27 Ekim 2016 Perşembe

Birbirimize Emanet Edilmemiş miydik?...


Kimi zaman insanlardan bahsederken “rastlantı” der geçeriz.
Ne tuhaf değil mi?
Tek düzene oturtmaya çalıştığımız şey,
Birbirlerinden farklı, binlerce, on binlerce kişilik.
Yaradan, ne kadar da ince zarif ve saf yaratmış oysa.
Neden saf kalmayı başaramıyoruz?
Masumların, mazlumların canları yanarken,
Neden kalplere leke, gözlere yaş, gönüllere kin düşer?
Her mevsim meyveye ayrı bir tat katarken,
Neden hayata lezzet katamıyoruz?

Biz birbirimize emanet edilmemiş miydik?
Yaratılış fıtratımız,  sevgi ve iyilik değil miydi?
Ne zaman tükettik biz bu güzellikleri?

Saatler yanlış istikamette,
Zaman kötülüğe doğru hızla ilerliyor sanki.
Dalında açan tomurcuk tek tek kopartılıyor.
İyi, güzel ne varsa, bir bir atılıyor kalplerden.
Kötülüğe uzanan eller ve diller,
Can yakmaya devam ediyor.

Hadi, güneşin aydınlattığı o aydınlığa
Sevgi ve iyilik tohumları ekelim.
Ekelim de…
Ekilen tohumlar, kalplerde kök salamıyor ki?
Sebep mi sevgi tohumlarını bile “sevgiyle” ekmeyi öğrenemedik?
Ve kalpleri, “sevgi”nin olmadığı,
Kokusuz dikenli gül bahçelerine benzettik.

Güle koku veren diken değil miydi?
Neden gülsüz çoğaldı ki dikenler?
İnsana yakışan, bir tatlı tebessüm değil miydi?
Neden karanlığa benzer asık suratlar?

Aydınlığın kaynağı, sevgi dolu kalpler değil miydi?
Neden gündüzler gece, geceler karanlık kör kuyulara dönüştü?
Bizden istenen üç sihirli kelime: 
Huzur, mutluluk ve sevgi.
Günümüz insanları, dünyanın sahte güzelliklerine aldanmış.
Ne huzuru ne mutluluğu ne de sevgiyi arzuluyor.

Kötülüğe bulanmış, hırslarına yenilmiş,
Gözünü toprak bile doyuramamışken,
“Doyumsuzluğa” doymuş bir hâlde, gününü gün ediyor…
Suçlu mu? 
Gözünü ve kalbini hak ve hakikate kapamış,
Zihinlerini şeytani düşüncelere yuva yapmış,
İyiliği kötülüğe,  ahiretini dünyaya tercih etmişiz biz.

Memdoğlu...

12 Ekim 2016 Çarşamba

Biz Sen'i Severken, Hiç Ümitsizliğe Düşmedik ki?


“İzliyor musun beni?” dedi gökyüzü.
“Değişiyorum ve mevsiminden önce
Üşütüyorum ellerini.”
Rüzgâr sordu?
“Bırakır mısın kendini bana?
İstediğin yere eseyim ya kokusunu getireyim,
Ya da koku bırakayım Sevgili’nin koynuna.”


Yağmur damlası atıldı hemen:
“Ben dokunurum yanaklarına.
Sever gibi süzülürüm gönlüne.
Bilirsin ki senindir akan damlalar.
Bilirsin ki tarifsiz kokunun elçisi sarıyor seni.”

Bu kez, bir sitem ile şimşek girdi araya:
“İşte!” dedi.
Kalbinde bıraktığın acının tarifi ben’im.
Yandığından daha fazla yakar dökerim.
Ama sen öyle yanmışsın ki?
İkinci bir ateş ne yanar ne de küle döner.” dedi.

Ve mevsimler yılları kovalarken…
Gökyüzü renkten renge bürünüp
Yeryüzü hepsine muhtaçken
Güneş gösteriyordu yüzünü.
Umut kıvılcımı ve aydınlığını serdi
Hem yere, hem de gökyüzüne.

Sonra eğildi, Sevgili’nin koynuna.
“Anlat içini, dök gözyaşlarını” dedi.
“Aç göğsünü, aç ki merhem olayım.
Küle dönen yüreğini güle,
Alev alev yanan kalbini suya çevireyim” dedi,
Ve çöktü sevgilinin yüreğinin orta yerine.

“Anlat!” dedi bir kez daha.
Sevgili’nin yüreği başladı anlatmaya:
“Benim derdim ne “ben”liğim ne de “yok”luğum,
Benim derdim dikenli yolum, derdim Âşk” dedi.

“Dur” dedi güneş, “Dur! Sabret...
Ben bile elle tutulamazken
Sıcaklığımla gönlünü ısıtmadım mı?”

Gökyüzü, biraz kırgın başladı.
“Ruhun temizlensin diye,
Masmavi tenimden su damlacıkları akıtmadım mı?
Gerektiğinde üstüne gölge olmadım mı?”

Şimşek hiddetle: “Ben de buradayım.
O gür sesimle,
Gönlünü ıslatan yağmurlara eşlik etmedim mi?”

Bu kez yeryüzü söz aldı.
“Renklerimi, nimetlerimi ayaklarına sermedim mi?
Ayrılık vakti gelip dar-ı bekaya göç ettiğinde
Bir anne şefkatiyle seni bağrıma basmadım mı?”

Ve uzaklardan…
Sis bulutlarının arkasından bir nida yükseldi.
“Ey Yâr!
Biz Sen’i severken hiç ümitsizliğe düşmedik ki?”

Memdoğlu...

10 Ekim 2016 Pazartesi

Allah Var, Gam Yok!...


“Kollarına yuva yaptım,
Yıkılma; ayakta kal!” dedi beyaz güvercin.
Dile gelmişti bir kez ve devam etti…
“Aç sevgiyle ördüğün gönül şemsiyesini.
Dökülsün ayaklarıma sevdanın her zerresi.
Sarsın bedenimi o sımsıcak kokun.
Sen de kaybolsun, sana bakan o ela gözler.
Bak,  mesut olasın diye,
Ağaçlar yoluna sermiş yapraklarını.
Renkleriyle kuşak yapmış gökyüzü.
Elinde bu kadar nimet varken,
Sen ‘yolumu kaybettim, mutsuzum’ diyorsun.
Kalbini karanlığa gömüp,
Gözlerinden yaş mı akıtıyorsun?
Sevdiklerine sırtını dönüp,
Karalar içinde karanlıklarla yoldaş mı oluyorsun?
Sen hâlâ yarınından şüphe mi ediyorsun?
Bir damla umudumuz olmasaydı,
Sarılır mıydık gönlümüzün aktığı yere?
Acılar içinde bakarken Sevgili’nin silüetine,
Güler miydi yüzümüz?
Haydi, bırak umutsuzluğu!.
Seninle umuda yelken açanlardan,
Boynuna dualar asanlardan,
Gözlerine hayalini koyanlardan
Seni sevenlerden esirgeme tebessümünü.
Yol belli, Allah var, gam yok” dedi
Ve özgürlüğe…
Sonsuzluğa uçuverdi…

Memdoğlu…

9 Ekim 2016 Pazar

Önce Adalet!...

Terör ve terör örgütleriyle mücadele başlı başına bir sanattır. Strateji ve sabır gerektirir.

Komitacı ve masonik teşkilatların örgütlenme biçimi olan “piramit” yapı sistemiyle kurulan ve yönetilen, hedeflerine ulaşmak için kendilerine her yolu mubah gören, yıllarca İslami söylemleri referans alarak takiyye yapan, TBMM’yi bombalayan, 241 vatandaşımızı şehit eden, binlercesini de yaralayan, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi olmak üzere Başbakan, bakan ve milletvekillerini öldürmeye kalkışan FETÖ/PDY gibi terör örgütleriyle mücadele etmek, daha da zordur.

Mağduriyet edebiyatı yapma maksadımız yoktur. (Son günlerde siyasi çıkarları için mağduriyet edebiyatı yapanlar var) Ancak ortada mağdur edilmiş insanların olduğu da bir gerçek. O zaman bir an önce mağdur edilenlerin mağduriyetleri giderilsin ki birileri bu mağduriyetler üzerinden siyaset yapıp, nemalanmaya çalışmasın.

FETÖ ile mücadele esnasında,  bazı mağduriyetler yaşanmıştır. Önemli olan, hata veya yanlışlık sonucu mağdur edilen insanların mağduriyetinin giderilmesidir. Bu mağduriyetlerin giderilmesi,  FETÖ ile mücadeleyi daha da güçlendirecektir.

26 Temmuz 2016 tarihli, “Sen de mi Brutus?!” başlıklı yazımızda; “15 Temmuz sonrasında (darbeye iştirak eden asker görünümlü teröristleri kast etmiyorum)  kamu kurumlarında çok sayıda personel, FETÖ terör örgütü ile ilişkili olabileceği şüphesiyle gözaltına alındı. Devletin ani bir refleksle gözaltına aldığı kamu personeli içerisinde az da olsa, FETÖ ile ilişkisi olmayan memurlar da bulunmaktadır. Bu noktada devletin, çalıştığı kurumdaki görevi nedeniyle, FETÖ’cülerin hedefi olmuş ve FETÖ’cüler tarafından bilinçli olarak itibarsızlaştırılmak istenen memurların da bulunabileceğini göz ardı etmemesi gerekir. Anayasa’nın 38. Maddesi ‘Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz’ hükmü gereği, her gözaltına alınan kamu personelinin potansiyel FETÖ ‘cü olarak görülmesi, toplumda büyük bir travmanın yaşanmasına sebebiyet verecektir.” demiş ve devletin kılcal damarlarına kadar işlemiş FETÖ urunun temizlenmesi için, TSK başta olmak üzere birçok kurumda yapısal değişikliklere gidilmesinin gerekli olduğuna dikkat çekmiştik.

 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında, FETÖ/PDY terör örgütüyle mücadelede çok sayıda memur, çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle memuriyetten men edilmişlerdi. Özellikle 01 Eylül 2016 tarihli 672 sayılı KHK sonrası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın; “Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. 'Ben bir şey atayım da nasılsa tutar' diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var. Bazen fırsat bulduğumda TV'leri izliyorum. Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım” çıkışı, ikaz ve öngörümüzdeki haklılığımızı ortaya çıkarmıştır.

Başbakan Yıldırım ve Başbakan Yardımcıları Numan Kurtulmuş, Nurettin Canikli ve Veysi Kaynak’ın açıklamaları, az da olsa FETÖ/PDY terör örgütüyle bir ilişkisi olmayan, FETÖ ile mücadeledeki hiçbir kritere ve parametreye uymayan; haksız yere ve yanlışlıkla memuriyetten men edilmiş;  “masum ve mazlum” memurların olduğunu  teyit ediyor.

Hatırlanacağı üzere Ergenekon ve Balyoz davalarını FETÖ'nün kiralamış olduğu "gizli tanıklar" sulandırmıştı. Bu sözüm ona "gizli tanıklar",  kendilerine engel olarak gördükleri ve Ergenekon ile Balyoz davalarıyla ilgisi ve alakası olmayan, çok sayıda insanı mağdur etmişlerdi.

Bugünkü FETÖ/PDY operasyonlarında da benzer bir taktik işleniyor. Gözaltına alınan kimi FETÖ terör örgütü mensupları "itirafçı" ya da "gizli tanık" sıfatıyla verdikleri ifadelerde, FETÖ/PDY terör örgütüyle hiçbir ilgisi ve irtibatı olmayan insanların isimlerini vererek mağdur etmekte, "kripto" diye tabir edilen mensuplarını kamufle etmeye çalışıyor olabilirler. Devlet, FETÖ’nün bir taktiği olan bu kirli oyuna gelmemelidir.

Bir hata sonucu FETÖ/PDY ile ilişkilendirilerek mağdur edilen memurların görevlerine iade edilmesi, toplumdaki endişeleri gidereceği gibi, FETÖ ile mücadeleyi de zafiyete uğratmayacak, aksine daha sağlıklı hale getirecektir.