Kürt
siyaseti uzun yıllardır büyük ölçüde Marksist-Leninist çizgisindeki siyaseti esas
almış, seküler düşünce yapısına sahip Kürtler tarafından yönlendirilmeye
çalışılmıştır. Günümüzde de Aysel Tuğluk, Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü
gibi milletvekillerinin yanı sıra KCK içerisinden Cemil Bayık, Duran Kalkan,
Mustafa Karasu ve Sabri Ok, gibi isimlerin seküler modernleşme konusunda “ırkçı-ulusalcı
paradigmayı” esas alan söylemlerinin özünde bu düşünce yapısı vardır. Silahlı mücadeleyi
esas alan, seküler-ırkçı düşünce yapısının baskın olduğu PKK-KCK içerisindeki cenahın
sözcülüğünü ise -bu sıralar- Aysel Tuğluk yapmaktadır.
Son
dönemlerde en çok dillendirilen soru: “Türkiye’nin iç barışını kim istemiyor?” Yurt içi ve uluslararası boyutları olmakla
birlikte, PKK’daki otoriter yönetim-seküler-tek tipçi anlayış, Kürt sorunu ve
çözüm sürecinin önündeki en büyük engeldir.
KCK-Kandil,
6-7-8 Ekim’de Türkiye’de estirilen terörü planlamış, HPD ise bu olaylara ön
ayak olmuştu. HDP, 6-7-8 Ekim olaylarında üzerine sıçrayan kanı temizlemek, hem
Türkiye, hem de uluslararası kamuoyu nezdinde bozulan imajını düzeltmek için Kandil
ve uluslararası güçlerin de dayatmasıyla 1 Kasım’da “Dünya Kobani Günü” etkinlikleri düzenledi. 6-7-8 Ekim’in aksine HPD’li yetkililer
sürekli sağduyu çağrısında bulundular. HDP, her iki etkinliğin de düzenleyicisi
konumundaydı.
Sonuç?
6-7-8
Ekim Kobani'yi protesto eylemleri; vandalizim, şiddet, ölüm kan ve gözyaşı… “1 Kasım
Dünya Kobani Günü” eylemleri, sağduyu…
Neymiş
efendim? Demek ki istenildiğinde demokratik talepler de medeni bir şekilde dile
getirilebiliyormuş.
PKK-KCK
Kandil son dönemlerde, genelde Türkiye, özelde Erdoğan aleyhtarı iç ve dış tüm
güçlere yeşil ışık yakmış durumda. Kandil bu politika değişikliği ile Türkiye’nin
kendi sorununu, kendi iç dinamikleriyle çözme gayret ve iradesine, uluslararası
güçleri müdahil etmek istiyor.
Ve KCK-Kandil, nihayet ağzındaki baklayı çıkardı. Avusturya
gazetesi Der Standard’da konuşan KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, “çözüm süreci” için
ABD'nin gözlemci olmasını istedi. Bayık, “Kürt sorunu sadece Türkiye’nin
sorunu değil, uluslararası bir sorundur ve çözümü de uluslararası olmalıdır.
PKK bu sorunun çözümünün parçası olacaktır… Bu ABD olabilir. Uluslararası bir heyet de
olabilir. Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da
(gözlemci olarak) kabul edebiliriz ve gördüğümüz kadarıyla o yöne doğru bir
gidiş var" diyor.
Cemil Bayık’ın ABD’nin bilgisi olmadan,
kendi başına böyle bir şeyi dillendireceğine ihtimal vermiyorum. Bu
talep C. Bayık’ın değil, ABD’nin talebidir. “Çözüm Süreci”ne üçüncü bir gücün
müdahil olması demek, acının, kan ve gözyaşının, kısacası çözümsüzlüğün
yıllarca devam etmesi demektir.
Türkiye’nin
iç barışının engellenmek istenmesinin uluslararası boyutuna gelince:
ABD:
Orta Doğu’daki menfaatleri gereği, kendi siyasi ve politik ekseni içerisindeki
Türkiye’yi kaybetmek istemiyor. Bunun için de Kürt sorunu ve çözümü üzerinden
Türkiye’ye ders vermeye çalışıyor. Kobani’ye yönelik politikalarda bunu
rahatlıkla gördük.
İngiltere:
Dünyanın fitne merkezidir. Yüz yıl önce cetvel ile parçalara ayırdığı Orta
Doğu’daki sınırları, kendi çıkarlarına göre yeniden çizmek istiyor.
AB:
Avrupa Birliği’nin omurgasını oluşturan Almanya ve Fransa (Belçika ile Hollanda
da eklenebilir) Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini engellemek, hiç olmazsa kendi
projeleri olan imtiyazlı ortaklığı kabul ettirmek için Kürt sorunun çözümsüzlüğünü
dayatmaktadırlar. Paris cinayetleri bu amaca yönelikti. Hâlâ esrarengizliğini
koruyan Paris cinayetleri aydınlatıldığı an AB içerisindeki derin gladyo da
deşifre olacaktır.
İsrail:
“One minute” ile başlayan, Mavi Marmara faciasıyla
doruğa ulaşan Türkiye-İsrail gerginliği, İsrail’in Gazze’ye saldırılarıyla daha
da derinleşmiştir. Orta Doğu’daki güçlü bir Türkiye, İsrail’in bölge
politikaları için de problem kaynağıdır. Türkiye’nin Kürt sorunuyla meşgul
olması bölgeye yönelik siyasi enerjisini zayıflatacaktır.
İran ve Rusya:
Türkiye'deki “Çözüm Süreci”, bölge ülkeleri içerisinde en çok İran’ı
rahatsız etmiştir. Kendi iç sorunun çözmüş ve bölgedeki diğer Kürtler
ile iyi ilişkiler kuramaya çalışan bir Türkiye, İran ve Rusya’nın bölge
politikaları ve çıkarları için bir engeldir. İran ve Rusya’nın Irak’taki Şii
yönetim ile Esed rejimine açıktan verdiği destek Türkiye’nin bölgedeki
etkinliğini engellemeye yöneliktir.
Türkiye’nin
iç barışını engellemek isteyen devletlerin ortak hedefi; bölgedeki enerji
kaynakları ve bu enerjinin batıya geçiş yollarının kontrol edilmesi
mücadelesidir.
BDP-HDP/DTK
(legal Kürt siyaseti) çözüm sürecine dair ne tür politika izleyeceğine net bir
karar vermiş değildir. İradesini Kandil’e teslim etmiş, silahı; “Kürt Sorunu”nun
çözümü için sigorta olarak görmeye devam eden legal Kürt siyaseti, elbette bu süreçte yeterince etkili olamayacaktır.
HDP son açıklamasında “Çözüm süreci devam
ediyor ve her şartta devam edecek. Çünkü Türkiye halkları buna inandı ve
güvendi bu hükümeti de bizi de aşacak bir irade olarak ortaya çıktı.”
açıklamasına uygun politikalar üretebilir mi?
Yine
bir umut, yeni bir ümit…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder