Türkiye
gündemini uzun zamandan beri işgal eden Suriye’deki iç savaş ve PKK’nın şehir
savaşları, uzun bir müddet daha gündemimizin ilk sıralarını işgal edeceğe
benziyor. Suriye politikasında Türkiye’yi yalnızlaştıran Batı, (ABD, AB ve Rusya) PKK konusunda da her zaman
olduğu gibi ikiyüzlü politikalar izlemeye devam etmektedir.
12 Kasım 2015 tarihli “G-20 Zirvesi ve Türkiye” başlıklı yazımızda o günkü konjonktürü, “Suriye’ye
yönelik bir kara harekâtının konuşulduğu bu günlerde, Türkiye’nin ABD ile
muhtemel ortak bir kara harekâtına katılması, Türkiye’yi Suriye bataklığına
gömecektir. Suriye’ye girmek demek tabir yerinde ise emperyalizmin kucağına
düşmek demektir. Dünyanın iki süper gücünün (ABD ve Rusya) Suriye’de kendi
menfaatleri çerçevesinde birbiriyle uyumlu hareket etmesi ne anlama geliyor?
Rusya’nın Suriye’deki savaşa müdahil olmasından sonra Suriye’nin toprak
bütünlüğünden bahsetmek imkânsız hâle gelmiştir. Rusya Suriye’ye Esed
iktidarına destek olmaktan öte Akdeniz’e çıkış kapısı olan Lazkiye’deki varlığını
devam ettirmek için girmiştir ve bu varlığını devam ettirmek için her türlü
riski göze alacaktır. Rusya’nın ‘Esed’li geçiş’ için hazırladığı ve altı aylık
süreceği öngören planı, bu tezimizi doğrulamaktadır” diyerek ifade
etmiştik. (http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/11/g-20-zirvesi-ve-turkiye.html)
G-20
zirvesi sonrasındaki gelişmelere bakıldığında, hava sahamızı ihlal eden Rus
savaş uçağının, savaş uçaklarımız tarafından düşürülmesi, Türkiye’nin; Batı’nın
PYD’yi Cenevre toplantıları dâhil etmek istemesini veto etmesi, Rusya’nın başta Halep olmak üzere hedef
gözetmeksizin sivilleri katletmesine karşı BM, ABD ve tüm dünyanın sessiz
kalması, ABD’nin ısrarla “PYD bizim için
terör örgütü değildir” demesi ve ABD’nin; PKK’nın Suriye’de yeni Kandilcikler
oluşturmasına göz yumması. ABD, Kobani’nin Orta Doğu’nun yeni virüsü olan
IŞİD tarafından işgal edilmek istendiği 2014 yılının Eylül ve Ekim aylarında da
benzer bir açıklama yapmış ve Türkiye’yi bir kez daha yüzüstü bırakmıştı.
Geldiğimiz
noktada, o günkü değerlendirmelerimizin maalesef, bizi bir kez daha haklı
çıkardığı görülmektedir. Bölgede yaşanan son gelişmeler, önümüzdeki süreçte de Suriye
meselesinin Türkiye açısından çok daha zorlu geçeceğinin habercisi
niteliğindedir.
Ve
PKK’nın devam ettirdiği hendek savaşları!...
Hatırlanacağı
üzere, Öcalan 01 Ekim 2014 tarihinde HDP milletvekilleri ile yapmış olduğu
görüşmede, “Kobanê kuşatması, sadece
Kürt halkının demokratik kazanımlarını hedeflemekle kalmayıp Türkiye’yi de yeni
bir darbe sürecine sokacaktır” sözleriyle, o dönemki olayların başlangıcı olan fitili
ateşleyerek tüm sorumluluğu üstlenmişti.
Kandil,
Öcalan’ın bu açıklamasından güç ve destek alarak 6-8 Ekim’de Türkiye’de
estirilen terörü planlamış, HDP ise bu olaylarda PKK’nın yaktığı ateşe su
yerine, bir kez benzin dökmüştü.
Şehir
savaşlarında -hendek ve barikat- sivil halkı bir türlü sokağa indiremeyen,
güvenlik güçlerinden de büyük bir darbe yiyen PKK, son bir hamle olarak Öcalan’ın yakalanıp
Türkiye’ye getirildiği tarih olan 15 Şubat’ı hedef aldı. PKK medyası ve KCK üst
düzey yöneticileri günlerdir -kendi ifadeleriyle- “Uluslararası
komplonun 18. yılı ve İmralı’da devam eden tecridi protesto için sokaklara
inelim” çağrıları yapmaktadır.
Cemil
Bayık, Yeni Özgür Politika’da Kürtçe yayınlanan dünkü ”Ji Îmralî Heta Cizîrê Cîhad-i Ekber” (İmralı’dan Cizre’ye kadar Cihad-ı
Ekber) başlıklı yazısında, İmralı sakini Öcalan’ın durumunu Şeyh Sait ile
ilişkilendirmeye çalışmaktadır. Hâlbuki
Öcalan Şeyh Sait için; “O dönem Türklerin
de işbirlikçi kesimleri var. Şeyh Sait, Kürt ulusal kurtuluşçusu değildir, din
ağırlıklı feodal otonomicidir.” ifadesini kullanmıştır. (29 Eylül 2004 tarihli Avukat Görüşme Notları’ndan)
Yine bir başka görüşmesinde, "1806'da
Süleymaniye'de Abdurrahman Paşa İngilizlere kapıyı açtı. Abdurrahman Paşa ile
başlayan bu süreç Berzenci, Şeyh Sait, 1946'da da Barzanilerle devam etti.
Sonra Talabani'ye uzandı. Ve bugün bu devam etmektedir” diyor. (10 Nisan 2009 tarihli Avukat Görüşme Notları’ndan)
Marksist-Leninist
ideoloji temelinde kurulan PKK, İslam’ı; -Öcalan’ın tarifiyle- “İslamlık, Kürdün beyninde ve yüreğinde
milli inkârı hazırlayan ve kaleyi içten fethetme rolü oynayan bir ‘Truva Atı’
gibidir." (A. Öcalan Kürdistan Devriminin Yolu, Manifesto; s.25 )
diye tanımlarken, şehir merkezlerinde devam ettirdikleri hendek savaşlarını
Kürtlere Cihad-ı Ekber olarak yutturmaya
çalışıyorlar. Anlaşılan Cemil Bayık da din ve dini şahsiyetler üzerinden
takiyecilik yapmaya başlamıştır.
Kürtçe
yayınlanan yazısında KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Rêber Apo Cîhadi Ekber a li Îmraliyê mîna
xwe gihandina rastiya şerê ji bo gelê Kurd îfade kiriye. Rêber Apo, şert û merc
çi dibin bila e dixwaze ku gelê Kurd li gund, bajarok û bajarên xwe li ber xwe
bidin” Türkçesi: (Önder Apo, İmralı’daki kendini
olgunlaştırma faaliyetini Kürt halkı için bir Cihad-ı Ekber olarak
değerlendirmiştir. Şartlar ne olursa olsun, Önder Apo; köy, İlçe ve
şehirlerdeki halkımızın direnmesini istemektedir.) Gerçekte Öcalan'ın böyle
bir çağrısı bulunmamaktadır. Öcalan’ın son üç yılın Nevruzlarındaki açıklama ve
çağrıları herkesçe malumdur. Öcalan, silah ve şiddetin sona ermesi gerektiğini ifade
ederek, sivil siyasetin güçlendirilmesi gerektiğini söylememiş miydi?
Şahsımın,
Öcalan hakkındaki düşünceleri nettir. Yazı ve kitaplarımız ortadadır. Ama
KCK üst düzey yöneticileri, kendi başarısızlıklarını Öcalan savunuculuğu
yaparak perdelemeye çalışmaktadırlar. Çünkü Öcalan ismi kendi tabanları
üzerindeki en etkili araçtır.
Türkiye’nin, tüm bölgeyi
kucaklayacak bir siyaset dili kullanarak,
yeni stratejiler belirlemesi gerekmektedir. Böyle bir strateji bölgede
etkinleşmeye başlayan Şii-Selefi-Vehabi tesirini de kıracaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder