PKK'nın Avrupa’daki yayın organlarından Yeni Özgür Politika Gazetesi’nde Hüseyin
Ali mahlasıyla yazan, KCK Yürütme Konseyi Üyelerinden Mustafa Karasu, “Türkiye'de
sorunların kaynağı demokrasi eksikliği ise, o zaman yapılması gereken,
demokratikleşmenin önünde engel olan yürütme gücünü sınırlandırıp genel
meclisi, yerel meclisi ve yerel yönetimi güçlendiren adımlar atılmalıdır. Şu
anda en temel görev AKP iktidarının ve onun şefi olan Tayyip Erdoğan’ın
otoriter ve faşist bir yeni sistem kurma hedefini önlemektir. Demokrasi güçleri
açısından tüm çalışmalar böyle bir göreve bağlı biçimde ele alınırsa
anlamlıdır.” diyor. Kandil’in temel politikası “AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı” üzerine
kurulu.
Peki
ya HDP?
HDP’nin
TBMM’deki grup toplantısında konuşan Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş,
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Sur’u öyle
inşa edeceğiz ki aynı Toledo gibi olacak” ifadesine: “Toledo düştükten sonra Franco faşizmi başlıyor. Başbakan ‘Sur’u düşürüp
Franco olmak istiyorum’ diyor. Biri Hitler, biri Franco. Burada yırttınız,
orada nasıl kurtaracaksınız?” sözleriyle cevap verdi. HDP’nin de temel
politikası Kandil gibi “AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı” üzerine kurulu.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan ya da bir başka lideri ölçüsüzce yüceltmek, Türkiye’ye bir şey
kazandırmayacağı gibi, Erdoğan ya da bir başka lideri hasım görerek düşman ilan
etmek de bu ülkenin sorunlarına bir fayda getirmeyecektir. HDP’li
sayesetçilerin Erdoğan’ın diktatörlüğüne (!) itiraz ettikleri kadar, Öcalan’ın
ürünü “Apoizm”e de itiraz etmeleri gerekmez mi?
Ey
HDP’li siyasetçiler! “Türkiye tek adam diktatöryasına doğru kayıyor” diyerek
Kürtleri oyaladığınızı ve Kürtler üzerinde bir “PKK diktatöryası” oluşturduğunuzun
farkında değil misiniz?
Bakın!
Kolombiya güvenlik güçleri ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC)
arasında 51 yıldır devam eden ve 220 bin insanın öldüğü çatışmalar sona erdi.
FARC lideri Rodrigo Londono, “Silahları bırakıp siyasette yer alacağız” diyerek, silahsız siyasete gireceklerini
ifade etti.
Peki,
ey HDP’li siyasetçiler! Siz ne yaptınız?
TBMM’de
7 Haziran sonrası 80, 1 Kasım sonrası ise 59 kişiyle temsil edilmenize rağmen,
sivil siyaseti öne çıkaran bir üslup yerine, PKK şiddetini meşru gören,
meşrulaştıran bir dil kullandınız.
“Devlet gücü karşısında halkların birleşik gücünün ne anlama
geldiğini bir kez daha göstereceğiz" nev’inden militarist açıklamalarınıza devam ettiniz.
“Kürtler çaresiz
ve perişan olduğundan değil. Beni bağışlasınlar ama şu anda çaresizliği ve
umutsuzluğu yaşayan Türkiye'nin batısıdır. Hep birlikte direniş umudunu
büyütmemiz lazım" diyerek, hala; Kandil’in “devrimci halk savaşı”
stratejisi saçmalığına destek vermeye devam ediyorsunuz.
Sur’un
zengin ve kadim tarihinin yok edilmesinin baş sorumlusu olan PKK’nın Sur’u
cephaneliğe dönüştürmesine sessiz kaldınız.
Bu
ülkenin barışını hendeklere gömen PKK’nın ateşine, su yerine benzin taşıdınız.
Ve yüzbinlerce Kürdün evlerinden göç ederek, PKK’nın oluşturduğu hendek
anaforunda kaybolmasına timsah gözyaşları dökerek seyirci kaldınız.
Türkiye
Cumhuriyet Devleti yasalarına göre kurulmuş bir siyasi parti olarak, iktidarın
devletin uygulamalarından memnun olmayabilirsiniz ama bu memnuniyetsizliğinizin
aracı silah ve şiddete destek olamaz, olmamalıdır.
Halka
rağmen, halk adına siyaset yapılmaz. Ama maalesef siz, inatla halk adına
siyaset yaptığınızı iddia ediyorsunuz. Halk adına siyaset yapmak demek, PKK
şiddetine ve faşizmine karşı gelip, silaha ve şiddete dur demektir.
Her
şeye rağmen, PKK; silahlı unsurlarını Türkiye dışına çektiğini ve Türkiye’ye
karşı silahlı faaliyetlerini sonlandırdığını açıkladığı, HDP’nin de silah ve
şiddet ile arasına mesafe koyan bir siyaset dilini kullanması durumunda,
önümüzdeki süreçte HDP ile yeniden diyaloğa geçilebileceğini düşünüyorum.
Türkiye toplumu olarak, hep uçlarda geziniyoruz. “Ya ifrat, ya da tefrit.” Şahıslara
endeksli siyaset, bu ülkeye hiçbir şey kazandırmadı aksine kaybettirdi; kaybetmeye de devam edeceğiz.
(Bu yazı ilk olarak 6 Şubat 2016 tarihinde yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder