12 Ekim 2016 Çarşamba

Biz Sen'i Severken, Hiç Ümitsizliğe Düşmedik ki?


“İzliyor musun beni?” dedi gökyüzü.
“Değişiyorum ve mevsiminden önce
Üşütüyorum ellerini.”
Rüzgâr sordu?
“Bırakır mısın kendini bana?
İstediğin yere eseyim ya kokusunu getireyim,
Ya da koku bırakayım Sevgili’nin koynuna.”


Yağmur damlası atıldı hemen:
“Ben dokunurum yanaklarına.
Sever gibi süzülürüm gönlüne.
Bilirsin ki senindir akan damlalar.
Bilirsin ki tarifsiz kokunun elçisi sarıyor seni.”

Bu kez, bir sitem ile şimşek girdi araya:
“İşte!” dedi.
Kalbinde bıraktığın acının tarifi ben’im.
Yandığından daha fazla yakar dökerim.
Ama sen öyle yanmışsın ki?
İkinci bir ateş ne yanar ne de küle döner.” dedi.

Ve mevsimler yılları kovalarken…
Gökyüzü renkten renge bürünüp
Yeryüzü hepsine muhtaçken
Güneş gösteriyordu yüzünü.
Umut kıvılcımı ve aydınlığını serdi
Hem yere, hem de gökyüzüne.

Sonra eğildi, Sevgili’nin koynuna.
“Anlat içini, dök gözyaşlarını” dedi.
“Aç göğsünü, aç ki merhem olayım.
Küle dönen yüreğini güle,
Alev alev yanan kalbini suya çevireyim” dedi,
Ve çöktü sevgilinin yüreğinin orta yerine.

“Anlat!” dedi bir kez daha.
Sevgili’nin yüreği başladı anlatmaya:
“Benim derdim ne “ben”liğim ne de “yok”luğum,
Benim derdim dikenli yolum, derdim Âşk” dedi.

“Dur” dedi güneş, “Dur! Sabret...
Ben bile elle tutulamazken
Sıcaklığımla gönlünü ısıtmadım mı?”

Gökyüzü, biraz kırgın başladı.
“Ruhun temizlensin diye,
Masmavi tenimden su damlacıkları akıtmadım mı?
Gerektiğinde üstüne gölge olmadım mı?”

Şimşek hiddetle: “Ben de buradayım.
O gür sesimle,
Gönlünü ıslatan yağmurlara eşlik etmedim mi?”

Bu kez yeryüzü söz aldı.
“Renklerimi, nimetlerimi ayaklarına sermedim mi?
Ayrılık vakti gelip dar-ı bekaya göç ettiğinde
Bir anne şefkatiyle seni bağrıma basmadım mı?”

Ve uzaklardan…
Sis bulutlarının arkasından bir nida yükseldi.
“Ey Yâr!
Biz Sen’i severken hiç ümitsizliğe düşmedik ki?”

Memdoğlu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder