21 Kasım 2014 Cuma

Barışın Bedeli

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak, kendi sorunlarını çözememiş bir Türkiye’nin, bölgesinde de küresel bir güç olamayacağı açıktır. Son dönemdeki gelişmeler de bu düşünceyi doğrular niteliktedir.

Merhum Özal'ın başlattığı süreç, 24 Mayıs 1993’te Bingöl’de 33 sivil ve savunmasız askerin katledilmesi ile son bulmuştu.

BDP ile TBMM’deki yemin krizinin aşılması için Ankara'da görüşmelerin yapıldığı, İmralı Cezaevi’ndeki Öcalan'dan barışçıl mesajların geldiği bir ortamda; bu kez de 14 Temmuz 2011’de Silvan’da 13 askerin şehit edilmesiyle “barış” ve “çözüm” kelimeleri Türkiye halkının boğazında bir kez daha düğümlenmişti.

Arkasından MİT ile PKK arasında Norveç’in Başkenti Oslo’da başlayan görüşmeler, aslında bilinen ama açıklanamayan kimi odaklar tarafından basına sızdırılarak sekteye uğratıldı. (Oslo görüşmelerinin Türkiye’nin bölgede güçlü bir aktör olmasını istemeyen emperyalist güçler tarafından sabote edildiğini düşünenlerdenim.)

Bugün devlet ile İmralı arasında başlayan görüşmeler, Türkiye’de yeni bir çözüm umudu sürecini doğurmuştur. Türkiye’deki çözüm sürecini sabote edebilecek birçok odağın varlığı kuşkuya mahal bırakmayacak bir hakikattir. (Derin güçler, PKK ve PKK’nın uluslararası derin bağlantıları, aşırı milliyetçi uçlar ve çatışma ortamında rant elde eden odaklar…)

KCK’nın geri çekilmeyi durdurduğunu açıklaması, Öcalan’ın BDP heyeti ile yapmış olduğu en son görüşme, Türkiye’de yeni bir çatışma ve kaos ortamı isteyen odakların tüm dikkatlerini Türkiye’ye çevirmelerine neden olsa da Türkiye artık eski Türkiye olmayacaktır.

Abdulkadir Selvi, Yenişafak Gazetesi’ndeki köşesinde son gelişmeleri:“…Kandil'in, geri çekilmeyi durdurduğunu ilan etmesiyle birlikte yeniden başa mı döndük? Hayır, değil. Çözümün birinci aşaması olan geri çekilmeyi tamamlayamadık, bu yönüyle iyi gitmeyen bir şeyler var ama bu başa dönüldüğü anlamına da gelmiyor. İstenilen performansta devam etmese de çözüm süreci devam ediyor. Ateşkes sürecinin devam etmesi önemli. Çünkü ilk başlardaki temaslarda da geri çekilmeden öte, 'şiddetsizlik ortamı' üzerinde durulmuştu…” sözleriyle değerlendiriyor.

Biz de Türkiye kamuoyuna, barışı elde etmek için neler kaybettiklerimizi merak edenlere, 2012 yılının sonlarında başlayan çözüm sürecini sekteye uğratıp yeniden kardeşkanı dökmek isteyenlere sesleniyor ve kısa bir hafıza yoklaması için, işte:

Buyurun barışın bedeli!

“27 Kasım 1978’de kurulan ve 32 yıldır varlığını devam ettiren PKK ile mücadelede meydana gelen olay sayısı Genel Kurmay Başkanlığı verilerine göre 43 bin 505’tir.

Genelkurmay Başkanlığı rakamlarına göre, 15 Ağustos 1984 ile Nisan 2009 tarihleri arasındaki dönemde güvenlik görevlilerinin verdiği şehit sayısı 11 bin 735’tir. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 17 Nisan 2009 tarihinde Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı konuşmada “Etkisiz hale getirilen toplam PKK’lı sayısı ise 40 bin olarak açıklamıştır.(Bu verilere PKK’nın iç infazları dâhil değildir. PKK infazları için 10 ile 15 bin arasında bir rakam telaffuz ediliyor.)

Genelkurmay Başkanlığının verilerine göre, Türkiye, I. Dünya Savaşı hariç, son yüz yılda girdiği savaşlarda toplam 16.409 şehit verirken, Kurtuluş Savaşı’nda verilen toplam şehit sayısı 10.885’tir. PKK ile mücadelede ise bugüne kadar 11. 735 şehit verilmiştir.

TBMM Göç Komisyonu’nun raporuna göre, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde güvenlik nedeniyle boşaltılan köy ve mezra sayısı 3.428’dir. Bu köy ve mezralarda yaşayan 1 milyona yakın yurttaşımız doğal yaşamlarından kopartılarak zorunlu göçe maruz kalmışlardır.

PKK ile mücadelede alan kontrolü sağlamak için 1984 yılında oluşturulan koruculuk sisteminin yasal dayanağı olmasına rağmen, toplumsal meşruiyeti hep sorgulanmıştır. Toplam köy korucu sayısı, hâlâ resmi olarak belirsizliğini korusa da sayılarının 50 bin ile70 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye terörle mücadele amacıyla, sınır ötesine bugüne kadar irili ufaklı toplam 25 sınır ötesi operasyon yapmıştır. Bu operasyonlara katılan toplam asker ve korucu 5 bin ile 50 bin arasında değişmektedir.

Terörle mücadeleye ayrılan kaynağın farklı hesaplamalara göre 150-400 milyar dolar aralığında değiştiği ileri sürülmektedir. Yaygın kabul gören kanaate göre, bu rakam 300 milyar dolar civarındadır. Bu rakamlara göre Türkiye son 20 yılda teröre her yıl yaklaşık 15 milyar dolar kaynak ayırmak durumunda kalmıştır…“*

İçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre ise 2002-2011 yılları arasında ülke genelinde meydana gelen terör olaylarında 81 polis, 734 asker olmak üzere, toplam 815 güvenlik mensubu şehit oldu. Toplam 5 bin 94 asker ve polis de yaralandı. Son 8 ayda terör örgütü 85 vatandaşı kaçırdı, 75'ini serbest bıraktı.

İçişleri Bakanlığı’nın, 2012 yılındaki terör operasyonlarıyla ilgili raporu ise şöyle:

"Yılın ilk 9 ayında Türkiye kırsalı ve Kuzey Irak'ta düzenlenen operasyonlarda 970 terörist öldürüldü, 174'ü teslim oldu. Örgüt üyesi, milis, sempatizan ile örgüte yardım yataklık eden 6 bin 300 kişi PKK /KCK soruşturmalarında gözaltına alındı. Operasyonlarda, toplam 300 kilo RDX (C-4, A-4 plastik patlayıcı) ile 2 ton 900 kilogram el yapımı patlayıcı ele geçirildi. Kara ve hava harekâtlarıyla PKK'daki 5 bin 500 - 6 bin dolayında olan eleman sayısı 4 - 4 bin 500'e geriledi."

Devlet ile İmralı arasında başlayan görüşmeler sonrasında olgunlaşan çözüm süreci, tüm Türkiye’de büyük beklentilere neden olmuş ve toplumun büyük bir kesimi tarafından da desteklenmiştir. Çözüm süreci, zaman zaman sekteye uğratılmaya çalışılsa da bir şekliyle yoluna devam ediyor, inşallah devam edecektir de.

    En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir…

*- SETA Rapor H. Yayman: Şark Meselesinden Demokratik Açılıma Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası. s 20-21


(Bu yazı ilk olarak 18 Eylül 2013 tarihinde haber 111 sitesinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder