Bir
milattı Kobani. Evet, sonuçları tarihe mal olabilecek bir milat. Özellikle de
Kürtler arasında bir birliktelik düşüncesi gündeme geldi. Kobani ile Kürtler
bir kez daha dünyanın gündemine girdiler.
Kobani
olayları “Çözüm Süreci”nde ağır hareket ettiği gerekçesiyle devlete mi, yoksa
devlet ile anlaştığı iddia edilen Öcalan’a yönelik bir mesaj mıydı?
Türkiye
açısından bakıldığında, Kobani üzerinden çözüm sürecini sekteye uğratmak
isteyen tüm çevreler, bir anda zeytinyağı gibi su yüzüne çıkıverdiler. Belki de
Öcalan’ın cezaevi şartlarının daha da iyileştirilmesine hatta “ev hapsi”ne alınmasına
neden olabilir.
Kobani olayları öncesi ve sonrasında Kandil’in
üçüncü ülke ya da gözlemci ülke olarak ABD’yi işaret etmesi çok konuşuldu, çok
tartışıldı. Aslında Kandil, bu konuda İmralı’yı çok gerilerden takip etmektedir. Geçmişte, ABD’nin arabulucu olmasını isteyen
bizzat Öcalan’ın kendisidir. 12 Nisan
1999 tarihli avukat görüşmesinde, avukatın; “ABD
yetkilileriyle görüşmemiz gündemde, görüşünüz nedir?” sorusuna Öcalan: “Arabuluculuk talep edin, çözüme ilişkin
destek isteyin. Onların haberi var. Sonraki görüşmede ABD’den ve İngiltere’den
haber getirin. Onlara, bizi ve Türkiye’yi barıştırın, uzlaştırın deyin. Kavga
yok, silah yok ve bu sene bitiyor deyin.” demişti. Anlaşılan Öcalan’ın bu
ifadesinin üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen, Öcalan bu süre içerisinde
paradigma değişikliğine gitmiş ama Kandil hâlâ aynı noktada durmaya devam
etmektedir.
“Çözüm Süreci”ni son iki yılda ki seçim
sonuçlarına endeksleyen AK Parti iktidarı ve bu süre zarfında “çözüm süreci”nde
bir türlü istenildiği çabukluğu gösteremeyen devlet aklı ise şapkalarını bir
kez daha önlerine koydular. Türkiye’nin birincil meselesinin çözümünün siyasi
hesaplara kurban edilmek istenmesinin doğuracağı tahribatı ve enkazı yeniden görme
imkânı buldular.
Kamuoyunda devlet tarafından Öcalan ve
Kandil’e verildiği iddia edilen yol haritasına ilişkin Cemil Bayık, "Bu işin merkezinde biz varız ve bize
yol haritası verilmedi" diyerek, söylenilenleri kesin ve net bir
dille yalanlıyor. Yani böyle bir harita var mıdır, yok mudur? Artık bu saatten sonra yeni bir provokasyona yol
açabilecek söylem ve icraatlardan kaçınmalı, süreç daha şeffaf olarak
yürütülmelidir.
Yeni Şafak gazetesi yazarlarından
Abdülkadir Selvi, 17 Kasım 2014 tarihli köşe yazısında Çözüm Sürecinin
geleceğine ilişkin önemli bir iddiayı dile getirdi. Öcalan’ın PKK’nın Türkiye’de silahlı
mücadeleyi bıraktığını 21 Mart 2015’teki Diyarbakır’daki Nevruz’da
açıklayacağını iddia eden A. Selvi, yazısında, “Öcalan’la mutabık kalınan ‘Yol Haritası’na göre, Şubat ayında PKK’nın
kongresi toplanacak ve ‘Türkiye topraklarında silahlı mücadeleyi bırakma’
kararı alacak. Çok önemli bir toplantı olacak. Silahlı mücadele için dağlara
çıkan ve Ortadoğu coğrafyasında Türkiye gibi güçlü bir ülke karşısında silahlı
mücadele ile ayakta kalabilen bir örgüt, tarihinde ilk kez silah bırakmayı
tartışacak” diyor.
İddia bu. Yani “baldıran zehiri“ içmeye
hazır bir Öcalan profili mi var karşımızda? Öcalan yeni bir misyon mu
üstlenecek? Orta Doğu’nun kaygan ve kaypak zemininde 40 yıldır siyaset
üretebilen Öcalan, kim bilir belki de
hayatının en büyük kumarını oynamaya hazırlanıyor. Öcalan’ın ‘Türkiye topraklarında silahlı mücadeleyi
bırakma’ çağrısı Kandil’de karşılık
bulur mu?
Benim de temenni ve beklentim bu yönde. Ama! Geçmişte yaşanan tecrübeler ve Kandil’in
bugünkü tavrı, toplumun çoğunluğu gibi
bizi de şüpheye düşürmüyor değil. Neden
derseniz? Kandil, Öcalan’ın 2013 Nevruzu’ndaki "Artık
silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik. Yok sayan,
inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne,
Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor.
Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir
dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın
sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” bu çağrısına ne kadar sadık kalmıştı?
İki yıldır yaşananlar bu sorunun cevabı için yeterli değil midir?
Hatırlanacağı üzere Öcalan’ın bu çağrısı
PKK içerisinde sert tartışmalara sebebiyet vermiş, örgüt içerisinde “silahlı
mücadele mi, silahsız mücadele mi?” tartışmaları başlamış, bunun sonucu olarak 30 Haziran- 5 Temmuz 2013
tarihleri arasında Kandil’de gerçekleştirilen KONGRA-GEL 9. Genel Kurulu’nda Öcalan’a direnen
anlayış, KCK’nın başına getirilmişti.
Silahsızlanma çağrısı neye karşılık
olabilir? Devlet bu manada neler yapabilir?
-Yasalaştırılmış bir süreç var, yani
devletin elinde bir yol haritası var. Öncelikle Akil İnsanlar Heyeti arasından
seçilecek bir izleme komisyonu kurulabilir.
-Yıllardır yapılmak istenen ama
kamuoyunda infiale neden olabilir düşüncesiyle bir türlü açıklanmayan Öcalan’in
ev hapsi konusu konuşulmaya başlanır.
-İmralı’ya giden heyet genişletilebilir ve
bir sekreterya kurulabilir.
İstikrar ve devlet otoritesinin olmadığı
yerlerde anarşi doğar. Anarşi ise beraberinde terör ve şiddeti doğurur. Şiddet, kin ve acıyı, kin ve acı ise en nihayetinde
ayrılığı kaçınılmaz kılar.
Devlet olmanın birinci şartı,
vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlayarak, huzur içerisinde yaşamasını
tesis ve temin etmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder