Tarih bir milletin
hafızasıdır. Tarih bir milletin geçmişiyle birlikte, geleceğinin de aynasıdır.
Tarihini bilmeyen toplumlar, izmihlale mahkûmdurlar. Tarihinden korkan
değil, yüzleşen bir millet olmalıyız. Tarihimize hissiyatla, önyargılarla, ön
kabullerle, taassupla yaklaşmamalıyız. Geçmişimizden korkmadan, gelecek
nesillere doğru ve objektif bir tarihi miras bırakmak asli vazifemiz olmalıdır.
Kaç kişimiz tarihini orijinal kaynaklarından okuyabiliyor? “Sadeleştirme” adı
altında tarihi kaynaklarımız maalesef tahrif edilmiştir.
Bilindiği üzere Ziya Gökalp, 1876-1924 yıllara arasında yaşamış, İkinci Meşrutiyet’ten başlayarak, Türkçülük akımının en büyük temsilcisi olmuş, toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Ziya Gökalp’in kitapları bile tahrif edilmiş, orijinal nüshalarda yer alan “Kürd, Laz ve Çerkes” ifadeler; sadeleştirme adına çıkartılmış, tarih âdeta katledilmiştir.
Bilindiği üzere Ziya Gökalp, 1876-1924 yıllara arasında yaşamış, İkinci Meşrutiyet’ten başlayarak, Türkçülük akımının en büyük temsilcisi olmuş, toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Ziya Gökalp’in kitapları bile tahrif edilmiş, orijinal nüshalarda yer alan “Kürd, Laz ve Çerkes” ifadeler; sadeleştirme adına çıkartılmış, tarih âdeta katledilmiştir.
1918 yılında basılan
“Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak” kitabının orijinalini, Türk Kültür
Yayını 4. serisi olan ve Ferhat Tamir’in sadeleştirmesiyle Özdemir Basımevi’nde
1977 yılında üçünü baskısı yapılan nüshasıyla karşılaştırma imkânı bulduk.
Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 8:
Tıpkı Çevirisi: “Türklerin de vicdanları tahlil olunursa görülür ki bir Türk, kızını bir Araba, bir Arnavuda, bir Kürde, bir Çerkese tezviç edebilir, fakat katiyen bir Finlandiyalıya, bir Hıristiyan Macara tezviç edemez. Bir Budist (Boudhiste) Moğolun, bir Şamanî Tonğuzun kızını da İslâm yapmadan alamaz.”
Sadeleştirilerek tahrif edilen 1977
baskısında “bir Kürd” kelimesinin
yanında “bir Çerkes” ifadesinin de
çıkartıldığı görülmektedir. Ne amaçla çıkarılmış olabileceği ise kamuoyunun
malumudur.
Osmanlıca Orijinal Nüsha, sahife 26:
Tıpkı Çevirisi: “Süruri’nin Refi’ Amedi’ye hitap ettiği “Men û tu her du ne şehriyem kî men Tirk û tu Kurd” mısraından da anlaşıldığı vecih ile “Şehrî” ne Türk, ne Kürd, ne Arap, ne Arnavud’du. Bütün milliyetlere düşman bir heyet. Bu heyet, Arabı beğenmez, Kürdü istihfaf eder, Lazla eğlenir, Türk’ü tahkir ederdi.”
1977
Baskısı, sayfa 26: “(Şehrî) ne
Türk, ne Arap ne Arnavut’tu: Bütün milliyetlere düşman bir topluluk. Bu
topluluk, Arab’ı beğenmez, Arnavut’la eğlenir, Türk’ü hor görürdü.”
1977 yılında sadeleştirilerek yapılan
baskıda “Süruri’nin
Refi’ Amedi’ye hitap ettiği “Men û tu her du ne şehriyem kî men Tirk û tu Kurd’
mısraından da anlaşıldığı vecih ile” bölümünün tamamının, aynı
paragraftaki “ne
Kürd ve Lazla” kelimelerinin de yer almadığı görülmektedir.
Tıpkı Çevirisi: “Bu telkinleri yalnız Arnavud gençlerine mahsur değildi. Arap ve Kürd gençlerine de bu düşünceyi telkine çalışıyorlar, hatta Türklerin cibilliyetsiz ve barbar olduğuna Türkleri bile inandırmaya gayret ediyorlardı. O vakit zaten Türk unvanını kabul eden bir fert yoktu.”
1977
Baskısı, sayfa 39: “Bu telkinleri
yalnız Arnavut gençlerine yapmıyorlardı. Arap gençlerine de bu düşünceyi
aşılamaya çalışıyorlar, hatta Türklerin soysuz ve barbar olduğuna Türkleri bile
inandırmağa gayret ediyorlardı. O zaman zaten Türk adını kabul eden bir fert yoktu.”
1977 yılında sadeleştirilerek yapılan
baskıda da “Kürd” kelimesinin yer almadığı
görülmektedir.
Tıpkı Çevirisi: “Nasıl ki İslavlar, Latinler ve Kürdler kadim zamanlardan beri müteaddid kavimlere ayrılmışlardı. (Bugün Kürdler, biribirinin lisanını anlamayan beş kavimden müteşekkildir.) Fakat Türkler, göçebe hayatı yaşadıkları için mazide böyle bir iftiraka uğramadılar.”
1977
Baskısı, sayfa 60:
“Nasıl ki İslâvlar, Lâtinler eksi zamanlardan beri birçok kavimlere
ayrılmışlardı. Fakat Türkler göçebe hayatı yaşadıkları için geçmişte böyle bir
ayrılığa uğramadılar.”
1977 yılında sadeleştirilerek yapılan
baskıda, ilgili bölümdeki “Kürdler” ile (Bugün Kürdler,
biribirinin lisanını anlamayan beş kavimden müteşekkildir.)” cümlesinin yer almadığı görülmektedir.
Her ne kadar 1977 baskısının
önsözünde “Bu baskıyı yaparken eserin
dilinde bir sadeleştirme yapma yoluna gittik. Fakat bunu yaparken yazarın
üslubunun değişmemesine dikkat ettik. Hele Ziya Gök Alp’ın çoğunu Türkiye’de
ilk defa kendisinin kullandığı ilmî kelimelere (terimlere) hiç dokunmadık,
aynen bıraktık (mefkûre, hars v.b). Değiştirmediğimiz kelimeler çoğunlukla o
günkü konuşma diliyle ilgili olup, bugünkü konuşma dilinde olmayan kelimeler
olmuştur.” (Ferhat Tamir/Edebiyat Öğretmeni) “yazarın üslubunun değişmemesine dikkat” edildiği belirtilmiş olsa
da, bunun sadece bir iddiadan ibaret olduğunu, sadeleştirilmesi yapılan
kitaptaki “tahrifatlar”la tebarüz ettiğine sizler de tanıklık ettiniz.
Kitabın sadeleştirilmesini
ve çevirisini yapanlar, bin yıldır beraber yaşadıkları Kürtleri yok saymış,
maalesef Ziya Gökalp kadar dahi cesur ve objektif olamamışlardır.
Yine dikkatimizi çeken bir
başka nokta, kitabın (Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak) orijinal baskısında
yer almamasına rağmen, (80. sahifeden sonrasında) Ziya Gökalp’in değişik
zamanlarda, farklı konuları içeren makalelerinin de yer alması olmuştur.
Toplumunun tüm kesimlerinin
duyarlı olmasını temenni ediyor, ilgili kesimlerin sorumlu davranarak, tarihi
belgeleri sadeleştirme adına her türlü tahriften korumalarını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder