Kimi
zaman insanlardan bahsederken “rastlantı” der geçeriz.
Ne
tuhaf değil mi?
Tek
düzene oturtmaya çalıştığımız şey,
Birbirlerinden
farklı, binlerce, on binlerce kişilik.
Yaradan,
ne kadar da ince zarif ve saf yaratmış oysa.
Neden
saf kalmayı başaramıyoruz?
Masumların,
mazlumların canları yanarken,
Neden
kalplere leke, gözlere yaş, gönüllere kin düşer?
Her
mevsim meyveye ayrı bir tat katarken,
Neden hayata lezzet katamıyoruz?
Biz
birbirimize emanet edilmemiş miydik?
Yaratılış
fıtratımız, sevgi ve iyilik değil miydi?
Ne
zaman tükettik biz bu güzellikleri?
Saatler
yanlış istikamette,
Zaman
kötülüğe doğru hızla ilerliyor sanki.
Dalında
açan tomurcuk tek tek kopartılıyor.
İyi, güzel ne varsa, bir bir atılıyor kalplerden.
Kötülüğe
uzanan eller ve diller,
Can
yakmaya devam ediyor.
Hadi,
güneşin aydınlattığı o aydınlığa
Sevgi
ve iyilik tohumları ekelim.
Ekelim
de…
Ekilen
tohumlar, kalplerde kök salamıyor ki?
Sebep
mi sevgi tohumlarını bile “sevgiyle” ekmeyi öğrenemedik?
Ve
kalpleri, “sevgi”nin olmadığı,
Kokusuz
dikenli gül bahçelerine benzettik.
Güle
koku veren diken değil miydi?
Neden
gülsüz çoğaldı ki dikenler?
İnsana
yakışan, bir tatlı tebessüm değil miydi?
Neden
karanlığa benzer asık suratlar?
Aydınlığın
kaynağı, sevgi dolu kalpler değil miydi?
Neden
gündüzler gece, geceler karanlık kör kuyulara dönüştü?
Bizden
istenen üç sihirli kelime:
Huzur, mutluluk ve sevgi.
Günümüz
insanları, dünyanın sahte güzelliklerine aldanmış.
Ne
huzuru ne mutluluğu ne de sevgiyi arzuluyor.
Kötülüğe
bulanmış, hırslarına yenilmiş,
Gözünü
toprak bile doyuramamışken,
“Doyumsuzluğa”
doymuş bir hâlde, gününü gün ediyor…
Suçlu
mu?
Gözünü ve kalbini hak ve hakikate kapamış,
Zihinlerini
şeytani düşüncelere yuva yapmış,
İyiliği
kötülüğe, ahiretini dünyaya tercih
etmişiz biz.
Memdoğlu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder