Geçtiğimiz
hafta içerisinde Yargıtay 16. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını “delillerin toplanmasında hukuka ayrılık”
gerekçesiyle, Ergenekon davasını usül ve esastan bozdu. Yargıtay’ın bu
kararıyla dava yeniden görülecektir.
15
Ağustos 2013 tarihli “Ergenekon’un Derin
Kökleri” başlıklı yazımızda: “5
Ağustos 2013 günü Türkiye için çok şey ifade eden tarihi bir gündü. Doksan
yıldır Türkiye toplumunu dizayn eden derin yapılanmalardan deşifre edilen
Ergenekon ayağı davası nihayet sonuçlandı. Açıklanan cezalar bakıldığında,
toplum vicdanında karşılığını bulamamıştır. Verilen cezalar bir kısmı, bizim de vicdanlarımızda soru işaretleri
bırakmıştır.
Davanın hukuki yönünü ilgilendiren
kısmını hukukçulara bırakmak gerekir. Davanın, varsa eğer hukuki boşluklarını
artık hukukçular yorumlayıp değerlendirsinler. Türkiye’nin demokrasi tarihinde
bir milat olan ETÖ davasının sonuçlanmasıyla, Türkiye’deki derin yapılanmalar
tamamen bitirildi mi? Her Türkiye vatandaşı gibi bende bu soruya evet demek
isterdim. Ama maalesef hayır” (Geniş bilgi için: http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2014/07/ergenekonun-derin-kokleri.html?spref=fb)
diyerek, Paralel yapı tarafından
itibarsızlaştırılan meşru bir davanın, vicdanlarımızda bıraktığı soru
işaretlerine dikkat çekmiştik.
İster
Ergenekon, ister vesayetçi derin yapılanmalar, isterseniz İTC’den günümüze kadar
varlığını devam ettirebilmiş komitacılar, masonik örgütler; adına ne derseniz
deyin, Cumhuriyetin ilanından bugüne kadar
“Ergenekonvari” yapılanmalar
-buna FETÖ paralel yapılanması dâhildir- halkın iradesini yok hükmünde saymış
ve iktidarlarını devam ettirmişlerdir.
Türkiye,
her türlü terör ve terör örgütleriyle mücadele ettiği gibi, devlet idaresine ortak
olmak isteyen yapılanmalara da fırsat vermemelidir. “Paralel yapı” ile mücadele
adına “Ergenekon yoktur, bu dava dosyaları paralel yapı ürünüdür” demek,
hakikatleri halı altına süpürmek demektir.
Yargıtay’ın
bozma kararı, yargılama sürecindeki kimi adaletsizlikleri ortadan kaldırsa da
dava mağdurların mağduriyetlerini ortadan kaldırmayacaktır.
Ancak:
-Yargıtay,
“Ergenekon Davası”nda yerel mahkemenin kararını "delillerin toplanmasında
hukuka aykırılık gördüğü için" bozdu diye, 28 Şubatçıların Müslümanları itibarsızlaştırmak
adına kurguladıkları A. Kalkan-F. Şahin-M. Gündüz mizansenlerini hiç olmamış mı
kabul edeceğiz?
-“Tehlikenin
farkında mısınız?” kampanyası adı altında başta Ankara olmak üzere, Türkiye’nin
birçok ilinde düzenlenen ve TSK’yı göreve çağıran konuşmaların yer aldığı o
meşhur “Cumhuriyet mitinglerini” alkışlamaya devam edecek miyiz?
-1982
Anayasası'na göre 1989'da Özal’ı, 1993'te Demirel’i, 2000'de Sezer’i seçen ve
duvarında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazan TBMM’yi hiçe sayan eski Yargıtay
Cumhuriyet başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun tarihi “367 şartı” içtihadını (!) ve bu içtihadı karara bağlayan dönemin
Anayasa Mahkemesi üyelerini hayırla yâd etmeye devam edelim mi?
-“Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta
laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba
içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları
müşahede edilmektedir… Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini
duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya
dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye
çalışmaktadırlar…” diye devam eden o meşhur 27 Nisan E-muhtırasını siyasi
tarihimize altın harflerle mi yazacağız?
-Ve
dönemin Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de siyasi yasaklılar listesine dâhil
edildiği, AK Parti’nin “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği”
iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne kapatılması istemiyle açtığı davayı aklayacak
mıyız?
Vesaire,
vesaire, vesaire…
Bütün
bu yaşanılanlar hafızalarda diriliğini korurken, mahkemenin yeniden yargılama
sonrası vereceği karar, geçmişi “yaşanmamış” olarak mı kabul edilecek?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder