komünal alandaki örgütlenmelerinin birliği ve örgütlenmiş toplumun kendi kendini yönetme organizasyonudur” diyerek ifade etmektedir.

Kendilerine sorgusuz-sualsiz biat etmiş, PKK’yı ve Öcalan’ı ilahlaştırmış bölge insanının örgütlenmesine ilişkin olarak da “Bu noktada özerkliğin demokratik siyaset temelinde işlerlik kazanması olmazsa olmaz kabilinden ele alınırken, kendini klasik devletçi siyaset gerçeğinden belirgin çizgilerle ayırması zorunludur. Onun için de yurttaş meclisleri, kent meclisleri, mahalle, bölge, sokak meclisleri, komünler, kadın ve gençlik örgütlenmeleri, meslek kuruluşları, dini, etnik örgütlenmeler üzerinden geniş bir tartışma ve kararlaşma süreci ortaya çıkarmak şarttır. Meclisler meclisi olarak ortaya çıkacak özerk bölge meclisi böylece demokratik bir içeriğe kavuşabilir ve halkın demokratik iradesini temsil edebilir” diyerek çoluk-çocuk, kadın ve yaşlıları “özyönetim” aldatmacası adı altında, canlı kalkan olarak kullanmaktan geri kalmamaktadırlar.

Bugün Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki birçok il ve ilçenin cadde ve sokaklarında iş makineleriyle kazılan hendekler, mahallelerden başlanılarak, yerleşim birimlerindeki devlet otoritesini boşa çıkarma girişimleri, bu tanımlamanın kapsamında değerlendirilebilir.

Demokratik Özerkliğin Hukuki Boyutu, sözüm ona “özyönetimlerini” ilan eden PKK yandaşlarının devlet ile olan ilişkilerinin şekil ve çerçevesine yöneliktir. Bu da şu şekilde izah ediliyor: “Özerklik derken, özü itibarıyla sorduğumuz soru şudur; devlet ve demokrasi güçleri arasında nasıl bir hukuksal ilişki? Toplumun kendini sadece devletle olan ilişkileri düzenleyen hukuki kurallarla sınırlamadan, devlet dışı olan ve özünde ahlaka dayanan öz örgütlenmelerini geliştirmeleri; özgürlük için, eşitlik için ve gerçek kurtuluş için olmazsa olmazdır. Toplum yaşamına dikkatle bakıldığında, tüm toplumlarda işlerin, toplumsal yaşamın hukukla değil daha çok da ahlakla yürütüldüğü, örgütlendirildiği görülür. Ahlak, toplum yaşamı için bir harç görevindedir. Toplum olmayı sağlayan asıl olgu hukuk değil, ahlaktır.”

Esin kaynağı “Bilimsel Sosyalizm” olan ahlak yoksunu silahlı bir örgütün, ahlak kurallarını hukukun üstünde görmeye çalışması ancak ve ancak “Bilimsel Feodalizm” olarak adlandırılabilir.

Demokratik Özerkliğin Ekonomik Boyutu: Örgüt, emeğin özgürleşmesinin sosyalizm ile mümkün olabileceğini, bunun için de kapitalist sistemde metaya dönüştürülen emeğin sosyalizm ile karşılığını alabileceğini iddia etmektedir.

PKK-KCK’ya göre, “Özel mülkiyetin kanunlarla dokunulmaz kılınması, onun kutsallığını ifade etmez. Her ne kadar Kutsal Kitap ‘çalmayacaksınız’ diye emretse de, bu emir, emeksiz sahiplenmenin tümünü ifade etmez. ‘Çalmayacaksınız’dan kasıt, mülkiyeti dokunulmaz kılmaktan başka bir şey değildir. Dokunulmaması gereken şey, eğer tanrı emri olarak dile gelmişse, en kirli şey kirinden arınmış, en lanetli şey kutsal kılınmış olur. İster kutsal kitaplardaki bu yaklaşımla olsun, ister Hamurabi kanunlarındaki hukuksal yaptırımlarla olsun, koruma altına alınan aslında ‘tüm kötülüklerin kaynağı’ olan mülkiyetin özel niteliğidir. Özel mülkiyet kutsal değil, hırsızlıktır.” Bu tanımlama şu manaya geliyor. Öcalan’ın (KCK’nın) “Demokratik Özerkliği”nde özel mülkiyetin yeri yoktur.

Devamında ise “Demokratik Özerkliğin özel mülkiyete ilişkin yaklaşımı; özel mülkiyetin varlığını kabul etmek ama onu teşvik edici- özendirici uygulamalardan kaçınmak kadar tekelleşmeyi içeren özel mülkiyeti kabul etmemek, buna karşı durmak esas olmaktadır. Özel mülkiyeti tamamen reddetmek fazla gerçekçi değildir.” tanımlamasıyla da PKK tarafından birçok konuda yapıldığı gibi, birbiriyle yüzde yüz çelişen ifadeler kullanılarak, zihinler bulandırılmaya devam edilmektedir. 

“Grup ya da topluluk mülkiyeti veya ekonomisinden kastımız; tekelleşmeyi hedeflemeyen, azami kârı esas almayan, kontrolü kendi elinde olan, üretimle bağ içinde olan, kendine yeterliliği esas alan toplumsal ihtiyaçlar üzerinden gerçekleştiği için kullanım değerini esas alan bir ekonomi ya da mülkiyettir.” ifadesi ile aslında PKK’nın da kapitalizmi tümden inkâr etmediği bir ekonomik modeli hedeflediği ortaya çıkmaktadır.

 PKK-KCK’nın demokratik özerkliğin ekonomik boyutunun anlatıldığı metnin en can alıcı cümlesi ise “Elektrik enerjisinin elde edilmesi, yine sulu tarımın yapılabilmesi için baraj yapılması kaçınılmazdır” ifadesidir. PKK, bu noktadaki samimiyetsizliğini bir kez ortaya çıkmaktadır.

Eylemleri nedeniyle bölgede devam eden baraj inşaatlarını durdurma noktasına getiren, şantiyelerdeki araç ve iş makinelerini yakan PKK’nın kendisi değil midir.

KCK’nın “Demokratik Özerklik” aldatmacasının diğer boyutlarını (Kültürel, Öz Savunma ve Diplomasi) yazının ikinci bölümünde ele alacağız. 

12 Ağustos 2015 Çarşamba

“Özerklik” Hedefleyen PKK Eylemleri!...

7 Haziran seçimi öncesinde askıya alınan “Çözüm Süreci”,  KCK’nın 11 Temmuz’da “çatışmasızlığın sona erdiğini” açıklamasıyla son buldu. PKK’nın 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da evlerinde uyurlarken şehit ettiği iki polis memurunun ardından yeniden başlayan çatışmalar sonrasında şehit sayısı 30’u, yaralı sayısı ise 100’ü aşmış durumda.

PKK’nın son eylemlerine bakıldığında:

- Kırsal alanlardaki askeri hedeflerden ziyade, şehir merkezlerinde polis noktaları hedef alınmaktadır. PKK, “Çözüm Süreci”nin devam ettiği dönemde, cephe faaliyetleri olarak adlandırılan şehir faaliyetlerine ağırlık vermişti.

 - Bölgedeki enerji kaynakları ve iletişim hatlarına yönelik sabotaj eylemleriyle kamu idaresini zayıflatmaya çalışmak. Bölge il ve ilçelerinde kazdıkları hendekler, imha ettikleri köprüler devleti zayıf göstermeye yönelik eylemlerdir.

- Kendi kontrolündeki medya üzerinden “Devlet topyekûn Kürtlere savaş açtı” propagandasını yaymaya çalışarak, Kürtleri devletten uzaklaştırmaktır. Oysaki devletin namuslu ve masum Kürtlerle hiçbir meselesi olmamıştır. Devletin meselesi, kendisine silah doğrultan PKK çetesiyledir.

- PKK, saldırılarıyla ilk anda çatışmaları derinleştirmeyi ve halkı sokağa çıkartmayı (PKK jargonunda demokratik serhildan olarak adlandırılıyor)  hedefliyor. HDP’nin “PKK çatışmasızlık konumuna dönmeli” açıklamasından sonra, KCK Yürütme Konseyi tarafından yapılan açıklamada: ''2013 Nevrozundan bu yana tutuklanan tüm siyasi tutuklular serbest bırakılarak tahkim edilmiş ateşkes yapılmalıdır. Bu müzakereyi gözetleyecek üçüncü bir gözle tahkim edilmiş çatışmasızlığı izleyecek, çatışmasızlık kurallarına uymayan eylem ve tutumları ortaya çıkaracak bir izleme komitesine de ihtiyaç vardır. Böyle bir çatışmasızlık yolu ve yöntemi müzakere yolu ve çözüm süreci ortaya konulmazsa çatışmasızlık ve barış istemleri bir sonuç alamaz. Halklarımızı beklenti ve oyalama içinde tutan büyük hayal kırıklıkları öfke patlamaları ortaya çıkararak daha büyük çatışmaların yolunu döşeyecektir'' ifadesi, PKK’nın “Devrimci halk savaşı” ilanının davetiyesi niteliğindedir. 23 yıl önce (1992 Nevrozu) Şırnak, Cizre, Nusaybin ve Kızıltepe’de yaşanan ve PKK’nın büyük bir “serhildan” olarak adlandırdığı olaylar için Öcalan (yakalandıktan sonra); “İsyan yanlıştı, Kürtler açısından silahlı mücadeleyi gerektiren bir durum kalmamıştı" diyerek dile getirmişti. İleriki yıllarda, başta Cemil Bayık olmak üzere, KCK üyelerinin büyük bir çoğunluğunun da “Çözüm Sürecini” sonlandıran eylemlerinin yanlışlığını itiraf edeceklerini umuyorum.

- Nihai hedefleri için ise uluslararası kamuoyuna son olayların bir halk hareketi olduğu algısı oluşturarak, uluslararası hukuku devreye sokabilmek,  ilk etapta oluşturulacak kanton bölgeler üzerinden,  demokratik özerkliklerini ilan etmektir. Geçtiğimiz hafta içerisinde, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Şırnak İl Başkanı Salih Gülenç’in: "Kentte bulunan devletin tüm kurumları bizim için meşrutiyetini kaybetmiştir. Bu şekliyle devletin hiçbir atanmışı bizi yönetemeyecektir. Bundan sonra halk olarak öz yönetimimizi esas alarak, demokratik temelde yaşamımızı inşa edeceğiz. Bundan sonrada gelişecek tüm saldırılar karşısında demokratik öz savunmamızı gerçekleştireceğiz. Bundan sonra kentimizde kendimizi de bizler yöneteceğiz. Başkalarına yönettirmeyeceğiz" açıklaması, PKK’nın bu manadaki hedefini ifşa etmektedir.

- PKK, Suriye’deki yapılanması PYD üzerinden IŞİD’e karşı verdiği mücadele ile uluslararası aktörler tarafından meşru görünmeye çalışmaktadır. Hatırlanacağı üzere ABD yapmış olduğu açıklamayla PYD’nin terör örgütü listesinde yer almadığını açıklamıştı.  Hâlbuki Rojava’dan gelen -teyide muhtaç- bilgilere göre PYD,  kontrolü altında bulundurduğu bölgelerde, kendisi gibi düşünmeyen Suriyeli Kürtler üzerinde IŞİD terörünü aratmayan büyük bir zulüm uygulamaktadır. PYD asayiş timleri olarak adlandırılan grupların, mesnetsizce keyfi gözaltılar yaptığı, gözaltına aldığı şahıslara ağır işkenceler uyguladıkları, kimilerini hukuksuzca yargıladıktan sonra hücre tipi cezaevlerine attıkları, kimilerini de Suriye dışına (Türkiye ve Irak’taki kamplara) çıkarmaya zorladıkları iddia edilmektedir.

Sözün özü: Bölge değişti, Türkiye değişti, devlet değişti, Türkiye'nin Kürtlere bakışı değişti, devletin Kürtlere ve bölgeye bakışı değişti ama kan ve gözyaşı üzerinden nemalanan PKK değişmedi/değişemedi.

Peki, bu durumun kaybedeni kim/kimler? Tüm Türkiye, yani biz, yani hepimiz. Kazananı kim/kimler? İç barışımızı ve huzurumuzu istemeyen ve bölgeyi yeniden dizayn etmeye çalışan küresel güçler, yani silah tüccarları, yani emperyalizm…

Kaldı ki barış, Türkiye’ye karşı elinde silahı bir güç ve tehdit unsuru olarak bulundurmakla, asker ve polis şehit etmekle gelmez. Barışı istiyorsanız eğer, öncelikli olarak Türkiye’ye karşı silahlı faaliyetlerinize son verdiğinizi açıklayacak ve silahlı unsurlarınızı yurt dışına çıkartacaksınız ki Türkiye kamuoyu barış taleplerinizi samimi bulabilsin.

8 Ağustos 2015 Cumartesi

PKK’nın Medya Gücü!...


PKK, ilk basın yayın faaliyetine 1976 yılında daktilo ile yazdırdığı ve teksir ettirerek çoğalttığı “Kürdistan Devrimcileri ve Ulusal Kurtuluş Ordusu” bildirileri ile başlamıştır. PKK’nın 1978’de kuruluşunu ilan etmesinin ardından, Öcalan’ın yazılarından oluşan “Serxwebûn” (Bağımsızlık)  dergisi, teksir edilerek dağıtılmış ve bu manada PKK’nın ilk basılı yayın organı olmuştur. Dergi 1982 yılından sonra aylık olarak Almanya’da basılmaya başlanmıştır.

Serxwebûn dergisi, PKK’nın parti-merkez yayın organı olarak, örgüt mensupları ve yandaşları için hem teorik hem de siyasi seviyelerinin yükseltilmesinin yanında, PKK propagandasını yapmak, örgüt tabanını genişletebilmek düşüncesi ve amacıyla yayınlanmaya başlanmıştır. Dergi bu amacını: "Serxwebun, Partinin temel yayını olarak partisel gelişmeyi, parti iç sorunlarının çözüm platformu, siyasal gelişmeleri çözümlemenin projektörü olarak kadrolarımızın temel düşünsel besin kaynağını oluşturmaktadır " diyerek tanımlamaktadır.

“Berxwedan” (Direniş), 1985-1995 yılları arasında PKK’nın cephe faaliyetleri yayın organı olarak ikinci düzenli yayını olmuştur. 1995’e kadar sadece yazılı medyayı kullanan PKK’nın bu tarihten itibaren yayın faaliyetlerinde hızlı bir yükseliş başlamıştır.

1985-1995 yılları arasında, cephe faaliyetleri yayın organı olan  “Berxwedan” (Direniş), örgütün ikinci düzenli yayın organı olmuştur. PKK, 1995’e kadar sadece yazılı medyayı kullanmıştır.  

PKK ilk görsel medya faaliyetini 1995 yılının Ocak ayında Irak’ın Haftanin bölgesinde gerçekleştirdiği V. Kongre sonrasında 30 Mart 1995 tarihinde İngiltere’nin verdiği yayın lisansı ile MED TV üzerinden gerçekleştirmiştir. (Detaylı bilgi için: http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/08/pkknn-televizyon-yaynclg-ve-trt.html

 Yurt içi ve yurt dışında çok sayıda radyo üzerinden kısa süreli yayınlar yapan PKK’nın en önemli radyosu, 25 Ocak 2001 tarihinde Belçika’da kurulan ve Brüksel üzerinden yayınlarını sürdüren Denge Mezopotamya (Mezopotamya’nın Sesi) radyosudur.

Örgütün en önemli haber ajansları Dicle Haber Ajansı (DİHA) ve Fırat Haber Ajansı (ANF)’dir. PKK’nın faaliyetleri doğrultusunda yurt içinde faaliyet yürüten DİHA, 4 Nisan 2002 tarihinde kurulmuştur. Örgüt paralelinde ve yurt dışında faaliyet gösteren ANF ise 25 Ekim 2005 tarihinde Hollanda’da kurulmuştur.

PKK’nın legal alanda Türkiye’deki ilk yazılı yayını, 1988 yılında yayınlanan “Toplumsal Diriliş” dergisidir. Yurt içinde basımı gerçekleştirilen Özgür Gündem (Türkçe) ve Azadiya Welat (Kürtçe) gazeteleri ile Avrupa’da basımı yapılan Yeni Özgür Politika gazetesi, PKK’nın önemli yazılı medya ve iletişim araçlarındandır.

İnternet medyacılığı konusunda ciddi bir yayın ağı olan PKK; Türkçe, Kürtçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca başta olmak üzere birçok dilde yayın yapabilmektedir. PKK’nın, kadın (KJB), silahlı faaliyetler (HPG-BİM), gençlik (YDG-H), cephe (YDK) gibi yan ve alt yapılanmalarının da çok sayıda web sitesi oluşturdukları bilinmektedir. Terör örgütü, internet yayıncılığını da ajitasyon, örgütlenme ve propaganda aracı olarak kullanmaktadır.

Öcalan’ın talimatıyla 2004 yılında Kandil’de kurulan ve PKK’nın ifadesiyle “tarihsel-toplum, demokratik-siyaset, hakikat ve ekonomi-ekoloji” birimlerinden müteşekkil “Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi”, PKK terör örgütü mensupları tarafından kaleme alınan tarihi, sosyoloji, felsefi, kadın, teoloji, siyaset, ekonomi, ekoloji, dil, kültür ve edebiyat alanlarındaki çalışmaların basım ve dağıtımını üstlenmektedir. Akademinin en önemli amacı; Öcalan’ın İmralı’da yazdığı savunmalarının esas alındığı PKK-Rönesans ve reformunu gerçekleştirmektir. Akademi bünyesinde ideolojik ve güncel konuların tartışıldığı radyo yayınları da yapılmaktadır. PKK’nın kontrolü altındaki medyanın tamamı, kurumsal bir mantalite ile “Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi” tarafından sevk ve idare edilmektedir.

PKK’nın basın-yayın faaliyetlerine ilişkin düzenlediği kongre ve konferanslarda almış olduğu kararlar irdelendiğinde, karar verildiği tarihte zor gibi görünen hedeflerin çoğuna ulaştığı görülmektedir. Alınan kararların PKK’nın gelişiminin yanı sıra, özellikle yurt dışında faaliyet sürdürdüğü ülkelerdeki maddi gücüne bağlı olarak, basın ve yayın faaliyetleri için yetiştirdiği kadrolar ile orantılı bir gelişme gösterdiği gözlemlenmiştir.

Ayrıca, kültürel programlar adı altında, bölgesel motifleri örgüt söylemleri doğrultusunda kullanarak, Kürt kimliğini ön plana çıkartılmaya çalıştığı görülmektedir.

PKK paralelinde yurt içinde ve yurt dışında yayınlanmakta olan günlük-haftalık-aylık gazete ve dergilerin kamuoyu oluşturmada etkili birer araç olarak rol oynadıkları,  özellikle sempatizan kitleyi yönlendirmede etkili birer araç kullandıkları, televizyon yayınları ve internet yayıncılığının, örgüte sempati duyan kesimler üzerinde etkili olduğu sonucu çıkmaktadır.

Bugün yurt içi ve yurt dışı yazılı, görsel ve sosyal medya hesapları üzerinden, geniş bir yelpazede “basın ve yayın faaliyetlerini” sürdüren PKK’nın bu alandaki faaliyetleri artarak devam etmektedir. 

4 Ağustos 2015 Salı

PKK’nın Televizyon Yayıncılığı ve TRT KURDÎ’nin Misyonu!

Türkiye’de, Kürtçe konuşma yasağının kaldırılmasından (Kürtçe konuşma ve şarkı söyleme yasağı 25 Ocak 1991 tarihinde kaldırıldı) dört yıl sonra,  Londra’da kurulan ve PKK çizgisinde yayın yapan MED TV, yayın hayatına başladı.

1999 yılında Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesinden sonra, Türkiye’nin talebi üzerine, MED TV’nin yayın lisansı İngiltere tarafından iptal edildi. MED TV yerine kurulan MEDYA TV de 2004 yılında Fransa yönetimi tarafından kapatıldı.  2004 yılında kurulan ve Danimarka üzerinden yayına başlayan ROJ TV’nin yayın lisansı da Türkiye’nin diplomatik baskıları sonucu 19 Ocak 2012 tarihinde Danimarka hükümeti tarafından iptal edildi.

ROJ TV’nin kapatılmasıyla birlikte, yayın lisansını Norveç’ten alan ve bir süre test yayını yapan STÊRK TV devreye girdi. Kürtçe ve Türkçe yayın yapın STÊRK TV’yi, Kürtçe ve Türkçe haber ve tartışma programları yayını yapan NÛÇE TV izledi. Aynı frekans üzerinden NEWROZ TV (İran’daki Kürtlere yönelik) ve RONAHî TV (Suriye’deki Kürtlere yönelik) kanallarının yayınları da gerçekleştirildi.

PKK çizgisinde halen NÛÇE TV, STÊRK TV, NEWROZ TV, RONAHÎ TV, MMC TV kanalları ile birlikte, Kürtçenin Kurmanci, Sorani, Dımılki lehçelerinin yanı sıra, Türkçe, İngilizce ve Fransızca olarak yayın yapın MED NÛÇE adlı haber kanalı bulunmaktadır. PKK paralelinde yayın yapan bir diğer televizyon ise bölgedeki Ezidilere yönelik yayın yapan ÇIRA TV.

01 Ocak 2009 tarihinde TRT’nin Kürtçe kanalı TRT 6 yayın hayatına başladı. PKK’dan tam 14 yıl sonra Kürtçe televizyon kanalını yayın hayatına geçirebilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti… Bu 14 yıllık süre zarfı içerisinde PKK, açmış olduğu Kürtçe televizyon kanalları üzerinden (PKK’lı olan, olmayan) izleyiciyi -tabir yerindeyse-  fikri ve ideolojik hegemonyası altına aldı.  

TRT’nin Arı Stüdyoları’nda yapılan açılış törenine katılmış ve o heyecanı yaşamış biri olarak, yıllarca TRT 6’nın yayınlarını takip etmeye çalıştım. 24 saat Kürtçe yayın yapan TRT 6’nın yayın hayatına geçmiş olması, Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımında ve çözümünde önemli bir değişimdi ve TRT 6’nın açılmasıyla, iddia edildiğinin aksine Türkiye ne bölündü, ne de parçalandı.

Çok kısıtlı imkânlar ve şartlar altında, 24 saat yayın yapmaya çalışan, yayınlarındaki çeşitliliği ve zenginliğiyle her düşünceden Kürde ulaşmayı hedef edinen ve bu noktada başarılı da olan dönemin TRT 6 Kanal Koordinatörü Sinan İlhan’ın emeğini ve gayretini görmezden gelmeye çalışmak adilane bir yaklaşım olmaz. Sinan İlhan’ın bu manadaki gayreti takdire şayandı. 

O dönem devletin birçok kurumu gibi, Kürt açılımının en önemli ayağını oluşturan TRT 6 kanalı da cemaat taassupçuluğunun kurbanı olmuş, bunun sonucu olarak; kanalın açılışı ve yayın hayatına geçirilmesinde büyük bir emeği olan Sinan İlhan, 15 Ekim 2009 tarihinde TRT 6 Kanal Koordinatörlüğü görevinden alınmıştı.

Bu tarihten sonra, Kürt Sorunun çözümü noktasında bir devrim olan TRT 6 yayınlarındaki zenginlik, farklılık ve çeşitlilik ortadan kalkmış, kanalın yayın politikasının içeriği başarısız ve niteliksiz dış yapımlarla doldurulmuştu. “TRT 6, Çözüm Sürecinde ne yazık ki etkin olamadı. Cemaatçi yapılanma, çözüm sürecine olumsuz bakan cemaat reflekslerini öne çıkardı ve bu kanal berheva edildi. STV’den alınan birçok niteliksiz yapım, çok kötü diziler, başarısız birçok dış yapım, cemaatçilere kaynak aktarmak için bir yöntem olarak sinsice kullanıldı.” *

15 Ocak 2015 tarihinde kanalın kuruluşunun altıncı yıl dönümü nedeniyle Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen etkinlikte bir konuşma yapan TRT Genel Müdürü Şenol Göka, kanalın TRT 6 olan isminin TRT KURDÎ olarak değiştiğini açıkladı. Kanalın isim değişikliği, yeni dönemdeki yayın politikasına yansımadı.

Yeni dönemde kanalın yayın politikasında sürece destek verici mahiyette bir yayın trendi yakalanamadı. Dolayısıyla, kanaldan beklenilen misyon ve fonksiyonerlik ortaya çıkamamıştır/çıkarılamamıştır. Hâlihazırda yayınlarına, yine bu minval üzere devam etmektedir.

TRT KURDÎ’den beklentimiz, yayın politikasında yeni paradigma değişikliklerine gitmesi,  farklı düşüncelerdeki izleyicilerin, kanalın yayınlarında kendilerini bulabilme imkânına bir an önce kavuşmasıdır.