6 Temmuz 2015 Pazartesi

“Siyasi Hatıratım”da Sultan Abdulhamit’in Kürtlere Bakışı!

Osmanlı Devleti’nin 34. Padişahı, İslam Âleminin 113. Halifesi olan Sultan Abdülhamit,  22 Eylül 1842 tarihinde doğmuş, 10 Şubat 1918 tarihinde vefat etmiştir.  33 yıl süren padişahlığı döneminde Osmanlı’nın en çok tartışılan padişahlarından biri olmuştur. Sultan Abdülhamit, kimilerine göre “Kızıl Sultan”, kimilerine göre ise “Ulu Hakan”dır. Bir kesime göre devletin “şefkatli yüzü”, diğer kesime göre “baskıcı” ve “istibdatçı”…  

Sultan Abdülhamit, Filistin topraklarının tamamını arazı-i şahane (padişahın şahsi arazisi) ilan ederek, Filistin’de Yahudilere toprak satışını yasaklamış; kendisine bağlı bir orduyu da Filistin’de görevlendirmiştir.  Dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda,  yürüttüğü politikalarla  “dengeli siyasetin” mimarı olarak anılmaktadır.

Dergâh Yayınları tarafından yayınlanan “Sultan Abdülhamit Siyasî Hatıratım” kitabının önsüzünde: Sultan Abdülhamid'in bu hatıratını ilk defa Türk ya­yın hayatına kazandırmakla bahtiyarlık duyuyoruz. He­nüz aydınlığa kavuşmamış olan yakın tarihimizin bazı ihtilâflı noktalarının çözümü için bu eserin yardımcı olaca­ğına inanıyoruz. Böylelikle bu eser,  yakın tarihle ilgilenen araştırmacılara rehberlik edecek ve daha objektif değer­lendirmelere yol açacak bir kaynak eser olacaktır. Hatı­ratı kendi bütünlüğü içinde eksiltme ve kısaltma yapma­dan konularına göre beş bölüme ayırdık. Eserin iyice anla­şılmasına yardımcı olmak amacı ile bu devrin fikrî ve si­yasî olaylarına ait bazı bilgiler vermeyi de gerekli buluyoruz. Ayrıca Abdülhamit hakkında iyi veya kötü bir takım şartlanmalar içinde bocalayan kimselerin düşüncelerinde yeni ufuklar açacağını ümit ediyoruz denilmekte.

“Bavê Kurdan”  (Kürtlerin Babası) olarak da anılan Sultan Abdülhamit Han’ın Kürtlere yönelik iki önemli politikası vardı. Biri “Hamidiye Alayları” diğeri ise “Aşiret Mektepleri” idi.

Kitabın tamamını birkaç kez okumuş biri olarak, Sultan Abdülhamit Han’ın Kürtlere ilişkin fikirlerini özetlemek yerine, tamamını kamuoyu ile paylaşmanın daha uygun olacağını düşündük. İşte “Siyasî Hatıratım”da Sultan Abdülhamit’in gözüyle Kürtler.

“Türk unsurunu kuvvetlendirmeğe dikkat etmeliyiz. Bosna - Her­sek ve Bulgaristan'daki Müslüman halkın çoğalıp arta­nını muntazaman buraya getirip yerleştirmeliyiz. Muhaceret, yalnız millî kudreti artırmakla kalmayacak, aynı zamanda İmparatorluğumuzun iktisadî kudretini de fazlalaştıracaktır. Rumelinde ve bilhassa Anadolu’da Türk unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvelde içimizdeki Kürtleri yoğurup kendimize mal etmek şarttır. Türk tahtına çıkmış olan seleflerimin en büyük kusuru,  Slav unsurunu Osmanlılaştırmamış olmalarıdır.” (Siyasi Hatıratım, sahife: 72)

“Anlaşılan, kurtlarla birlikte ulumak gerek! İyi de olsa kötü de olsa, Meclis-i Meb'usan'ı açmak ve Kanun-u Esasî'yi ilân etmek suretiyle, ifa edeceğim vazifenin ehemmiyetine inandığımı göstermeliyim. Kürt alaylarını teşkil ettiğim için, Avrupa gazeteleri acı tenkidlerde bulunuyorlar ve bu teşkilât meydana geldiğinden beri Kürtlerin, Şark vilâyetlerindeki Ermenilere daha vahşice davrandıklarını iddia ediyorlar ve bizim tarafımızdan teşkilâtlandırılan bu Kürtlerin, istiklâllerini ilân etmek için bize karşı isyan edeceklerinden endişe ettiklerini söylüyorlar.

Anlaşılan, gazeteler mevzu arıyorlar, bu sebeple de yalan yanlış duydukları her şeyi yazıyorlar. Muhabirler, Kürdistan’daki vaziyeti, Beyoğlu’nda oturdukları rahat köşelerini terk etmeksizin, ancak Ermenilerin görüş zaviyesine göre mütalâa ediyorlar. Her ne kadar paşalarımızdan bazılarının da ‘Kürt Kazakları’ ile teşkil ettiğimiz alaylara itiraz ettikleri bir hakikat ise de, fikir, Erzurum’daki eski IV’üncü Ordu kumandanı Zeki Paşa’ya ait olduğundan, bu meslektaşlarım kıskanmış olmalarına da delâlet edebilir.

Rusya ile harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt alayları, bize çok büyük hizmetlerde bulunabilirler. Ayrıca orduda öğrenecekleri "itaat" fikri, kendileri için de faydalı olacaktır. Zabit unvanı verdiğimiz Kürt ağaları ise yeni mevkileriyle övünecekler ve bir miktar zabt û rabt altına girmeğe gayret edeceklerdir. Çıraklık devirlerini bu şekilde tamamlıyacak olan “Hamidiye Alayları” sonunda kıymetli bir ordu haline geleceklerdir.

Kürt ağalarının bazılarının çocuklarını, İstanbul’a getirip memuriyete yerleştirdiğim için de tenkid edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hıristiyan Ermeniler nazır mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize yaklaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir? Aynı şekilde Bedirhanoğullarını himaye ettiğim ve merkezde muhafaza ettiğim için, bunların memleketin huzurunu bozacakları söylenerek de tenkid ediliyorum. Tabiî herkes istediği gibi düşünmekte serbesttir!

Fakat ben kabul ettiğim Kürt politikasında doğru yolda olduğum kanaatındayım. Vaziyeti mahallinde tetkik eden Zeki Paşa, Kürt kazaklarından alaylar teşkil etmek fikrini ileri sürmek suretiyle en muvafık yolu göstermiştir. Her ele aldığımız mesele tenkid edildiğinden, sonunda tenkid edilmeğe alışmış bulunuyoruz.” (Siyasî Hatıratım, sahife: 73,74, 75)

“Şark eyaletlerimizdeki Ermenilerin, şikâyetlerinde pek çok defa haklı olduklarını inkâra imkân yok ise de, müba­lâğa ettiklerini söylemek de yerinde olur. Ermeniler, hiç de hissetmedikleri bir acı için ağlar gibidirler. Büyük dev­letlerin arkasına gizlenip, en ufak bir sebeple yaygara ko­paran, kadın gibi nazlı ve korkak bir millettir. Kürtler ise tam aksine kuvvetli ve kavgacıdırlar. Çobanlıkla geçinen bu vahşi ve sert adamlar, tarihi bilinmeyecek kadar eski zamanlardan beri bu eyaletlerde yaşamış olduklarından Ermenilere yabancı gözüyle bakarlar. Buralarda Kürtler daima efendi, Ermeniler uşak addedilmiştir.

Bu sebeplerle bizim bu eyaletlerdeki vaziyetimiz çok naziktir. Büyük devletlerin bize teklif ettikleri, Islâhat hareketlerini tatbik etmekteki güçlüğü, temsilcilerinin bil­meleri icap eder. Fakat onlar vaziyeti Avrupalı gözüyle mütalâa etmektedirler. Medeniyet seviyesinin çok aşağı derecelerinde bulunan bir cemaatin ihtiyaçlarını Avrupa­lıların anlayamayacağı aşikârdır. Memleketin ne kadar fu­kara olduğunu, mahsûlde husule gelen en ufak ziyanın aç­lığa sebep olabileceğini bilemezler. Bu halk, gıdasını temin edebildiği zaman biz mesut oluruz. Mektep, mahkeme gibi lüzumlu müesseseler, burada ikinci derecede ehemmiyeti haizdirler.

Görülüyor ki bu iktisadî şartlar altında çabuk terak­ki imkânı yoktur. Bir asırdır devam eden bozukluğu düzeltmek güçtür.

Acaba hududun öbür tarafında yani Rus kısmında vaziyet daha mı iyidir? Bizde olduğu gibi oradaki Ermeniler arasında da kaynaşma mevcut mudur?” (Siyasî Hatıratım, sahife: 83, 84)

Abdülhamit Han’ın Kürt politikası elbette bu kitaptaki ifadelerden ibaret değildir. Bugün de Türkiye’nin birincil sorunlarından olan “Kürt Sorunu”nun Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren gündem oluşturduğu, dönemin şartları içerisinde sorunun çözümüne yönelik çalışmaların yapıldığı görülmektedir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder