Mehmet Memdoğlu: 28
Şubat post-modern darbe sürecini hazırlayan nedenlerden biri de Türkiye’de “Kürt Sorunu”nun konuşulmaya başlanmış
olmasıdır.
1966
Elazığ doğumlu olan ve halen yayıncılık sektöründe çalışan Mehmet Memdoğlu, “Türkiye’nin Toplumsal ve Sosyal Sorunları” ile
ilgili araştırmalarına devam etmektedir. Memdoğlu’nunFanos Yayınları tarafından
yayınlanmış “Kürt Sorunu Çözüm Önerileri ve 2009-2011 Panoraması”, Yakın Plan
Yayınları tarafından yayınlanmış “Öcalan’ın
Mustafa Kemal Okumaları” ve Anatolia Kültür Yayınları’ndan çıkan “Abdullah Öcalan’ın Din Okumaları”
isimli üç kitabı bulunmaktadır. Çeşitli haber sitelerine gündeme ilişkin siyasi-politik
analizler içeren yazılar gönderen Memdoğlu’nun, öykü ve şiir çalışmaları da
bulunmaktadır.
Cihad Şahinoğlu: 28 Şubat sürecini
özetle siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet Memdoğlu: 28
Şubat post-modern darbesi, 28 Şubat 1997 tarihi olarak bilinse de darbe
sürecinin başlangıç tarihi birkaç yıl daha gerilere dayanmaktadır. Refah
Partisi’nin 94 ve 95 yıllarında yapılan seçimlerden güçlenerek çıkması,
ordudaki hoşnutsuzluğu gün yüzüne çıkarmıştı. Kamuoyundaki askeri bir
müdahaleye tepkiyi aza indirgemeye çalışan ordu, başlarda direkt olmasa da
endirekt yolları denemişti. Kimi devlet kurumları üzerinden, Türkiye’nin
seçilmiş meşru hükümeti hizaya getirmeye çalışılmış ve o dönemde bu manada bir
hayli yol kat edilmişti. Askerler, yaklaşık üç yıl boyunca, 28 Şubat post-modern
darbesinin zeminini hazırlayarak, Türkiye demokrasisini bir kez daha sekteye
uğratmışlardır.
Cihad Şahinoğlu: 28 Şubat sürecinde
Kürtler neler yaşadı?
Mehmet Memdoğlu: 28
Şubat post-modern darbe sürecini hazırlayan nedenlerden biri de Türkiye’de “Kürt Sorunu”nun konuşulmaya başlanmış
olmasıdır, İslami ve Alevi kimlikler ile
birlikte Kürt kimliğinin de dillendirilmesi, 28 Şubat sürecini hızlandırmıştır.
O günleri hatırlayalım. 1993 yılında Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı
seçilmesinden sonra Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, DYP’nin
başına geçen Tansu Çiller’i ziyaret etmiş ve Çiller’e, ‘Bölgeye münhasır bir
kalkınma programının hayata geçirilmesi, adil düzenin kurulması, Çekiç Güç’ün
Türkiye topraklarından çıkartılması, Irak’a ambargonun kaldırılması’ gibi
başlıkların yer aldığı bir terör paketi sunmuştu. Erbakan’ın bu paketi o
dönemde çok konuşulmuştu. Ve rahmetli Erbakan’ın gündeme getirdiği bu paketin
kaynağını da 1991 yılında dönemin Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep
Tayyip Erdoğan tarafından Mehmet Metiner, Abdurrahman Dilipak, Ali Bulaç ve
Altan Tan’a hazırlatılan “Kürt Sorunu Raporu”dur. O dönem de Yeni Zemin Dergisi de bu çalışmayı
yayınlamıştı.
Refah
Partisi Van Milletvekili Fetullah Erbaş’ın dönemin İHD Başkanı Akın Birdal ile
birlikte PKK elindeki askerlerin teslim almak için PKK Kampını ziyaret etmesi, “Refah
Partisi ile PKK’yı” ilişkilendiren yersiz yorum ve değerlendirmelerin gündeme
gelmesiyle sonuçlandı. Kısaca özetlemek gerekirse, o
süreçte İslam; laik cumhuriyet için birinci tehdit olarak görüldüğünden, “Kürt
Sorunu”nun varlığı görülmedi. Problem, terör sorunu olarak değerlendirildi
hatta ateşkes ilan etmesi halinde PKK’ya yönelik operasyonların
durdurulabileceği bile dile getirildi.
Cihad Şahinoğlu: 28 Şubat süreci
Kürtler arasında ne gibi hadiselerin yaşanmasına neden oldu?
Mehmet Memdoğlu: Kanımca en büyük hadise, “Kürt Sorunu”na
İslami ve insanı bir bakış açısıyla yaklaşan ve o döneme kadar devlet ile
sorunlu olmayan inançlı Kürtlerin bir kesiminin, dönemin yöneticileri
tarafından sorunlu görülmeye başlanmış olmaları en büyük hadisedir. 28 Şubat
ile birlikte “Kürt Sorunu”nun çözümüne ilişkin İslami yöntem ve yaklaşımların
önüne geçilmiş, laik ve seküler yaklaşımın alanı ve hinterlandı genişlemiştir.
Cihad Şahinoğlu: Ülkemizde ve bulunduğumuz
coğrafyada yaşanılanlar göz önüne alındığında, yeniden bir 28 Şubat tehdidi ve
tehlikesi söz konusu mudur? Şayet böyle bir durum ve ihtimal söz konusu ise
Kürtleri planlanan bu süreçte neler bekliyor?
Mehmet Memdoğlu: Ortada
bir iktidar gücü ve gücü kullanma isteği ve hırsı varken, 28 Şubat zihniyeti de
hep var olacaktır. Cumhuriyet’in temelleri “laiklik” üzerine kurulduğundan, o
günden bu güne; laiklik dışı bütün sistemleri tehlike olarak gören seküler
yapıdaki statükocu anlayış, imkân bulması halinde -tabir yerindeyse- Türkiye’yi
yeniden kuruluşundaki fabrika ayarlarına döndürmek isteyecektir. Şartlar gereği
gizlenmiş olması ya da ses çıkarmaması bu anlayışın pes ettiği manasına gelmez. Şahsi kanaatim, bugün bu güruhun fırsat
kolladığı yönündedir.
Hâlihazırda
bu çevrelerin gücüne güç katan ve ellerini güçlendiren bir başka konuda: 17 ve 25 Aralık operasyonları sonrasında,
mevcut AK Parti iktidarı “Paralel Yapı” ile mücadele adına yeni bir cephe açtı.
Ve her geçen gün bu cepheyi, bir şekilde; kazara yolu bu komitacıların mekânlarına
düşmüş olanları da kapsayacak şekilde genişletmesinin, 28 Şubat zihniyetine
taze bir kan hükmüne geçmesinden korkarım.
Mecelle’de
şöyle bir kural vardır. Harici düşmanların hücumu esnasında dahili adavetleri
terk etmek elzemdir. Bu bağlamda adaveti asıl sorumlulardan eklentilere doğru
derinleştirmek, hem taktik, hem de stratejik olarak tehlike arzetmektedir.
İhtimal dâhiline girmesi durumunda, 28 Şubat sürecinde sadece İslam’ı tehlike
olarak gören darbeci anlayış, bu kez Kürtleri de kendileri için bir tehdit
unsuru olarak görecektir.
Son
söz olarak: Türkiye’nin kendi iç dinamizmini etkinleştirmesi için, toplumsal
bir konsensüsü sağlayacak sivil bir anayasanın hazırlanması zaruridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder