İnsanların
yaşam hakkı kutsaldır ve insanın yaşamı her türlü pazarlığın üzerindedir. Söz
konusu olan şey insanın hayatı ise tüm olanaklar devreye sokulmalıdır. IŞİD’in rehin aldığı 49 insanın hayatı günlük
siyasi çekişmelere alet edilmemelidir. Siyaseten kullanılan böyle bir söylem, bu
insanlara ve ailelerine yapılmış en büyük saygısızlıktır.
Şeyh
Edebali, Osman Gazi'ye ta 7 asır önce “insanı
yaşat ki devlet yaşasın” vasiyetinde
bulunmuştur. Böyle bir devlet geleneğinden gelen Türkiye’nin de hedefi “insan” odaklı olmalıdır. Medeni bir devlette
de hedef, kendi insanını yaşatmaktır.
IŞİD'in elinde rehin olan 49 insanın kurtarılması, evet;
ülkemiz için büyük bir başarıdır, büyük bir prestijdir. Ancak rehinelerin
kurtarılması, Türkiye için ne kadar büyük bir başarısıysa, Musul
Başkonsolosluğu’nun zamanında boşaltılmayarak 49 görevlinin IŞİD militanları
tarafından esir alınarak Türkiye’nin itibarının zedelenmesi de bir
başarısızlıktır, politik bir fiyaskodur.
Bu olay, ilgililerce bir kez daha değerlendirilmeli, bir kez daha
sorgulanmalıdır.
49 insanın serbest
kalmasıyla ilgili olarak, İngiliz Independent gazetesinde yayınlanan bir yazıda
"Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
IŞİD'in neden 49 Türk'ü serbest bırakma kararı aldığını açıklamayı reddederken,
Ankara ile IŞİD arasındaki karanlık ilişki hakkındaki şüpheler artıyor...
Türkiye hükümeti örgütle anlaşma yapılmadığını iddia ediyor. Bu durum,
acımasızlığıyla nam salmış IŞİD'in nasıl olup da bir karşılık almadan, Türk
rehineleri serbest bıraktığı sorusunu cevapsız bırakıyor" şeklindeki
ifadelerin yer alması, tamamen bir algı oluşturma ve rehinelerin kurtarılma
operasyonunu gölgelemektir.
Bir kesim, hükümetin eksiklerini
eleştirip, daha doğru ve daha iyi işler yapmalarına yardımcı olmak yerine, iktidarın zafiyetleri üzerinden
siyaset üreterek muhalefet yapmaya devam etmektedir. Bu Türkiye’nin en büyük
talihsizliğidir. Musul’da rehine alınan 49 insanın
Türkiye’ye gelmesine üzülen, devletin bu konudaki başarısızlığına neredeyse hamd
edecek, sevinecek kesimlerin varlığını nasıl değerlendirmeliyiz? IŞİD’in her
gün bu rehinelerden birinin boğazını keserek öldürmesini gösteren görüntüleri
servis etmesine sevinecek kesimlerin olmasına üzülmemek elde değil.
Hâlbuki
İsrail, 2011 yılında sadece bir askeri için cezaevlerinde tuttuğu 1027
Filistinli mahkûmu serbest bırakmıştı. İsrail, tüm dünyaya bir askerine verdiği
değeri bu kadar Filistinliyi serbest bırakarak göstermişti. Biz ise bugün 49
insanın çocuklarına, eşlerine, ailelerine kavuşması üzerinden polemikler
üretiyoruz.
Şüphesiz bu başarı, Türkiye’deki tüm kurumların (Dışişleri,
MİT, Emniyet...) koordineli çalışmalarının bir ürünüdür. Rehinelerin
kurtarılmasından sonra, bölgedeki mevcut şartlar, AK
Parti iktidarını IŞİD’e karşı daha cesur kararlar verecek duruma getirir diye
düşünüyorum.
Uluslararası camianın, Türkiye'den IŞİD'e katılımları
engellenmesi talep etmesi, bölgenin gerçekleriyle uyuşmuyor. Türkiye, yıllardır
bölgeden PKK'ya katılımları engelleyebildi mi ki IŞİD'e katılımları da
engelleyebilsin? Oysa IŞİD'e en yoğun katılım Rusya'dan, İngiltere'den,
Almanya'dan ve Belçika'dan oluyor. Emin
olun, Türkiye bu konuda da "Batı"dan çok daha masum...
Uzun
zamandır, Türkiye Orta Doğu’daki savaş bataklığına çekilmek isteniyor. Her ne
saikle olursa olsun, Türkiye bu yönlü bir oyuna gelmemelidir, bu tür
provokasyonların dışında kalmalıdır.
Gündemin
bir başka önemli konusu ise Suriye’deki yerlerinden, yurtlarından edilerek
Türkiye’ye sığınan insanlar.
Konuya
ilişkin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş; IŞİD saldırılarından kaçarak
Türkiye’ye gelen Suriyelilere ilişkin yapmış olduğu açıklamada, net sayının 130
bin civarında olduğunu belirtti. Kurtulmuş; “Çok zor bir iş başarılıyor. Bu bir
doğal afet değil. Sel olsa, deprem olsa olur biter ve sonraları yaraları
sarmaya başlarsınız… Karşı karşıya kaldığımız şey maalesef insan eliyle yarılan
bir felakettir. Dolayısıyla daha kaç köyün basılacağı, daha kaç kişinin göçmen
haline getirileceğini bilmiyoruz… Afetin boyutu, doğal bir afetin boyutundan
daha riskli, daha bilinmezleri içeren bir durumdur. Bunların hepsine
hazırlıklıyız.” dedi.
Batı dünyası, Orta Doğu'da mülteci durumuna düşen milyonlarca
Müslümanın menfaatlerini değil, kendi menfaatlerini düşünüyor.
Türkiye’nin ise artık Kürt fobisinden bir an önce kurtulması
gerekmektedir. Kendi sorunu çözmüş, ama komşu Kürtler ile problemli bir Türkiye
hedeflenmemelidir. Bugün Öcalan’ın bir sözü Suriye’deki (PYD kontrolündeki)
Kürtler arasında “nas”(kutsal öğreti) olarak kabul ediliyorsa, Türkiye bunu
sorgulamalıdır. Türkiye, Kürtleri potansiyel tehlike olarak görmekten
vazgeçmelidir. Günümüzdeki konjonktürel gelişmeler Türkiye’ye bunu
dayatmaktadır. Türkiye geçmişte olduğu gibi Kürtler ile bir kez ittifak ederek,
bölgede huzuru ve refahı tesis edebilecek politikalar belirlenmelidir.
Kimden
iyilik görürseniz, ona minnettar kalırsınız. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz
(s.a.v) "İnsanlar iyiliğin kölesidir." buyurmaktadır. Suriye Kobani
Kürtlerine biz yardımcı olmalıyız. Biz sahiplenmezsek, bir başkası sahip çıkar
ve yarın çok geç olabilir...
IŞİD’in Suriye’deki Kürt bölgelerini kontrol etmesi demek, Türkiye’nin
uzun zamandan beri zor ve zahmetli bir uğraş ile belli bir olgunluğa
eriştirdiği “Çözüm Süreci”nin tehlikeye girmesi demektir.
Sözün özü: Bugün dünya üzerinde açlıktan ölen bir Müslüman
varsa bunun müsebbibi tüm İslam âlemidir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder