Osmanlı
Devleti’nin 34. Padişahı, İslam Âleminin 113. Halifesi olan Sultan Abdülhamit, 22 Eylül 1842 tarihinde doğmuş, 10 Şubat 1918
tarihinde vefat etmiştir. 33 yıl süren
padişahlığı döneminde Osmanlı’nın en çok tartışılan padişahlarından biri
olmuştur. Sultan Abdülhamit, kimilerine göre “Kızıl Sultan”, kimilerine göre ise “Ulu Hakan”dır. Bir kesime göre devletin “şefkatli yüzü”,
diğer kesime göre “baskıcı” ve “istibdatçı”…
Sultan
Abdülhamit, Filistin topraklarının tamamını arazı-i şahane (padişahın şahsi
arazisi) ilan ederek, Filistin’de Yahudilere toprak satışını yasaklamış; kendisine
bağlı bir orduyu da Filistin’de görevlendirmiştir. Dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda,
yürüttüğü politikalarla “dengeli siyasetin” mimarı olarak
anılmaktadır.
Dergâh
Yayınları tarafından yayınlanan “Sultan Abdülhamit
Siyasî Hatıratım” kitabının önsüzünde: “Sultan
Abdülhamid'in bu hatıratını ilk defa Türk yayın hayatına kazandırmakla
bahtiyarlık duyuyoruz. Henüz aydınlığa kavuşmamış olan yakın tarihimizin bazı
ihtilâflı noktalarının çözümü için bu eserin yardımcı olacağına inanıyoruz.
Böylelikle bu eser, yakın tarihle
ilgilenen araştırmacılara rehberlik edecek ve daha objektif değerlendirmelere
yol açacak bir kaynak eser olacaktır. Hatıratı kendi bütünlüğü içinde eksiltme
ve kısaltma yapmadan konularına göre beş bölüme ayırdık. Eserin iyice anlaşılmasına
yardımcı olmak amacı ile bu devrin fikrî ve siyasî olaylarına ait bazı
bilgiler vermeyi de gerekli buluyoruz. Ayrıca Abdülhamit
hakkında iyi veya kötü bir takım şartlanmalar içinde bocalayan kimselerin
düşüncelerinde yeni ufuklar açacağını ümit ediyoruz” denilmekte.
“Bavê Kurdan” (Kürtlerin Babası) olarak da anılan Sultan
Abdülhamit Han’ın Kürtlere yönelik iki önemli politikası vardı. Biri “Hamidiye Alayları” diğeri ise “Aşiret
Mektepleri” idi.
Kitabın
tamamını birkaç kez okumuş biri olarak, Sultan Abdülhamit Han’ın Kürtlere ilişkin
fikirlerini özetlemek yerine, tamamını kamuoyu ile paylaşmanın daha uygun
olacağını düşündük. İşte “Siyasî Hatıratım”da Sultan Abdülhamit’in gözüyle
Kürtler.
“Türk
unsurunu kuvvetlendirmeğe dikkat etmeliyiz. Bosna - Hersek ve Bulgaristan'daki
Müslüman halkın çoğalıp artanını muntazaman buraya getirip yerleştirmeliyiz. Muhaceret, yalnız millî kudreti artırmakla kalmayacak,
aynı zamanda İmparatorluğumuzun iktisadî kudretini de fazlalaştıracaktır. Rumelinde ve bilhassa Anadolu’da Türk
unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvelde içimizdeki Kürtleri yoğurup
kendimize mal etmek şarttır. Türk tahtına çıkmış olan seleflerimin en büyük
kusuru, Slav unsurunu Osmanlılaştırmamış
olmalarıdır.” (Siyasi Hatıratım, sahife: 72)
“Anlaşılan, kurtlarla birlikte
ulumak gerek! İyi de olsa kötü de olsa, Meclis-i Meb'usan'ı açmak ve Kanun-u
Esasî'yi ilân etmek suretiyle, ifa edeceğim vazifenin ehemmiyetine inandığımı
göstermeliyim. Kürt alaylarını teşkil ettiğim için, Avrupa gazeteleri acı
tenkidlerde bulunuyorlar ve bu teşkilât meydana geldiğinden beri Kürtlerin,
Şark vilâyetlerindeki Ermenilere daha vahşice davrandıklarını iddia ediyorlar
ve bizim tarafımızdan teşkilâtlandırılan bu Kürtlerin, istiklâllerini ilân
etmek için bize karşı isyan edeceklerinden endişe ettiklerini söylüyorlar.
Anlaşılan, gazeteler mevzu
arıyorlar, bu sebeple de yalan yanlış duydukları her şeyi yazıyorlar.
Muhabirler, Kürdistan’daki vaziyeti, Beyoğlu’nda oturdukları rahat köşelerini terk
etmeksizin, ancak Ermenilerin görüş zaviyesine göre mütalâa ediyorlar. Her ne
kadar paşalarımızdan bazılarının da ‘Kürt Kazakları’ ile teşkil ettiğimiz alaylara
itiraz ettikleri bir hakikat ise de, fikir, Erzurum’daki eski IV’üncü Ordu kumandanı
Zeki Paşa’ya ait olduğundan, bu meslektaşlarım kıskanmış olmalarına da delâlet
edebilir.
Rusya ile harp vukuunda, disiplinli
bir şekilde yetiştirilen bu Kürt alayları, bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler.
Ayrıca orduda öğrenecekleri "itaat" fikri, kendileri için de faydalı
olacaktır. Zabit unvanı verdiğimiz Kürt ağaları ise yeni mevkileriyle
övünecekler ve bir miktar zabt û rabt altına girmeğe gayret edeceklerdir. Çıraklık
devirlerini bu şekilde tamamlıyacak olan “Hamidiye Alayları” sonunda kıymetli
bir ordu haline geleceklerdir.
Kürt ağalarının bazılarının
çocuklarını, İstanbul’a getirip memuriyete yerleştirdiğim için de tenkid
edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hıristiyan Ermeniler nazır mevkilerini işgal
etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize
yaklaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir? Aynı şekilde Bedirhanoğullarını
himaye ettiğim ve merkezde muhafaza ettiğim için, bunların memleketin huzurunu
bozacakları söylenerek de tenkid ediliyorum. Tabiî herkes istediği gibi
düşünmekte serbesttir!
Fakat ben kabul ettiğim Kürt
politikasında doğru yolda olduğum kanaatındayım. Vaziyeti mahallinde tetkik
eden Zeki Paşa, Kürt kazaklarından alaylar teşkil etmek fikrini ileri sürmek
suretiyle en muvafık yolu göstermiştir. Her ele aldığımız mesele tenkid
edildiğinden, sonunda tenkid edilmeğe alışmış bulunuyoruz.”
(Siyasî Hatıratım, sahife: 73,74, 75)
“Şark
eyaletlerimizdeki Ermenilerin, şikâyetlerinde pek çok defa haklı olduklarını
inkâra imkân yok ise de, mübalâğa ettiklerini söylemek de yerinde olur.
Ermeniler, hiç de hissetmedikleri bir acı için ağlar gibidirler. Büyük devletlerin
arkasına gizlenip, en ufak bir sebeple yaygara koparan, kadın gibi nazlı ve
korkak bir millettir. Kürtler ise tam aksine kuvvetli ve kavgacıdırlar. Çobanlıkla geçinen bu vahşi
ve sert adamlar, tarihi bilinmeyecek kadar eski zamanlardan beri bu eyaletlerde yaşamış olduklarından
Ermenilere yabancı gözüyle bakarlar. Buralarda Kürtler daima efendi, Ermeniler
uşak addedilmiştir.
Bu sebeplerle bizim bu eyaletlerdeki
vaziyetimiz çok naziktir. Büyük devletlerin bize teklif ettikleri, Islâhat
hareketlerini tatbik etmekteki güçlüğü, temsilcilerinin bilmeleri icap eder.
Fakat onlar vaziyeti Avrupalı gözüyle mütalâa etmektedirler. Medeniyet
seviyesinin çok aşağı derecelerinde bulunan bir cemaatin ihtiyaçlarını
Avrupalıların anlayamayacağı aşikârdır. Memleketin ne kadar fukara
olduğunu, mahsûlde husule gelen en ufak ziyanın açlığa sebep olabileceğini
bilemezler. Bu halk, gıdasını temin edebildiği zaman biz mesut oluruz. Mektep,
mahkeme gibi lüzumlu müesseseler, burada ikinci derecede ehemmiyeti haizdirler.
Görülüyor
ki bu iktisadî şartlar altında çabuk terakki imkânı yoktur. Bir asırdır devam
eden bozukluğu düzeltmek
güçtür.
Acaba
hududun öbür tarafında yani Rus kısmında
vaziyet daha mı iyidir? Bizde olduğu gibi oradaki Ermeniler arasında
da kaynaşma mevcut mudur?” (Siyasî Hatıratım, sahife: 83, 84)
Abdülhamit
Han’ın Kürt politikası elbette bu kitaptaki ifadelerden ibaret değildir. Bugün
de Türkiye’nin birincil sorunlarından olan “Kürt Sorunu”nun Osmanlı’nın son
dönemlerinden itibaren gündem oluşturduğu, dönemin şartları içerisinde sorunun
çözümüne yönelik çalışmaların yapıldığı görülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder