PKK-KCK, Öcalan’ın; “Demokratik ulus, bir ruh ise demokratik
özerklik bedendir. Demokratik özerklik, demokratik ulus inşasının ete kemiğe
bürünmüşhalidir, onun somutlaşmış bedenleşmiş halidir”sözü
üzerinden, son yüzyılda dünyada yaşanan
sorunların temel nedeni olarak ulus-devlet egemenliğini gösterir. Örgüte göre
bunu aşmanın tek yolu “demoktarik ulus-demokratik özerklik” sisteminin
inşasıdır.
Demokratik
Özerkliğin Kültürel Boyutu: Abdullah Öcalan, “Demokratik Özerkliğin” en temel
unsuru olarak kültürel boyutu işaret etmektedir. Öcalan, özerkliğin kültürel
boyutun önemini;“Bu kültürel boyut
daha çok dil, anadilde eğitim, tarih ve sanatı kapsar... Kürtçenin Türkçe ile
ilişkisi nasılolmalıdır, anadilde eğitim nasıl yapılabilir, demokratik ulusun
dil politikası nasıl olmadır bunlartartışılmalıdır. Bir eğitim politikası
oluşturulmalıdır.”diyerek açıklıyor.
PKK-KCK, “Son bir iki yılda Türk devleti TV, radyo ve yazılı metinler ile
Kürtçeyi kullanmaya başladığı halde bizzatKürtlerin kendileri bu hakları
resmiyette kullanamıyorlar. Radyo ve TV yayını Kürtlere tümüyle yasaktır.Kürtçe
üzerinde resmi ve fiili bir yasak vardır. Bu yasaklar Q,W,X harflerinde “sapık”
bir zihniyet ilekendisini dışa vurmaktadır” iddiasıyla hem kendi tabanını,
hem de uluslararası kamuoyunu yanıltıyor.
PKK, bu ve benzeri iddialarla manipülasyon
amaçlı haberler yapmaya devam etmektedir. Kürtçe radyo ve TV yayınları
serbesttir. Devlet eliyle yayın yapan TRT-KURDÎ’nin yanısıra, Türkiye’de Kürtçe
yayın yapan sayısız özel TV ve radyo kanalları mevcuttur. İddia edildiğinin
aksine Kürtçe üzerinde hiçbir yasak bulunmamaktadır. Seçmeli ders olarak
okutulmasının yanında, birçok üniversitedekiKürdoloji bölümleri, akademik
çalışmalarına devam etmektedir. Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, 2000-2012 yıllarını kapsayan demokratikleşme
çalışmalarını Kürtçe “ŞOREŞA BÊ DENG” (Sessiz Devrim) adıyla kitaplaştırmıştır. Bu çalışmanın
Kürtçe olarak basılması (ki bugüne kadar devletin hiçbir kurumunda böyle bir
çalışma yapılmamıştı) başlı başına bir devrimdir. İlk kez bir kaynak, devlet
tarafından Kürtçe basılırken, PKK-KCK’nın “sapık” zihniyet olarak değerlendirdiği
X, Q ve W harfleri de resmi literatürde kullanılmaya başlanmıştır.
PKK-KCK,
Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesi için okulları boykot eylemleri ile Türkçe
eğitim sistemini sekteye uğratmayı meşru bir hak olarak göstermiştir.
Hatırlanacağı üzere “Çözüm Süreci”nin devam ettiği dönemlerde, PKK, bu ve benzeri eylemleri ile sık sık gündeme
gelmişti. Kültürel boyut içerisindeki en insaflı bölüm, “Kürtlerin, Kürtçe yanında Türkçeyi eğitim de dâhil yaşamın diğer
alanlarında ihtiyaç duydukları kadarkullanmalarında bir sakınca yoktur. Bu,
Kürtlere sosyal ve kültürel zenginlik getirecektir” ifadesi olmuş olsa da
devamındaki, “Kürdistan'dagünlük diyalog
ve hizmetlerin tümüyle Kürtçe olması, işin doğası gereğidir. Demokratik
özerklik gereği,yaşamın Kürdistan'da Kürtler için tümüyle Kürtçe olması bir
zorunluluktur” cümlesi, PKK-KCK’nın samimiyetsizliğini bir kez daha gözler
önüne sermektedir.
Öcalan,“Demokratik
Özerkliğin” Öz Savunma Boyutunu: “Biz buna güvenlik boyutu da
diyebiliriz... Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması sağlanır.
Toplum burada kendi özsavunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu
kastetmiyorum. Öz savunma KCK, PKK tarzı silahlıyapıyı değil halkın kendi
güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda
örgütlenmesini,kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade
ediyorum... Bugüvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar
önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz.” diyerek
açıklıyor.
01 Ocak 1994 tarihinde Zapatista Ulusal Kurtuluş
Ordusu (EZLN) öncülüğündeki yöre halkı, Meksika’nın Guatemala sınırındaki
kentlerin dördünü, kendi yaşam tarzlarına uygun özerk birimler oluşturmak
amacıyla işgal eder. İşte, PKK-KCK’nın“öz savunma” boyutunun esin kaynağı da Meksika’ya
karşı silahlı faaliyetlerine devam eden (EZLN) ile FKÖ benzeri bir öz savunma ve
halk hareketidir.
“Öz
savunma salt PKK-KCK tarzı bir silahlı yapıyı öngörmez. Ama ulusal
savunmaörneğinde de gördüğümüz gibi böylesi bir yapılanmayı da dıştalamaz.Diğer
bir konu öz savunma salt silahlı yapılanma olarak ele alınamaz... Elbette
sadece Kuzey değil, dört parça ve diğer bölge güçleri ve uluslararası güçler ve
onların askerisaldırıları düşünüldüğünde, etkin bir gerilla gücü en önemli öz savunma
unsuru olarak varlığını koruyacaktır” anlayışı, Öcalan’da görmeye alışık
olduğumuz çelişkiler yumağının -tabiatıyla- PKK-KCK’yı da sarmaladığının
ispatıdır.
PKK-KCK, uygulamaya koymak isteği Demokratik Özerkliğin Diplomasi Boyutunun,
klasik devlet veya ülkelerarası diplomasi tarzında olmayacağını iddia ediyor.
Bunun aksine diplomasinin, direkt halklar arasında ortak yaşam, dayanışma ve
çalışma şartlarının oluşturulması gerektiğini belirtiyor ve bunu da
“halk diplomasisi” veya “halklar diplomasisi” olarak isimlendiriyor..
Diplomasi ve stratejiyi bir arada
yürütmeyi hedefleyen KCK, “Demokratik
özerkliğin stratejik yönelimi devlet olmayan, devletle uzlaşmaları olsa da
devlet olmayı hedeflemeyen toplulukların yönetimidir. Yani politik-ahlaki
toplumun, toplum kesimlerinin doğrudan kendi kendilerini yönetmesidir. Öyleyse
tüm diplomatik ilişkilerinde de devlet olmayı değil, halkların, toplulukların
öz örgütlerinin yaratılmasını ve bunların birbirleriyle doğrudan demokrasi,
farklılıkları içinde eşitlik temelinde ilişkilenmelerini, özgür iradeleriyle
ortak organizasyonlara katılarak kendilerini yönetmelerini esas alır”
ifadesiyle dile getiriyor.
PKK-KCK’nın diplomasi konusunda başarılı
olduğunu kabul etmek durumundayız. PKK’nın silahlı eylemlerinin başladığı ilk
günden günümüze gelinceye kadar Avrupa ülkeleri, İran, Rusya ve İsrail’den
aldığı desteğe bakıldığında, bu başarının bu ülkelerin salt Türkiye
düşmanlığından kaynaklanmadığı, terör örgütünün (kendi kontrollerindeki medya
desteğini de hesaba katarsak) lobi ve diplomasi konusundaki başarısının sonucu
olduğu aşikârdır.
Batı’daki Kürt diasporası (özellikle de
ABD ve AB) Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üzerinden Avrupa Parlamentosu’nda
etkili lobi ve diplomatik faaliyetler yürütmektedir. KNK üyelerine içerisinde
sadece Türkiye’den değil; PKK’nın İran yapılanması PJAK’tan, Irak yapılanması
PÇDK’den ve Suriye yapılanması PYD’den de isimler yer almaktadır. KNK’nın
Belçika, Fransa, Almanya, İngiltere ve Rusya başta olmak üzere, Avrupa’nın
birçok ülkesinde temsilcileri bulunmaktadır.
Son dönemlerde, İngiliz yayın kuruluşu
BBC’nin, PKK kamplarındaki militanları, masum ve sempatik “özgürlük savaşçıları” şeklinde göstermeye
çalışması, ulusal medyadaki kimi yazılı ve görsel yayın kuruluşlarının iktidar
partisi ile hesaplaşma adına, PKK’yı aklamaya çalışan yayınları da bu
kategoride değerlendirilebilir.
Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan, ABD ve Batı’nın bölgedeki
stratejik ortağı gibi hareket eden ve Suriye’de “defacto” bölgeler oluşturan,
uluslararası kamuoyunun sempatiyle baktığı bir PKK-KCK gerçeği de gözardı
etmeyelim.
Yine, Batı’nın emperyalist çıkarları gereği, Orta Doğu’yu bir kez daha şekillendiriyor
olması, elbette ki Türkiye’yi doğrudan
ilgilendirir/ilgilendirecektir de. Çizilmesi
muhtemel yeni sınırlar, dış politikadaki tercihlerimizle birlikte, büyük
emekler verilerek, kendi iç dinamiklerimizle çözmeye çalıştığımız “Kürt
Sorunu”nu farklı bir mecraya taşıyabilir.
Türkiye’nin bu saatten sonra, bölge ve konjonktürel gelişmeleri de göz önünde
bulundurarak, “Kürt Sorunu”nun çözümü noktasında yeni bir yol haritası
belirlemesi gerekmektedir.
Özetle:
PKK-KCK’nın -sözüm ona- Kürtlere vaat ettiği “özerklik ve özyönetim” yapılanmalarının hepsi birer aldatmacadan
ibarettir. Günümüz itibariye PKK, fabrika ayarlarına geri dönmüştür. Yani
gerçekte hedeflenen şey, kuruluş bildirgesinde belirlenen “PKK, çöken emperyalizm ve
yükselen proletarya devrimleri çağında, Kürdistan halkını emperyalist ve
sömürgeci sistemden kurtarmak, bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’da demokratik
bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai olarak sınıfsız toplumu gerçekleştirmek
amacındadır” hedeflerdir.
Kısacası
PKK-KCK, bölgede yaşayan ve kendisi gibi düşünmeyen tüm kesimleri bölge dışına
göçe zorlayarak, (PYD’nin Suriye’de kontolü altında bulundurduğu kanton bölgelerdeki
uygulamaları buna örnektir) Arap baasçılığı benzeri, seküler düşünce yapısının
egemen olduğu yeni bir toplum modeli oluşturmaya çalışmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder