5 Ağustos 2013
günü Türkiye için çok şey ifade eden tarihi bir gündü. Doksan yıldır
Türkiye toplumunu dizayn eden derin yapılanmalardan deşifre edilen Ergenekon
ayağı davası nihayet sonuçlandı. Açıklanan cezalar toplum vicdanında
karşılığını bulamamıştır. Verilen cezalar bir kısmı, bizim de vicdanlarımızda
soru işaretleri bırakmıştır.
Davanın hukuki
yönünü ilgilendiren kısmını hukukçulara bırakmak gerekir. Davanın, varsa
eğer hukuki boşluklarını artık hukukçular yorumlayıp değerlendirebilirler.
Türkiye’nin
demokrasi tarihinde bir milat olan ETÖ davasının sonuçlanmasıyla,
Türkiye’deki derin yapılanmalar tamamen bitirildi mi? Her Türkiye vatandaşı
gibi bende bu soruya evet demek isterdim. Ama maalesef hayır.
Son dönemlerdeki
Ergenekon ve Balyoz davaları gibi davalar ile bu yapılanmaların ancak %30’u
deşifre edilebilmiştir. “Ergenekonvari” yapılanmaların (%70’i) iş dünyası,
finans, emniyet ve bürokrasi ayakları hâlâ faaldir. Asıl tehlike derin
yapılanmaların bir nevi mutasyona uğrayarak kendilerini siyaset (özellikle
iktidar partisi) ve dini cemaatlere içerisinde kamufle etmiş olmalarıdır.
AK Parti ile F.
Gülen cemaati arasında son dönemlerde açığa çıkan siyasi çekişme, hem iktidar
hem de cemaat içerisine sızmış Ergenekonvari derin yapılanmaların bir
provokasyonu olabilir mi?
ETÖ operasyonu
ve davası ile birlikte daha fazla derine inen ama daha rahat hareket
edebilen bu derin yapılanmaların Türkiye’de bir mezhep çatışması meydana
getirmeye çalıştıkları bilinmektedir.
ETÖ yapılanmasını anlayabilmek
için 28 Şubat döneminin A. Kalkancı, F. Şahin, M. Gündüz gibi isimleri ve
yaptıklarını bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır. Bunlarla
bağlantılı olarak 2000’li yıllarda T. Güney’in (şu an Kanada’da yaşıyor)
kendi ifadelerinde birçok cemaate sızdığını itiraf etmesi bu tür yapılanmaların
varlıklarının her zaman mümkün olabileceğini gözler önüne sermektedir.
Bu yapılanmalar
bunun da ötesinde yeni bir operasyona başlamış görünüyorlar. Biraz uçuk
gelebilir ama Türkiye’de cemaatler arası bir çatışmanın zeminini hazırlıyorlar.
Cemaatlerin
varlığı bir arada yaşamamız için birer rahmet olması gerekirken, kendi
aralarındaki siyasi nüfuz çekişmeleri nasıl açıklanabilir. Hatta kimi
cemaatlerin kendi üyelerindeki çok farklı eğilim ve düşünce yapıları, birbirine
tahammülsüzlük, kamu hizmetlerindeki taassupçu yaklaşımlar toplumun birlik ve
beraberliğini, toplumun mayasını bozabilecek boyutlara ulaşmıştır.
İktidar
partisinin ustalık dönemi diye tabir ettiği üçüncü döneminde, kamu kurumlarında
görülen rüşvet, vurdumduymazlık, adam sendecilik, tarafgirlik uygulamaları
neden engellenemiyor? Ve bu uygulamaları görmezlikten gelen bürokratlar kime
hizmet etmektedirler.
Devlet idaresi
ile kamu hizmetlerinin dağıtımında; etnik köken, grup, parti, cemaat, takım,
tarikat, kulüp mantığı olmamalı; aksi halde devleti oluşturan ana gövde
çatırdamaya başlar. Maalesef bugün bile birçok devlet kurumlarında
“Benden değilse işini yapmayın!”, mantığı devam etmektedir.
Tüm bu olumsuz
uygulamaları ve devlet idaresindeki zaafiyetleri gören bu derin yapılanmalar,
bu olumsuzlukları kendi lehlerine çevirmenin yollarını arayacaklardır.
Türkiye
halkı olarak farklılıklarımızı zenginliğe dönüştürmenin
yollarını aramalı, zayıflıklarımızdan faydalanabilecek olan Ergenekonvari
derin yapılanmalara fırsat vermemeliyiz.
(15 Ağustos 2013
tarihinde yayınlan bu yazı, 'http://www.haber111.com/Mehmet_MEMDOGLU+ERGENEKONUN_DERIN_KOKLERI_yazi942.html' "AK
Parti-F. Gülen Cemaati" arasındaki çatışmanın habercisi niteliğindeydi...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder