“Marksist-Leninist”
temel üzere kurulmuş olan PKK, doksanlı yıllarda
Kürtlerin hayatında dinin (İslam’ın) etkisini görmeye başlamış, bu yöndeki
politikalarında değişime yönelik çalışmalar yapmaya başlamıştır.
Öcalan,
dinin, insanın var olduğu ilk dönemlerde anlam bulamadığı doğa güçlerine karşı
zayıflığı dolayısıyla tanrılar yaratarak, korkularından, zayıflıklarından
kurtulmak çabasının sonucu olarak ortaya çıktığını ve tek tanrılı dinlerin
toplum içinde egemen sınıf, aşiret ya da hanedanın menfaatlerine hizmet
ettiğini savunan sosyalist söylemini korumuş olsa da; dinin Kürt toplumu
üzerindeki etkisinin farkına varmıştır.
Öcalan'ın
dine bakışındaki değişimi, PKK’nın kullandığı dil ve beraberinde uygulamalara
da yansımıştır. PKK, bu değişimle kimi zaman dinî bir söylem kullanmak zorunda
kalmış, çoğunluğu sağa meyilli olan dindar Kürtlere yönelik propagandalarında
Türk sağı ile olan anlaşmazlıkları dile getirmiştir. İslam ile Kürt ulusal
kimliğinin çelişmediğini, Kürtlerin çoğunluğunun Şafii mezhebine bağlı olması
hasebiyle; Şafii mezhebinin Hanefi mezhebine üstün olduğunu iddia etmiştir.
Öcalan’daki
bu değişime paralel olarak PKK da, Federasyona Civaka Îslamiya Kurdîstan
(CİK) Kürdistan İslam Toplumu
Federasyonu isimli bir yapılanmaya giderek, Ramazan ayı ile birlikte kutsal gün
ve gecelerde bünyesindeki ‘meleleri’ aracılığıyla Roj TV’de programlar
düzenlemiş, Cudi ve benzeri yayınlarında da kimi ayet ve hadisleri delil
göstererek, tabanını genişletmeye çalışmıştır. Öcalan’ın talimatıyla 13.05.2007 tarihinde bölgedeki
dindar Kürt tabanının AK Parti’ye kaymasını engellemek amacıyla, Din Adamları
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği kurulmuştur.
Bölgenin
hassasiyetlerini iyi bilen Öcalan, 04. 09 2009 tarihli avukat görüşme
notlarında: “Urfa’da dinler araştırması
yapılabilir. Bu konuda çalışmalar yürütülebilir. Hatta bir önerim var; bize
yakın olanlar Diyarbakır’da İslami Kültür Derneği kurabilirler. Burada
İslamiyet’e ilişkin çalışmalar yapılır. Dini yanlış anlıyorlar, dini namaz
kılmak, oruç tutmaktan ibaret sayıyorlar. Dinin bir ideolojisi vardır, bunu
anlamak, tartışmak gerekir.” talimatını vermiştir.
15
Nisan 2011 tarihli bir diğer avukat görüşme notlarında ise Öcalan, devam eden
‘sivil itaatsizlik’ ve ‘sivil cuma namazları’ hakkında: “Sivil
cuma namazlarına ilişkin de şunları belirtmek istiyorum; Bu sivil itaatsizlik
eylemlerini destekliyorum ve onları selamlıyorum. Gerçek İslam işte budur. Bu Medine
İslamı’dır. İktidara bulaşmamış Hz. Muhammed'in İslam’ı budur. Ben de
ilkokuldan itibaren Cuma namazlarına gittiğimi iyi biliyorum. İslam'la Selam
kelimesinin kökeni aynıdır, barış, huzur, esenlik demektir. Bu sivil cuma
namazlarına katılan bütün halkımızı selamlıyorum. Onların, barışı, selam'ı yani
İslam'ın da gerçek anlamı olan barışı esenliği getirme yolundaki namazlarının
kabulünü diliyorum.” değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu
talimatların gereği olarak KCK İnanç Komitesi de 8 Nisan 2011’de yaptığı bir açıklamayla “Bundan
sonra Kürt halkının cuma namazlarını bu çadırlarda kılması” gerektiğini
belirtmiştir.
Yaşanan
bu gelişmelere paralel olarak Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bünyesinde 6-7 Şubat 2010 tarihinde
Mardin'de bir ‘inanç çalıştayı’ düzenlenmiştir.
Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının
çalışmaları Türkiye’nin diğer bölgelerine göre daha hareketlidir. Bu
çalışmalardaki kilit kesim Kürt ve İslamî hassasiyetleri yüksek olan
kesimlerdir. Bölgedeki nüfusun büyük bir kesiminin 30 yaş altında olması, sivil
toplum kuruluşlarının dinamizmini arttırmaktadır. Dindar kesim bölgede Kürt
sorununa hep mesafeli dururken, son yıllarda
ise bu sorunun içerisinde olduklarını görüyoruz.
Öcalan, 2013 Nevrozuna gönderdiği
mesajında, “Zaman ihtilafın, çatışmanın,
birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve
helalleşmenin zamanıdır. Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve
Kürtler; Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte
açmışlardır. Ortak geçmişimizin önümüze koyduğu gerçek; ortak geleceğimizi de
birlikte kurmamız gerektiğidir. TBMM’nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni
dönemi aydınlatmaktadır… Hz. Musa, Hz.
İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata
geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.” diyerek, farklı
bir Öcalan profili çizmiş ve bölgedeki inançlı-dindar Kürtleri etkilemeyi
başarmıştır.
Benzer
açıklamalarına devam eden Öcalan, 2013
yılı Kurban Bayramı için gönderdiği mesajda; “Bu kongre çalışmalarında Alevisi, Sünnisi ile tüm halkımızın
derinlikli tartışmalar yürütmesi, kongrenin anlamlı kararlaşmalarla ve
kurumsallaşmalarla sonuçlanması son derece önemlidir. Hz. Muhammet'in Medine
şura çalışmaları örnek alınarak Şeyh Sait gibi tarihi kişiliklerin ruhuna uygun
olarak bu çalışmaların yapılması önemlidir. Bu temelde tüm halkımızın Kurban
Bayramını bir kez daha kutluyorum”
ifadesiyle tavan yapan dinî içerikli söylemler, BDP’nin de
politikalarında yeni arayışlara girmesine ve dinî içerikli argümanlar
kullanmasında etkili olmuştur.
Öcalan'ın
dine bakışındaki değişim, BDP’nin geldiği gelenekteki siyasi partilerin
kullandığı dil ve beraberindeki uygulamalara da yansımıştır. (30 Mart 2014
yerel seçim çalışmaları döneminde Adana ve Mersin mitinglerinde Mersin Din Adamları
Derneği (MEMİDER) temsilcilerinin -sarıklı ve sakallı mollalar- katılmasını bu
uygulamaların bir sonucu olarak değerlendirebiliriz. http://www.inovatifhaber.com/haber/bdp-mersin-es-baskan-adaylarini-tanitti-8259.html) BDP, bu
değişimle kimi zaman dinî bir söylem kullanmak zorunda kalmış, İslam ile Kürt
ulusal kimliğinin çelişmediğini iddia etmiştir.
O
dönemde BDP’nin seçim çalışmalarında etkili olan, 17 ve 25 Aralık
operasyonlarına da atıfta bulunan bir başka söylem ise Van-Edremit Belediye
Başkanı seçilen Sevil Rojbin Çetin gibi BDP’li birçok siyasetçinin, AK
Parti’nin “Kürt halkını sömürmek için
kullandıkları en büyük argümanları olan sahte dindarlık kisvesi gün yüzüne
çıkmıştır. Din iman diyerek bir taraftan
halkı kandıranlar diğer taraftan imanlarını ayakkabı kutularına doldurarak bu
halkın kaderiyle oynadılar.” propagandası ile bölge insanının tercihini
BDP ve HDP’den yana kullanmalarında etkili olmuştur.
Yine
Öcalan’ın çağrısıyla 10-11 Mayıs 2014 tarihleri arasında Diyarbakır’da
gerçekleştirilen, yurt içi ve yurt dışından çok sayıda İslam âlimi, kanaat
önderi, akademisyen ve siyasetçinin katılımı ile toplanan Demokratik İslam
Kongresi açılışında okunan mesajında Öcalan: “İslami ümmet anlayışı öz itibariyle ulus devletçilikle asla bağdaşmaz… Daha somut olarak genelde tüm canlılara özelde
insana özgü topluluklara İslam evrenselliğinin özünde yatan adil ve özgürce yaklaşımları
uygulamalıyız. Kul hakkı yememek ve karıncayı ezmemekle dile getirilen budur… Kongrenizin hem İslam’ın evrenselliği hem tekilliği
bağlamında gerek İslami Milletler Birliği gerekse bağrındaki çoğulculuğun
ifadesi olan her mezhebi tekiller sorununa doğru yaklaşımlar ve uygulama
esaslarını gerçekleştireceğine dair inanç ve umudumu ifade etmek isterim… Adil,
özgür ve demokratik İslam bu gerçeğin alternatifi olarak, kendini
anlamlandırmak ve sürekli bir kurumsallaşmaya tabi kılmak durumundadır. Yeni
kurumsallaşmanın adını, örgütlenme esaslarını ve amel biçimlerini derin bir
vukuf ve iradeyle oluşturacağınıza dair inancımı belirtmek isterim” diyerek, bugüne
kadar PKK’ya mesafeli duran inançlı-dindar Kürt kesiminin sempatisini
kazanmıştır.
Tüm
bu gelişmelere paralel olarak, “Devlet Kürtlere zulüm etmiştir. Kürtlerin
hakkını yemiştir. Kürtler düşmana karşı savaşmaktadır, bu da helaldir” propagandası
ile sivil itaatsizlik eylemleri çerçevesinde başlatılan cuma namazı eylemleri,
BDP tabanı ve bölge insanı üzerinde çok etkili olmuştur. BDP, 2014 yerel
seçimlerinden önce sivil itaatsizlik eylemleri çerçevesinde başlattığı “sivil
cuma namazı” eylemleri ile bölgede kendilerine yönelik olumsuz algıyı
değiştirmeyi başarmıştır.
10
Ağustos 2014 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde, HDP’nin adayı olan
Selahattin Demirtaş’ın, seçim çalışmaları süresince kullandığı dil ve vermiş
olduğu ılımlı mesajlar sadece inançlı-dindar Kürtlerin değil, Türkiye’deki
birçok kesimin takdirini kazandı.
7
Haziran seçimi öncesi Türkiye’nin gündemini işgal eden “Diyanet” polemiği
tartışmaları da beklentilerin aksine, geçmiş dönemlerde AK Parti’ye oy vermiş
inançlı-dindar Kürtlerin tercihlerini HDP’den yana kullanmalarında etkili oldu.
Yıllarca "etnisiteye" dayalı uygulanan politikalar, bölgede karşıt
bir Kürt kimliğinin oluşmasına neden oldu. Bu kesim için artık “İslamî” kimlik
değil, “Kürt” kimliği ön plandadır.
Ve
bugün gelinen nokta: Şehir merkezlerinde evlerinde, eşlerinin yanı başında PKK
tarafından şehit edilen güvenlik görevlileri ve bu cinayetlere sessiz kalan
inançlı-dindar Kürtler ile sözüm ona sivil siyasetin temsilcileri olan HDP’li
milletvekilleri.
HDP
milletvekili aday listeleri Kandil onaylı olduğu için, HDP'li vekiller; KCK'ya
olan diyet borçlarını, PKK terörüne sessiz kalmakla gösteriyorlar.
İnançlı-dindar Kürtlerin, HDP’li milletvekillerinin Şengal’deki, Kobani’deki,
Suruç’taki IŞİD vahşetine gösterdikleri haklı tepkiyi, (özellikle her fırsatta
İslami gelenekten geldiklerini ifade eden Altan Tan, Kadri Yıldırım, Ayhan
Bilgen, Hüda Kaya, Seher Akçınar Bayar) son günlerde yoğunlaşan PKK terörüne de
göstermelerini bekliyoruz.
Unutmayın!
Bir ülkeye barış ve huzur, o ülke insanların her türlü terör ve şiddet
olaylarına karşı duruşuyla gelebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder