İnsanlık
için en tehlikeli ve temelde şeytanın vasıflarından biri olan “ırk-kavmiyet”
taassupçuluğunun ihdas edildiği günden bugüne kadar zarardan başka hiçbir
faydası görülmemiştir. Cahiliye döneminden kalma bu şeytani illet, düşünce
dünyasının zehirli afyonudur. Kavmiyetçilik hastalığının bağımlısı olanlar,
kendilerinden başkalarını düşünemezler. Irkçılık, başkasını yutmakla beslenir.
Cenab-ı
Allah Kuran-ı Kerim’de “Ey insanlar!
Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi millet millet,
kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız. Allah katında en şerefliniz
Ondan en çok korkanınızdır.”
(Hucurat suresi, 13) buyuruyor.
Peygamber
Efendimiz (s.a.v) ise "Hiçbir
milletin diğerine üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takva iledir.” Yine bir
başka Hadis’inde de “İslâm, Câhiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan
kaldırmıştır." buyurmuşlardır.
Osmanlı’dan
Cumhuriyet Türkiyesi’ne miras kalan ve yıllarca çözülemeyen “Kürt Sorunu”nun
çözümü için başlatılan süreç, kimilerince “ontolojik ırkçılık” olarak
tanımlanmaya başlandı.
Ontolojik
Irkçılık: “Farklılığın kutsandığı ve
bireyin özerkliğini kaybederek kendini hapsettiği grupla özdeşleştiği
dünyasını, daha genel, bütüncül, esnek toplumsal bir bütünden ayırarak
birbiriyle etkileşim ve ilişkiyi yok ettiği, ontolojik adacıkların inşa
edildiği, ötekinin varlığının kendi varlığıyla keskin bir ‘ayrı’nın yaratıldığı
bir dünyadır.” (İkbal Vurucu, Sona Doğru Kürt Açılımı, Sarkaç Yayınları, s.
14) devamında ise “Yukarıda genel
hatlarıyla yorumladığımız Kürt Açılımı ile Türkiye’nin Türk karakteri, üniter
yapısı, milli kimliği dönüştürülme sürecine sokulmuştur” (s.26)
Sayın
Vurucu’nun tezi üzerinden hareket edecek olursak, Ziya Gökalp’in kendisi de
“Türkçülüğün Esasları”nı yazmadan önce ontolojik ırkçılık yapmıştır.
Ziya
Gökalp “Türkleşmek İslamlaşmak Muassırlaşlak” adlı kitabında “…Türklerin de vicdanları tahlil olunursa görülür ki bir
Türk, kızını bir Araba, bir Arnavuda, bir Kürde, bir Çerkese tezviç edebilir, (evlendirilebilir) fakat katiyen bir Fillandiyalıya, bir
Hıristiyan Macara tezviç edemez (s.9) “Evet,
cehalet devri birkaç asır daha devam etmiş olsaydı, Türkler de lisan ve
kavmiyet ‘itibariyle birçok milletlere ayrılacaktı… Nasıl ki İslavlar, Latinler ve Kürdler kadim zamanlardan beri müteaddid
kavimlere ayrılmışlardı. (Bugün Kürdler, biribirinin lisanını anlamayan beş
kavimden müteşekkildir.) Fakat Türkler, göçebe hayatı yaşadıkları için mazide
böyle bir iftiraka (parçalanma) uğramadılar” (Alıntılar kitabın orijinal
1918 baskısından alınmıştır, s.45)
Aynı
bakış açısıyla hareket edildiğinde, dönemin gazetelerinden Tasvir-i Efkâr’ın da
“ontolojik ırkçılık” yaptığı sonucuna varabiliriz. Kültür Bakanlığı tarafından
yayınlanan Necdet Hayta “Tarih Araştırmalarına Kaynak Olarak Tasvir-i Efkâr
Gazetesi;” s.44’de “Rodos Kaymakamlığı’na eski Kastamonu Mutasarrıfı Hasan Paşa; Selanik
Eyâleti Muhasebeciği’ne, eski İzmir Muhasebecisi Nazif Efendi, Kürdistan
Eyâleti Muhasebecilği’ne eski Konya Mahesebecilerinden Ahmed Rüşdü
atanmışlardır”.
Yine,
Mustafa Kemal’in de “Şimdi Efendiler,
Kurtuluş Savaşı tarihimizde önemli bir olay olan Ali Galip sorunu hakkında izin
verirseniz biraz geniş bilgi vereyim: Efendiler, daha Temmuz başlarında,
Erzurum’da bulunduğum zaman Celâdet ve Kâmuran Ali isminde iki kişinin
yabancılar tarafından, yüklü para ile İstanbul’dan Kürdistana gönderileceği,
bunların yalan dolanla ve bize karşı kışkırtmalar yapmakla görevli oldukları ve
bir iki gün içinde yola çıkmış oldukları ya da çıkacakları haber alındı. Bu
haber üzerine, bunların, sessizce gözetlenmesi ve tutuklanmaları gereğini 3
Temmuz tarihinde Diyarbakır’da 13üncü Kolordu Komutanına ve ayrıca Kurmay
Başkan olan Halit Beye ve Samsun mutasarrıfına bildirdim.” (Milli Eğitim
Basımevi-İstanbul, 1970; s.117) ifadeleriyle “ontolojik ırkçılık” yaptığı iddia
edilebilir.
Kürt
açılımı (sonraları ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ olarak adlandırıldı)
devletin kendisi tarafından başlatılmış olmasına rağmen Sayın Vurucu, ”Eleştirmenin ve muhalif olmanın etkisizleştirilmesi
için geliştirilen strateji ise Kürt Açılımı’nın bir ‘devlet projesi’ olduğu
düşüncesidir. ‘Devlet projesi’ gerekçesi tenkit, tartışma, reddetme gibi
demokratik tavırların bertaraf edilmesinde etkili bir söylemdir” diyerek
reddediyor.
Oysa
Resmi Gazete'nin 04.03.2010 tarihli nüshasında yayımlanarak yürürlüğe giren
5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun ile kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, 2013 yılının
son aylarında 2000-2012 yıllarını kapsayan reformları “Sessiz Devrim” (Şoreşa
Bê Deng) adıyla kitaplaştırarak
kamuoyu ile paylaşmıştır. Üstelik bu çalışma Türkçe ve Kürtçenin yanı sıra
İngilizce ve Arapça olarak da basılmıştır.
Kitabın
farklı dillere çevirisi kamuoyunca memnuniyetle karşılanırken, Kürtçe
çevirisine gelen kimi tepkiler, Türkiye’nin düşünsel manada kat ettiği mesafeyi
anlatmak için yeterli olmuştur.
Devlet, “Kürt Sorunu”nu
çözmeye çalışırken, hiç şüphesiz Türkiye'yi başka sorunlar ile yüz yüze
getirmemelidir. Cumhuriyet’in ilanından sonra "Kürtlerin asimile
edilmediklerini", bu tür iddiaların;
aksine "Türk kimliği"ni hedeflediğini iddia edenler! Hiç düşündünüz
mü? 80 yıl boyunca, ana dili Kürtçe olan bu insanların kendi dillerini
konuşmaları neden yasaklandı?
Abidin Özmen’in raporlarından okuyalım:
“Türk camiası
içinde kaynaştırmak istediğimiz kimseleri Kürtçe yerine Türkçe ile konuşur hale
getirmek icap eder. Bu söz götürmez bir gerçektir.
Bunun için,
yemesi, köyünde köylüsünün, anasının, babasının yediğinden ayrılmak, yatağını
basit tahta kerevetini kendilerine temin ettirmek suretiyle devşirme ile köy
çocuklarını alıp yatılı mektepler kurmak icap eder. Bu mekteplerin binası
geniş, hastanesi, eczanesi yerinde müstakil veya tez tez uğrayan bir doktorun
kontrolünde, Türklük aşılamak kabiliyetiyle yetişmiş azimli, çalışkan
öğretmenlerin idaresinde olmalıdır. Bu yapıyı ve teşkilatı hükümet kurmalıdır.” (S. Öztürk, Kasadaki Dosyalar; s. 104-105)
Çözüm sürecinin Türkiye'yi böleceği iddiaları, yıllarca dile
getirilen "bölündük-bölünüyoruz" paranoyalarının mutasyona uğramış
yeni halidir. Sürecin, Türkiye'de başka sorunlara neden olacağını iddia etmek
ise yeni bir toplumsal mühendislik çalışmasıdır.
Türkler Kürtler için, Kürtler de Türkler için; Sünniler
Aleviler için, Aleviler de Sünniler için bir paratoner vazifesi görmektedirler.
Ülke fertleri olarak birbirimize sahip çıkmalı, Türkiye düşmanlarını
sevindirmemeliyiz.
Hz.
Peygamber, "Bir kimseyi ameli geri
bırakmışsa, nesebi, soyu onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez"
(İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 225) buyurmaktadır.
Vesselam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder