Genel
seçimlere yaklaştığımız bu günlerde, realitelerden çok, siyasi parti
temsilcilerince kullanılan popülist dil ve afaki söylemler, gündemin birinci
sırasını meşgul etmiş durumda.
Türkiye
dışında ve Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, “Kürt Sorunu”nun çözümüne
uluslararası bir boyut kazandırırken, aynı
zamanda bölgenin huzuru için kendi problemlerini çözmüş güçlü bir Türkiye’nin
varlığını da zorunlu kılmaktadır.
11
Nisan’da Ağrı-Diyadin’deki vuku bulan provokasyondan sonra, bu ülkeye barışı
getireceği ümit edilen “çözüm süreci”
-adına ne denirse densin- paketlenerek bir sepete konuldu ve seçim sonrasında
yeniden görüşülmek üzere âdeta askıya alındı. Oysa Türkiye’nin iç barışı, ucuz
siyasi hesaplara, kişisel çekişmelere kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir.
Peki,
sürecin askıya alınmasından “en çok” kim ya da kimler mutlu olmuşlardır?
-En
başından beri “Kürt Sorunu”nun çözümüne karşı olan kesimler. Çünkü bu kesimler,
sürekli Türkiye’de kaos ve istikrarsızlık peşinde olan odaklardır. Onlar bu
ülkenin kendi bölgesinde güçlü olmasını istemezler. Türkiye’nin yarı ölü, yarı
diri kalması, bu kesimlerin uluslararası çıkarlarına daha uygun düşmektedir.
-Uluslararası
istihbarat örgütlerinin kontrolünde olan Kandil’deki derin PKK ve yurt içindeki
uzantıları. Silahlı mücadeleyi esas almış, SAVAMA (İran)’ın etki alanındaki
Murat Karayılan, CIA (ABD) ve MI6 (İngiltere)’nın kontrolündeki Cemil Bayık
ile MOSSAD (İsrail) markajı altındaki Duran Kalkan ile Kandil’in “bizim kontrolümüz dışında hareket
ediyorlar” dediği YDGH mensupları.
-Sorunun
çözümsüzlüğünden ve silahların varlığından nemalanan yurt içi ve yurt dışındaki
kesimler. Bu kesimler, elinde silahı bir güç olarak bulunduran PKK’nın
varlığından faydalanarak, silah ve uyuşturucu
ticareti ile insan kaçakçılığı üzerinden elde ettikleri maddi ve manevi
kazançlarından vazgeçmek istememektedirler.
-7
Haziran genel seçiminde “oy kaybına uğrarız” korkusu ile seçimde bekledikleri
sonucu alamama endişesi yaşayan AK Parti’li siyasetçiler. “AK Parti ile PKK
anlaştı” propagandasının, geçmişte AK Parti’ye oy vermiş kimi Kürt oylarının
HDP’ye, yine geçmişte AK Parti’ye oy vermiş milliyetçi oyların ise MHP’ye
kayacağı endişesiyle hareket eden siyasetçiler.
-“Kürt
Sorunu”nun çözümü ve “Çözüm Süreci” ile ilgili kayda değer önerileri ve
politikaları olmayan CHP ve MHP
-Yüzde
onluk seçim barajını geçme hesaplarını salt AK Parti karşıtlığına endeksleyen
HDP yönetimi ve zaman zaman sorumsuz beyanatlarıyla siyasi ortamın
gerginleşmesine neden olan Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş.
AK
Parti iktidarı, kendisinin başlatmış olduğu “Kürt Sorunu”nu çözme gayretini nihayete
erdirmez/erdiremezse, özellikle bölgede illerinde yaşanacak bir hayal
kırıklığının da müsebbibi olacaktır. Öteden beri “AK Parti Kürtleri oyalıyor” tezi bir nevi doğrulanmış ve karşılık
bulmuş olacaktır. Bu bahane üzerinden yaşanılacak muhtemel olaylar, sadece
olayları başlatanlar ile sınırla kalmayacak, bu süreci selametle
sonuçlandıramayan AK Parti’yi de olumsuz yönde etkileyecektir.
Süreç
askıya alınmış olsa da herkesi aşan bir anlayışla, bölge insanı tarafından
sahiplenilmiştir. Bölge insanı silah ve çatışmadan uzak huzurlu bir ortam
istiyor. Bölge halkı, sokaklarda coşkuyla koşuşturan çocukların varlığının
devamını istiyor.
AK
Parti iktidarının, “paralel yapılanma” ile olan kavgası, esas itibarıyla “Kürt
Sorunu”nun çözümü konusundaki yol ve yöntem farklılığından kaynaklanmamış
mıydı?
Devlet,
kendi otoritesine alternatif oluşturabilecek her türlü “paralel-dik”
yapıya/yapılanmaya müsaade etmemelidir. Otorite varsa, devlet vardır. Devlet
otoritesinin olmadığı durumlarda, farklı yapıdaki yapılanmalar, vatandaş
üzerinde otorite kuracaklardır.
Bölgede
paralel illegal bir KCK’nın hâlâ halktan “vergi” adı altında haraç aldığı ve “mahkemeler” kurdurarak insanları yargıladığı
gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Selametle
kalın efendim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder