Nasıl olur da bir bedeni saran,
Sarsan, yoran bir duygunun adı bu kadar
kısa
Telaffuzu bu kadar kolay olabilir?
Onlarca kez feryat ettim.
Hawar, hawar, hawar diye…
Olmuyor.
Talep etmekle bedende yaşanılanlar
uyuşmuyor…
Bir kelime bu kadar büyük bir kötülüğü
yapamaz.
Bir kelime kesemez ayaklarını, yerden
uçuramaz.
Ve dedim ki…
Bedende sana bu kadar acı veren,
sızlatan,
Ölmekten beter ederken bile,
Bir o kadar da mutlu eden şey, sevgi
olamaz…
Değiştireyim istedim adını, adı “sevda”
olsun dedim.
Beden bu kadar acı çekerken, ruh harabe
olup,
Ansızın diyar diyar göç ediyorsa…
Bunun adı “sevda” da olamaz.
“Aşk” diyelim istedik ama!
“Aşk” olsa, hem ruh, hem beden aynı
yolda olur,
Akıl ve gönül, el ele verirdi.
Bu iki kelime her insanda aynı etkiyi
yapsaydı,
Kimse bu kadar mutsuz olmazdı.
“Neydi bunun sırrı, neydi bunun esrarı?”
derken,
Anladık ki yaşanılan her duygunun, her
hücrenin
Bu kadar tepki vermesinin tek bir sebebi
varmış.
Ne sevda, ne de aşk?
Ya yanlış insanlarda kalplerin değil, bedenin
beğenisidir.
Ya da doğru insanda imkânsız olmaktır.
Sevdanın da aşkın da o insanın gönlüne
yuva kurmasıdır.
Ruh ve bedende yaşananların dili
olamazdı,
Bir kelimeye sığamazdı ki…
Ben Sen’i ne sevdim, ne de âşık oldum.
Bunun adı ne sevda, ne de aşk.
Ben, ben de Sen oldum…
Sen, ben de ömürlük…
Memdoğlu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder